Kapitalizm Kürtleri de öldürür!

Van (Wan) ve Erciş’te (Erdîş) yaşanan deprem Kürt sorununun tarihi ve güncel birçok yönüne ışık tuttu: ırkçılık, ayrımcılık, devletin Kürtlere mesafeli ve kuşkucu yaklaşımı, Kürtlerin kurumlarına karşı düşmanca tutum, AKP’nin Kürt hareketine, bu durumda BDP’ye karşı kompleksli saldırganlığı... Bütün bunlar yeterince ele alındı. Ama bir mesele karanlıkta kaldı. Şimdilik sayısı 600 dolayında olan ölümlerin büyük bölümünün nedeninin kapitalizm olduğu.

Her büyük depremde aynı şey oluyor. İnşaat malzemesinden çalınıp çırpılıp, her türlü yönetmeliğe aykırı biçimde yapılmış yapılar iskambilden şatolar gibi dağılıyor, içinde koskoca aileler ölüyor ya da hayatları yarıdan bölünüveriyor. Kiminde çocuklar yitiriliyor, kiminde anne ve küçük oğlu ya da baba ve kızı. Bunun üzerine koro başlıyor: İnsanlar rant yüzünden ölüyor! Kahrolsun denetimsizlik! Sorumlular hapse atılsın, yargılansın, asılsın kesilsin!

 

Bu tür yaklaşımlar, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, esas gerçeği gözlerden sakladığı için hedefi yanlış gösteriyor. Sorunun köküne inilmesini engelliyor.

İstanbul böyle olursa Van nasıl olur?

1999 depremi bütün Türkiye’yi depreme dayanıklı binalar sorununa duyarlı hale getirmişti. O andan sonra en çok konuşulan da, uzmanların 30 yıl içinde gerçekleşeceğine mutlak olarak baktıkları İstanbul depremi idi. Uzmanlar arasında olası bir büyük depremde can kaybını bir milyonun üstünde tahmin eden bile vardı. Ama aradan 12 yıl geçtiği halde İstanbul’da pek az şey yapıldı. Yapıların yarıya yakınının depreme dayanıksız olduğu hemen hemen herkesin bildiği bir şey. Devletin aldığı neredeyse tek ciddi tedbir zorunlu deprem sigortası oldu. O da can kurtarmaya değil mal mülkü güvence altına almaya yarıyor. Ve bir dizi sigorta şirketini komisyon zengini yapıyor. Kapitalizme daha uygun ne olabilir?

Sorunun kökeni ikili. Birincisi, işçilerin emekçilerin başlarını sokacakları bir barınak olsun da ne olursa olsun diye düşünmek zorunda kalması. İster dere yatağı, ister kalitesiz inşaat, yoksul insanlar kısa vadede hayatta kalmayı öncelik olarak kabul etmek zorunda kalıyorlar. Burada yapılması gereken bir tek şey var: Ekonomik gücü kendi barınağını sağlam biçimde inşa etmeye yetmeyen nüfusa devletin insanca ve güvenli konutlar sağlamak üzere seferberliğe girişmesi. Bir devlet, milyonlarca vatandaşı tümüyle piyangodan çıkacak gibi her an gelebilecek ölümü beklerken elini kolunu bağlayıp oturamaz. Oturursa, ona bir sınıfın devleti, işçinin emekçinin düşmanı gibi bakmak gerekir. İşte bugünkü kapitalistlerin devleti böyle bir devlet. Başta hangi parti olursa olsun.

Rant değil, ahlaksızlık değil, kapitalizm!

Ama sorun burada bitmiyor. Dikkatli bakın, bütün depremlerde aynı şeyi göreceksiniz: çöken binalar sadece ya da esas olarak halkın kendi çabalarıyla inşa ettiği ruhsatsız, imarsız, sağlıksız konutlar değil. Yurtlar, okullar, hastaneler gibi kamu binaları, koskoca, bazen gösterişli apartman blokları, bazen siteler... Şimdi bunlara bakıp, “çık çık çık” demek kolay. Rüşvetçilerden, yolsuzluktan beslenen kamu sorumlularından bir “ahlaksızlık” sorunu gibi söz etmek mümkün.

Mesela bugün AKP Van milletvekilliğine terfi etmiş eski Erciş Belediye Başkanı Fatih Çiftçi’nin şimdi çökmüş olan binalara nasıl izin verdiğini herkes soruyor. Ama sorun sanki kişiselmiş gibi, bilemediniz sadece AKP’lilerle ilgili imiş gibi soruyor. Oysa bu bir sistemdir. Müteahhit sermayesi kapitalistlerden oluşur. Kapitalistler o çok yüceltilen belediyeleri ve onun yöneticilerini ödüllendirirler, zengin ederler, yükselmelerine yardım ederler. Onlar da karşılığında kapitalistlerin kâr etmesine destek olurlar. Mesele ne kişilerin ahlakı ile ilgilidir, ne şu ya da bu parti ile. Bütün düzen partileri, tam da bu düzenin partileri oldukları için bu işe girerler. CHP’si de, MHP’si de aynı yolun yolcusudur. Yolun adı birileri için kârdır, sermaye birikimidir, kapitalizmdir. Ötekiler için ise burjuva demokrasisidir. Parayla satın alınan kamu yöneticileridir.

Kürtlere de sosyalizm gerek!

Ezilen Kürt halkı hakları için cesaretle, sebatla, inatla mücadele ediyor. Baskı görüyor, yılmıyor. Devrimci İşçi Partisi, Kürtlerin eşit koşullarda ve kendi seçtiği gibi yaşaması hakkını sonuna kadar savunuyor.

Ama Kürtleri ezen bu sistemin ardında kapitalist sınıfın olduğu, ne kadar sureti haktan görünmeye çalışırsa bu sınıfın bu devletin temellerini savunduğu çok kolay unutuluyor. Kürt hareketi Kürt yoksullarının ve emekçilerinin ekonomik sorunu yokmuş gibi davranıyor. Ama hayat sonra gelip Kürt halkını da, aynen Türk işçisini emekçisini vurduğu gibi, gerçekle yüz yüze bırakıyor: Kapitalizm Kürtleri de eziyor. İster İstanbul’da, ister Erciş’te doğa sarsıyor, kapitalizm yıkıyor!

** Irkçılar iş başında

Deprem devlet tarafından kasıtlı olarak kışkırtılan Türk şovenizminin ne kadar sakil ölçülere ulaştığını gözler önüne serdi. Müge Anlı ve Duygu Canbaş adlı televizyon programcılarının ve Erman Toroğlu adını taşıyan korkunç yaratığın ekranlardan söylediği iğrenç sözler, aslında bütün kanalların her gün tekrarladığı korkunç dilin ve Türk şovenistlerinin internette yazdıklarının sivri ucundan başka bir şey değil. Sözde yardım sandıklarına konan taş, sopa, cop, Türk bayrağı vb. ise Türk milliyetçiliğinin ölüm karşısında dahi acımasız ve yüzü kızarmaz bir faşizmin pek yakınına gelmiş olduğunu gösteriyor.

** Kardeş sıcaklığı!

Türk ırkçıları Kürt kardeşlerimizi aşağılamak için ellerinden geleni yaparken BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Türkiye’nin siyasi kültürüne ebediyen kazınacak bir çıkış yaptı. Batı’dan Van depremzedelerine gelen yardımda “kardeş kokusu” hissettiğini söyledi. Bu şairane ifade, aslında ezilen halk Kürtlerin nasıl Türklere düşmanlıktan uzak olduğunu, kanıt gerekiyorsa, bir kez daha ortaya koyuyor. Sağolun varolun Demirtaş! “Her iki tarafın milliyetçileri ortamı zehirliyor” türü hikmetleri sık sık yumurtlayanlara, ezilen halkın ilericiliğini çok güzel gösterdiniz, onları mahcup ettiniz.

** Veli de göçmedi, Salih de ölmedi!

Gölcük depreminde başka suçlu yokmuş gibi bütün burjuva kamuoyu dikkatini tek bir müteahhit üzerinde toplamıştı. Adamın adı Veli Göçer’di. 12 yıl yattı, iki ay önce tahliye oldu. Anlaşılan cezaevinde Van depreminin günah keçisine yer açılsın diye salmışlar. Yeni resmi günah keçimiz Salih Ölmez. Yaptığı binalar çökmüş, adamın oradan 300 metre uzaklıktaki villası ayakta. Bahçesine de utanmadan çadır dikmiş, Erciş’te halk çadır bulamazken! Ama Veli’ler ve Salih’ler günah keçisi yapıldıkça, kapitalizm saklanıyor ve aklanıyor.

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2011 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır.