Kabine değişikliği: Az risk, çok oy

Kabinede dört bakan değişti ve İçişleri Bakanlığı'na Muammer Güler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na Ömer Çelik, Milli Eğitim Bakanlığı'na Nabi Avcı, Sağlık Bakanlığı'na da Mehmet Müezzinoğlu getirildi. Dikkatli bir okumayla kabinedeki yenileme bize, AKP hükümetinin önümüzdeki dönemde izleyeceği rotaya dair fikir verebilir. Esaslı noktalar hükümetin, çok girift bir süreçten geçiyor olmasında gizli. Kürtlerle müzakere, başkanlık sistemi ve “ekonomik anayasa”  meseleleri önümüzdeki dönemde AKP hükümetini zorlayacağı için yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce az riskle en çok oyu alacağı bir denge gözetmek istemesi kuvvetli ihtimal.

Öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na AKP’nin dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısının getirilmesi ilginçtir. Tercih edilmesini “alakasız” bularak şaşıranlar ya da “vefa” diyenler oldu ama durum başka. Başbakan, beyin takımına aldığı Çelik’e geçen yılki Mısır gezisinde kendisi döndükten sonra İsrail-Hamas ateşkes görüşmelerini sürdürmesi için MİT müsteşarıyla birlikte Mısır’da bırakacak kadar güveniyor. Peki danışmanlık görevi boyunca Arap ülkelerine geziler yapan, sık sık Arap devrimleri sürecine dair açıklamalarıyla gündemde yer alan ve  “Arap Uyanışı Konferansı” dahil “AKP’nin Arap halkları için bir ilham kaynağı olduğunu” her fırsatta vurgulayan Ömer Çelik’in bu bakanlıktaki fonksiyonu ne olabilir? Hatırlanacağı üzere Çelik bir süre önce “kültürel iktidarı çok önemsedikleri için aslında kendilerinin de Gramscici olduğunu”  belirten veciz sözler de sarf etmişti: “AKP hükümetinin kurduğu politik sistem gücünü kültürel iktidardan alacağı için devam edecektir” diye de devam ediyordu. Belli ki AKP hükümeti Ortadoğu’da ve Arap halklarıyla ilişkilerde politikasını teslim ettiği bu isimle o coğrafyada bir kültürel atılım yapmayı planlıyor, kültür bakanlığı da emperyalizmle işbirliği içinde atılacak adımlarda Arap devrimlerini bastırmak ve mülksüzlerin muhalefetini kültürel hegemonyayla etki altına almak için bir karargâh olacak.

Göreve gelir gelmez “barış güvercinleri uçuran” Muammer Güler’i ise valilik dönemindeki akıllara zarar işlerinden (Taksim’i işçi ve emekçilere yasaklanmak istedikleri 1 Mayıslardaki şiddet, Dink cinayetindeki tutum gibi)  tanıyoruz.  KCK tutuklamalarıyla öne çıkan ve milliyetçi politikalar bakımından neredeyse sembolik bir figür haline dönüşen Şahin’in “İmralı süreci” için bakanlıktan indirilmesinin verimli olacağı yorumu dış basına da yansıdı. MHP’nin Şahin’e sahip çıkması, BDP’den bile Güler’in göreve getirilmesinin “iyi niyet” belirtisi sayılabileceğine dair açıklamalar gelmiş olması, Erdoğan’ın murat ettiği etkiyi yaratmakta ilk elde başarılı olduğunu ortaya koyuyor. Bu, referandumu gözeten ve güçlü bir rüzgâra ihtiyaç duyan Erdoğan için müzakere sürecinde ikna edilecek Kürt oyları anlamına da geliyor. Pek dillendirilmeyen bir başka faktör de,  MİT-Emniyet çatışması sonrasında, emniyetteki cemaat gücünü kırmaya karar verdiğini bildiğimiz Erdoğan’ın, bu personel operasyonunu daha iyi becerebilecek kişi olarak teşkilatı çok iyi tanıyan Güler’i tercih etmesi olabilir.

Sağlık Bakanlığı’na getirilen Müezzinoğlu ise “girişimci ruhuyla” sağlık bakanlığı özelinde sermayeye pek faydalı olacak gibi görünüyor. Erdoğan’ın hayata geçirmek istediği “şehir hastaneleri projesini”  yürütebilecek bir isim olan Müezzinoğlu, sektördeki yatırımlarıyla tanınan bir patron olarak sağlık alanındaki özelleştirmelerin yapılabilmesi için biçilmiş kaftan.

Milli Eğitim’e gelirsek Dinçer giderken: “Çocukların iyi eğitim alması için gereken fedakârlıkları yapmamızdan rahatsızlık duyanlar olmuş olabilir” demişti. Kim bunlar acaba? Gülen cemaatinin,  dershanelerin kapatılması ve bakanlıktaki cemaatçi kadroların tasfiyesinden rahatsızlık duyduğu ve kendine yakın sitelerde (Aktif Haber gibi) Dinçer aleyhine propaganda yaptığı biliniyor. Bunlar oy potansiyeli sebebiyle cemaati gözden çıkaramayan Erdoğan’ın bakanını değiştirmesinde rol oynamış ve “dershanelerin kapatılması ve serbest kıyafet uygulamasında yumuşak geçişi” öneren, eğitimde özelleştirmenin bir ayağı olan 4+4+4’ün mimarı Nabi Avcı’yı koltuğa oturtmuş olabilir. Tabii mesele sadece cemaat değil. Avcı, eski Milli Eğitim Komisyonu Başkanı olarak eğitimde özelleştirmeyi sağlayacak başlıca düzenlemelerin baş mimarıydı ve “kamu özel ortaklığı sistemi ile özelleştirmelere devam” diyen hükümete, okulları satışa hazırlayarak sıkı hizmet edeceği kesin. Nitekim ilk açıklamalarından biri, “eğitimde istihdamı piyasaya göre ayarlamalıyız” oldu.

El netice: AKP hükümeti,  kabine değişikliği dâhil attığı adımlarda;  başkanlık sistemi hedefinde oylarını küstürmeden kadrolarını temizlemek istediği cemaati, “ekonomik anayasa”  temelinde neo-liberal saldırıların artırılmasını, “İmralı süreci”nde bir yandan müzakerelere diğer yandan katliamlara devam ederek ister tasfiye ister oyalama peşinde olsun hem Kürt hem de MHP oylarını hesaba katıyor. Bu hesapları bozmak ise ancak sosyalistler, Kürt halkı ve emekçilerin ortak mücadelesiyle sağlanabilir.

Anca gidersin!

Görevden alınan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, kendisine yapılan muameleye epey bozulmuş. Bir kere, haberi son anda aldığı belli oluyor. Hiçbir hazırlık yapmadan bir Karadeniz gezisine çıkmış. Görevden alınma haberini, bir toplantının orta yerinde sahnedeyken önüne konulan nottan görmüş. Yüzü fena halde bozulmuş. Sadece o kadarla kalsa: geziyi yarısında iptal ederek Ankara’ya dönmüş. Sonra da demeç verip, 18 ayda kapının önüne konulmasına içerlediğini açıkladı. Çok konuşma, İdris Naim! Sen on sekiz ayda bile elini ne kana, ağzını ne ayıplara bulaştırdın. Görevinin bu süreyle sınırlı olmasına memnun ol. Yoksa ileride tarihin mahkemesinde çok daha fazla hesap vermek zorunda kalacaktın! Yürü bakalım, anca gidersin!

Ha, bu arada Adana’da portakal ağacına asılı bulunan Kürt dostumuz Metin Alataş için senin bakanlığının güçlerini suçlayan yoldaşımız Şiar Rişvanoğlu’na açtığın antika tazminat davasını da al, öyle git!

Sola olan biten, İdris Naim Şahin’in görevden alınmasında bir kez daha ortaya çıktı. Sol, düşmanlarını güçlü görmek için elinden geleni yapıyor. ABD şöyle güçlü, Erdoğan böylesine muktedir. Bu arada, kendi gücünü de fena halde küçümsüyor. İdris Naim Şahin, halkın ve solun eleştirileri karşısında Tayyip Erdoğan için artık bir yük haline gelmişti, onun için gitti. Devrimci İşçi Partisi, aylardır Şahin’in görevden alınmasını talep ediyordu. İç Savaş Bakanı’nı uğurladık, şimdi sırada Dış Savaş Bakanı var. Daha açık söyleyelim: Sıra Davutoğlu’nda, nam-ı diğer Sıfır Ahmet Paşa’da!

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2013 tarihli 40. sayısında yayınlanmıştır.