İşçi neden HAYIR demeli?

Referanduma gidecek anayasa değişiklikleri işçi ve emekçiler için ne anlama geliyor? Madde madde inceliyoruz.

Anayasa değişiklikleri ile Türkiye'de bir istibdad rejimi, bir tiranlık inşa ediliyor. Adı cumhurbaşkanlığı sistemi ama patronlara dost işçiye düşman bir rejim kuruluyor, tüm kuvvetler patronların çıkarına tek elde birleştiriliyor. Bu özelliği ile de sistem aslında bir "cumhurpatronluğu" sistemi olarak adlandırılmayı hak ediyor. Anayasa değişikliği paketini hazırlayıp sunan AKP ve destekçisi MHP değişikliklerin içeriğini ısrarla halktan saklıyor. Meclis görüşmelerini halktan gizlemeye çalıştıkları gibi propaganda döneminde de içi boş sloganlar atmaktan ve hayır diyen kesimleri terörist ilan edip tehdit etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Yapamazlar da çünkü maddeler açık. İşçiler ve emekçiler için ne anlama geldikleri de öyle. Referandumda doğru kararı vermek yani HAYIR demek için Anayasa değişikliği paketinin içeriğini bilmek bile yeterli. Bu sebeple Öncü İşçi'nin Şubat ayı sayısını, madde madde Anayasa değişikliklerinin ne içerdiğini ve işçi ve emekçiler açısından ne anlama geldiğini açıklamaya ayırmış bulunuyoruz. 

1) İstibdada tarafsızlık makyajı: Referanduma gidecek Anayasa değişikliğinin 1. maddesiyle, yargı yetkisinin, "…bağımsız ve tarafsız mahkemelerce…"kullanılacağı belirtilerek bağımsız sıfatının yanına tarafsız sıfatı da eklenmektedir.

İşçi ve emekçi düşmanı bir istibdad rejiminin inşasını öngören Anayasa değişikliği paketi, bu girişimin gerçek yüzünü gizlemeye yarayan bazı makyaj maddeleri içeriyor. İlk değişiklik de bunlardan bir tanesi. Mahkemelerin kâğıt üstünde bağımsız ya da tarafsız olarak tanımlanması hiçbir şey değiştirmiyor. Vaktiyle bir Yargıtay Başkanı hâkimlerin “vicdan ile cüzdan” arasında sıkıştıklarından yakınmıştı. Ekonomiye ve siyasete hâkim olan sınıf yargıya da hâkim olur. Hâkimlerin kararları da hem ekonomik hem de siyasi güce doğru eğilir. Anayasa’da herkesin hukuk önünde eşit olduğu söylense de bu ülkenin her emekçi yurttaşı, büyük patronlarla ve onların iktidara yerleştirdikleri insanlarla eşit olmadıklarını mahkemeye düştüğü anda acı deneyimlerle görmektedir.

2) Milletvekillerine rüşvet: 2. madde ile Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki sandalye sayısının 550'den 600'e çıkarılması öngörülmektedir.  

Bu değişiklik Anayasa değişikliklerini mecliste oylayacak milletvekillerine rüşvet niteliğindeki bir maddedir. Türkiye'de patron partilerinin milletvekilleri, seçildikten sonra seçmenlere hizmet etmeye değil seçilmek için yaptıkları harcamaları çıkarmaya bakarlar. İkinci bir dönem daha milletvekilliği yapabilmek kesinlikle artıya geçmek, bir beş yıl daha milletvekili ayrıcalıklarından yararlanmak anlamına gelir. Sayının artması milletvekillerinin tekrar seçilme olasılığını arttırmaktadır.

3) Siyaset kapısı patron ve ağa çocuklarına açılıyor: Paketin 3. maddesinde seçme ve seçilme yaşı 18'e indirilmektedir.

Bu madde de makyaj niteliğinde bir maddedir. Gençliğin siyaset yapmasını her fırsatta engelleyen, üniversitelerde bildiri dağıtmayı bile yasaklayan, hapishaneleri muhalif öğrencilerle dolduran iktidarın bu maddeyle yapmak istediği gençlere siyasetin yolunu açmaktan ziyade zaten meclisi tıka basa dolduran patronların ve toprak ağalarının çocuklarına daha erkenden meclis kapılarını açmaktır. Gezi ile başlayan halk isyanında polis tarafından katledilen 14 yaşındaki Berkin Elvan'ın, gerici lümpen bir güruh tarafından dövülerek öldürülen 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz'ın ve daha nicelerinin hesabını vermeyen iktidarın gençliğin siyaset yapma hakkından bahsetmesi ikiyüzlülükten başka bir şekilde adlandırılamaz.

4)Emekçi kitlelerin baskısına tampon: Paketin 4. maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin beş yılda bir ve "…aynı günde…" yapılması öngörülmektedir.

Meclisi işlevsizleştirmenin ve işçi sınıfının meclis aracılığıyla yürütme üzerinde baskı kurmasını engellemenin yollarından biridir. Cumhurbaşkanı ve meclis aynı günde seçildiğinde hem cumhurbaşkanının hem de meclis çoğunluğunun aynı partiden olması büyük olasılıktır. Cumhurbaşkanının seçildikten sonra kıdem tazminatını kaldırdığını, asgari ücrete sıfır zam uyguladığını, enflasyonu arttıran politikalar izleyerek patronları zenginleştirip işçiyi emekçiyi işsizlikle ve sefaletle yüz yüze bıraktığını düşünelim. Cumhurbaşkanı 5 yıl boyunca bu icraatlarının hesabını sandıkta vermeyecektir. Mecliste cumhurbaşkanının her dediğini yapan çoğunluk hiç değişmeyecektir. Eğer farklı zamanlarda seçim yapılsaydı yürütme yaklaşan seçimi düşünerek emekçi kitlelerin baskısına daha açık olacaktı.

5) Patron siyasetinin sefilliği: Yedek milletvekilliği öngören madde komisyonda geri çekildi. Oylamaya sunulmadı.

Her ne kadar pakette yer almasa da bu madde ile ilgili tartışmalar patron partilerinin ne kadar kirli ve sefil bir siyaset yürüttüğünün ibret vesikası niteliğindedir. İlk başta önerilen değişiklikle mevcut milletvekillerinin ölüm, hastalık, istifa vb. sebeplerle yerinin boşalması halinde bu koltuğun yedek milletvekili ile doldurulması düşünülmüştü. AKP meclis çoğunluğunu kaybetmemek için cemaatçi milletvekillerini tasfiye edemiyor ve büyük sıkıntı çekiyordu. Kaç "Bylock’çu" milletvekili olduğu hâlâ muamma. Ancak bu değişiklik gündeme getirilir getirilmez yedek milletvekilinin önündeki vekilin ölmesi için uğraşmasından tutun da her türlü ahlâksız senaryo tartışılmaya başlandı ve sonunda AKP maddeyi geri çekmek zorunda kaldı.

6) TBMM'nin denetleme yetkisi kaldırılıyor: Anayasa değişikliği paketinin 5. maddesi ile "…Bakanlar Kurulunu ve Bakanları denetlemek…" görev ve yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görev ve yetkileri arasından çıkarılmaktadır. Ayrıca bütçe tasarısı yerine bütçe teklifi kavramı getirilmektedir.

AKP'nin referandum kampanyasında benimsediği "güçlü meclis" sloganının ne kadar büyük bir yalan olduğunun en açık göstergesidir. Meclisin, Bakanlar Kurulunu ve tek tek bakanları denetleme görev ve yetkisi olmadan nasıl güçlü olduğu söylenebilir. Ayrıca bütçe tasarısı kavramı yerine bütçe teklifi kavramının benimsenmesiyle meclisin bütçe üzerindeki denetiminin kısıtlanmasının da zemini oluşturulmuştur. Aşağıda açıklayacağımız diğer maddelerle birlikte meclisin bütçe üzerindeki etkisinin tamamen ortadan kaldırıldığı görülecektir.

7)  Yüzsüzlük hakkı: Paketin 6. maddesinde "Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bilgi edinme ve denetim yolları" kısıtlanmakta, sözlü soru önergesi ve gensoru kaldırılmaktadır.

Meclisin bilgi edinme ve denetim görev ve yetkilerini tamamen iğdiş eden bir değişikliktir. Bu kapsamda gensoru ve sözlü soru önergesi tamamen kaldırılmaktadır. Gensoru yolsuzluk yapan, halk aleyhinde icraatlara imza atan bakanların veya topyekûn hükümetin meclis tarafından denetlenmesinin ve gerektiğinde görevden uzaklaştırılmasının bir yoluydu. Meclis gensoru mekanizması olmadan hükümet üzerinde denetim yapamayacaktır. Geriye sadece yazılı soru önergesi bırakılmaktadır. Yazılı soru önergesi de 15 gün içinde yanıtlanmak üzere sadece cumhurbaşkanı yardımcılarına ve bakanlara sorulabilmektedir. Yani meclis cumhurbaşkanına soru bile yöneltemiyor. Ayrıca muhatabın sorulan sorulara halkın önünde sözlü olarak cevap verme yükümlülüğü bile yok. Örneğin cumhurbaşkanı metal işçilerinin grevini milli güvenlik gerekçesiyle yasakladı. Eski bir sendikacı milletvekili soru önergesi vererek Fransız, Amerikan şirketlerinin kârlarını koruyan bu yasaklamanın hangi somut verilerle milli güvenliği korumuş olabileceğini sorduğunda buna bir cumhurbaşkanı yardımcısı ya da bakan iki cümlelik bir kağıt parçasıyla hem de 15 gün sonra cevap verecektir. Halbuki kürsüden cevap vermek zorunda olsa kızaracak bozaracak, kekeleyecek bu yasaklamanın gerçek niteliğini herkes görebilecekti. Gerçekten de taşeron işçilerin sorunlarından atanmayan öğretmenlere, yolsuzluklardan kamudaki pek çok hak ihlaline kadar işçi ve emekçileri ilgilendiren meselelerin gündeme gelmesi ve sorumlular üzerinde baskı oluşturulması açısından sözlü soru önergeleri etkili olmuştur. Şimdi bu olanak ortadan kaldırılarak, yürütmeye hem yasa ile denetlenmeden hem de insanlar önünde sözlü olarak hesap vermeden keyfi davranabilme serbestliği sağlanmaktadır. Bu, her türlü gayri meşru icraatı yapıp halkla yüzleşmekten kaçınma hakkı yani yüzsüzlük hakkıdır.

8) İşçi ve emekçiler cumhurbaşkanı olamaz: Anayasa değişiklik paketinin 7. maddesi ile, mecliste grubu olan ya da son seçimde en az yüzde 5 oy almış partilerin kararıyla ya da 100 bin seçmenin imzasıyla cumhurbaşkanı adayı gösterilebilecektir. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra partisiyle ilişkisi kesilmeyecektir.

Tercümesi şudur: işçi ve emekçiler cumhurbaşkanı adayı olamaz, cumhurbaşkanı adayı gösteremez. Bir kere, 12 Eylül askeri darbesinin yaptığı Anayasa’da olduğu gibi bu değişiklikle de üniversite mezunu olmayanların cumhurbaşkanı olması engellenmiştir. Kapitalist düzen koşulları altında işçi ailelerinin çocuklarının üniversite okumaları ve bitirmeleri patron çocuklarına göre daha zordur. Evet, işçi sınıfının bir kısmı artık “diplomalı” denen işçilerden oluşuyor. Ama sadece bir kısmı. Genel kural, işçinin lise, hatta daha altı düzeyde bir eğitim görmüş olmasıdır. AKP bey paşa takımını hep eleştirmekte, horlanan, aşağılanan halktan yana olduğunu ileri sürmekte pek iddialıdır. Ama iş işçinin cumhurbaşkanı seçilmesine gelince, ötekilerden zırnık farkları yoktur!

Ayrıca, patron düzenine karşı işçinin emekçinin hak ve çıkarları dışında hiçbir menfaat peşinde koşmayan işçi önderleri, sermayenin milyarlar dökerek destekleyip mecliste grup kurdurduğu patron partilerinin adayı olamaz. Bu partiler bazı işçi önderlerini, manavın iyi meyveyi üste koyması gibi göstermelik olarak milletvekili yapabilirler. Ama cumhurbaşkanı yapmaları mümkün değildir. Bu sistem yerleşirse giderek, ABD'de olduğu gibi iki büyük patron partisi tarafından paylaşılacak olan siyasi arenada nüfusun ezici çoğunluğunun hak ve çıkarlarını temsil eden kişiler aday bile olamayacak. En iyi ihtimalle fişlenerek her türlü ayrımcılığa maruz kalmayı göze almış 100 bin kişi bulmaları gerekecek. Ama o 100 bin kişiyi bulduktan sonra bile milyonlara ulaşmaları, televizyonları gazeteleri parsellemiş patronlar tarafından kolaylıkla engellenebilecek. 

Partili cumhurbaşkanlığı sistemi de yine sefasını patronun süreceği, cezasını işçinin çekeceği bir sistemdir. Geçtiğimiz dönemde, cumhurbaşkanı halkoyu ile seçildiği için başından beri bir fiili durum yarattı. Beni halk seçti diyerek yetkilerinin dışına çıktı. Siyasi konularda taraf tuttu, çoğu zaman işi muhalefet partilerine hakaret etmeye kadar vardırdı. Seçimlerde her partiye eşit haklar sağlanması gerekirken, açılışlar adı altında AKP lehine daha fazla miting yapma, televizyonları tamamen kaplama olanağına kavuştu. Bunların hepsi Anayasa’ya aykırı idi. Oysa işçiler ve emekçiler mevcut yasal hakları olan sendikalaşma ya da grev hakkını kullandıklarında bile bin bir zorlukla, yaptırımla karşı karşıya kalıyor. Bahçeli'nin de desteği ile AKP şimdi Anayasa’ya aykırı fiili durumu yasallaştırmak istiyor.

Ama partili cumhurbaşkanlığı ile yeni fiili durumlar ortaya çıkacak. Cumhurbaşkanı en başta makyaj olarak pakete koyulan maddede söylendiği gibi bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı üyelerini atayacak. Ancak sonuçta bir partinin genel başkanı tarafından atanmış olan yargıçlar bu partiden bağımsız hareket edemeyecektir. Kendisini atayan partiye ve bu partinin kolu kanadı altına girmiş patrona, tüccara, toprak ağasına karşı bağımsız ve tarafsız olmasının mümkün olmadığı yeni bir fiili durum oluşmuş olacak. Aynı şey diğer tüm kamu kuruluşları için de geçerli olacak. Yine grev yasağından gidecek olursak, cumhurbaşkanının partisinin belediyesinde greve giden işçilerin özgürce toplu sözleşme yapma hakkı tamamen ortadan kalkmış olacak. Anayasa’ya aykırı şekilde grevleri yasaklansa ya da anayasal haklarını kullanarak iktidar yandaşı olmayan bir sendikayı seçmeleri engellense, başvuracakları mahkemeler de cumhurbaşkanından başlamak üzere söz konusu partinin baskısı altında karar verecekler. Üst mahkemelerin yargıçları ise zaten birazdan göreceğimiz gibi yine iktidar partisinin genel başkanı olan cumhurbaşkanı tarafından atanmış olacak. İşçiler önceki seçimlerde kime oy vermiş olursa olsunlar, bu haksız uygulama karşısında sandıkta hesap sormak istediklerinde, hem cumhurbaşkanı hem meclis seçimlerinin aynı anda yapılacağı seneyi beklemek zorunda kalacaklar.

9) Tiranlık yetkileri: Anayasa değişikliği teklifinin 8. maddesiyle Anayasa'nın 104. maddesinin neredeyse tümüyle baştan yazılması önerilmekte ve cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinin neler olduğu sıralanmaktadır.

Bu maddede sıralanan yetkiler, bir denetim ve hesap verilirliğin olmadığı da hesaba katılırsa tam anlamıyla tiranlık yetkileridir. Devletin başı olarak tanımlanan cumhurbaşkanına yürütme yetkisi tümüyle devredilmiştir. Cumhurbaşkanı yardımcılarını ve bakanları atar ama güven oyu kalktığı için bu atamaların mecliste tartışılması ve oylanması artık söz konusu olmayacaktır. Aslında öngörülen sistemde Bakanlar Kurulu, bugün sarayda istihdam edilmiş danışmanların ünvanının bakan olarak değiştirilmesinden ibarettir. Cumhurbaşkanı milli güvenlik politikasını tek başına belirleme yetkisine sahip olacaktır. Söz gelimi kendi iktidarı için tehlike oluşturan, yaptığı yolsuzluk ve hukuksuzluklar konusunda hesap sormak isteyen insanları ve grupları terör örgütü, milli güvenlik düşmanı ilan edebilecektir. OHAL'de geçirdiğimiz aylar bunun nasıl yapılacağı konusunda bize fikir verebiliyor. “15 Temmuz'da sokağa çıkıp darbeye direndiğimizde kahraman olduk, grev yapınca terörist muamelesi görüyoruz” diyen işçiler bunun en çarpıcı örneği.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılması yetkisi de cumhurbaşkanına veriliyor. Bu yetkilerle donanmış bir cumhurbaşkanının çocuklarına istendiğinde askerlik yapmaya uygun değildir raporu vermeyecek doktor ya da hastane bulmak zordur. Ya da bu çocuklar askere gitse bile nasıl bir muamele göreceği bellidir. Özetle çocukları, aynen kapitalistlerin ve kodamanların çocukları gibi bedelli askerlik yapmış ya da hiç askere gitmemiş ve gitmeyecek olan bir cumhurbaşkanı, emekçi çocuklarının kanının döküleceği savaşlara tek başına karar verecektir. 1 Mart tezkeresini hatırlayalım. Bugün cumhurbaşkanı olan Erdoğan ve partisi AKP, 2003’te Türk ordusunu ABD ile birlikte Irak'ta kullanmak ve Türkiye topraklarını ABD'nin Irak'a yönelik askeri operasyonlarına açmak için meclise tezkere sunmuştu. Bu tezkere halkın büyük tepkisi sonucunda mecliste reddedildi. Bu sistem geçtikten sonra bir daha böyle bir şey olmayacak. Türkiye'nin emekçi çocuklarının ABD ya da İsrail'in yanında kardeş halklara karşı cepheye sürülmesine tek başına cumhurbaşkanı karar verebilecek.

Cumhurbaşkanına tiranlık yetkileri veren en önemli düzenlemelerden biri de cumhurbaşkanı kararnamesi çıkartma yetkisi. Anayasa’da bu kararnamelerin yürütme yetkisi ile sınırlı olduğu, Anayasa’ya ve mevcut kanunlara aykırı olamayacağı öngörülüyor. Ama bunun denetimini kim yapacak? Anayasa değişikliğini savunan MHP'nin kendisinin vurguladığı gibi her gün Anayasa ihlali yapılan ve bunun hiçbir şekilde yasal olarak denetlenemediği bir iki buçuk yıl yaşamadık mı?

10)Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu fiilen devam ediyor: Anayasa değişikliği teklifinin 9. maddesiyle cumhurbaşkanının yargılanması imkânsız hale getiriliyor.

Cumhurbaşkanı bir suç işlerse TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğunun (301) vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebilecek; soruşturma açılmasına TBMM üye tamsayısının beşte üçünün gizli oyu ile (360) karar verilecek. Eğer her iki aşama da geçilebilirse TBMM bünyesinde 15 kişilik bir komisyon oluşturulacak ve bu komisyon raporunu iki ay içinde meclis başkanına sunacak. Soruşturma raporu tekrar mecliste görüşmeye açılacak. Yani hâlâ yargılama başlamamıştır. Bütün bunlardan sonra TBMM üye tamsayısının üçte ikisi yargılansın derse o zaman cumhurbaşkanı Yüce Divana yani Anayasa Mahkemesi’ne sevk edilebilir. Daha sonra göreceğimiz gibi cumhurbaşkanını yargılayacak mahkemenin üyelerinin çoğunluğunu atama yetkisi cumhurbaşkanının kendisine verilmektedir.

11) Saltanat maddesi: Anayasa değişikliği paketinin 10. maddesi ile cumhurbaşkanı bir ya da daha fazla cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilecek, cumhurbaşkanı herhangi bir sebeple görev başında olmadığında tüm yetkilerini cumhurbaşkanı yardımcısı kullanacak.

Cumhurbaşkanı ölürse 45 gün içinde yeniden seçime gidilecek. Bu süre zarfında cumhurbaşkanının kendi atadığı yardımcısı halk tarafından seçilmediği halde tüm yetkileri kullanabilecek. Cumhurbaşkanı yurt dışına çıktığında ya da hastalık sebebiyle görevini yapamadığında da cumhurbaşkanı yardımcısı yurt dışından dönene ya da hastalık geçinceye kadar tüm yetkileri kullanacak. Bu madde ile cumhurbaşkanı oğlunu ya da 18 yaşına basmışsa torununu cumhurbaşkanı yardımcısı yapıp tüm yetkilerini devredebilir eğer seçildikten sonra hemen hastalanırsa ve bu hastalık beş sene boyunca geçmezse tüm bu zaman zarfında yeni bir seçim yapılmadan oğul ya da torun OHAL ilan edip tüm yasaları değiştirebilecek, tüm yüksek yargıyı atayıp, devlet kurumlarının yapısını şekillendirebilecek, silahlı kuvvetlerin kullanımına karar verebilecek, asgari ücreti kaldırabilecek, sendikaları kapatabilecek ve daha pek çok tiranlık yetkisini kullanabilecek. Saltanata giden yolun kapısı ardına kadar açılacak. AKP ve MHP şimdi buna rejim değişikliği demiyor, öyle mi? 

12) Meclisin kaderi iki dudak arasında: Referanduma gidecek Anayasa değişikliğinin 11. maddesi ile cumhurbaşkanına meclisi feshetme yetkisi verilmektedir.

Mevcut durumda cumhurbaşkanı 7 Haziran sonrasında olduğu gibi hükümet kurulamadığı ya da güven oyu alamadığı durumlarda meclisi feshedip seçimlerin yenilenmesine karar verebiliyordu. Ancak yine de Anayasa’da bunu TBMM Başkanı'na danışarak yapması öngörülmüştü. Yeni değişiklik ile cumhurbaşkanı ne zaman isterse hiç kimseye danışmadan meclisi feshedip seçimleri yenileyebilecek. Meclisi zayıflatan, hiçleştiren, geleceğini tek bir kişinin keyfiyetine bırakan bir madde daha. Milletvekilleri seçime gidilirse yeniden seçilemeyecekleri korkusu içinde cumhurbaşkanının icraatına hiçbir zaman karşı çıkmayacaklar.

13) OHAL değil padişahlık ilanı: Referanduma gidecek Anayasa değişikliğinin 12. maddesi ile OHAL ilan etme yetkisi ve yürütmenin görev alanı dışında da kararname çıkartma yetkisi tek başına cumhurbaşkanına veriliyor.

Hiçbir kuruma danışma zorunluluğu olmadan OHAL ilan etme yetkisini alan cumhurbaşkanı böylece kendi yetkilerini de istediği zaman sınırsız hale getirebiliyor. Bugün OHAL altında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yapılan her şey sendika, dernek, televizyon, gazete, dergi kapatma, kamu çalışanlarını, hakimleri, savcıları, subayları kamu görevinden çıkarma ve dahası kalıcı olarak grev yasağı getirme gibi uygulamaları ve daha fazlasını yapma şansına sahip olacak.

14)Anayasa Mahkemesi’ni cumhurbaşkanına bağlayan madde: Referanduma gidecek Anayasa değişikliğinin 13. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı 15 olarak belirlenmekte ve 15 kişinin 12'sinin cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi sağlanmaktadır.

Anayasa Mahkemesi, eğer tüm engeller aşılıp da cumhurbaşkanının yargılanmasına karar verilirse onu yargılayacak olan, tüm icraatlarının Anayasa’ya uygun olup olmadığı konusunda karar verebilecek olan tek mercidir. Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı 15 olarak belirleniyor. Bu 15 kişinin 12'si doğrudan cumhurbaşkanı tarafından, kalan 3 üye de yine cumhurbaşkanının genel başkanı olduğu partinin çoğunluk olması kuvvetle muhtemel TBMM tarafından seçilecektir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi tamamen cumhurbaşkanının kontrolü altına girer. İlk değişiklik maddesinde kâğıt üstünde ifade edilen bağımsızlık ve tarafsızlık tümüyle ortadan kalkar. Yargı denetiminden azade bir tiranlığın kurulması kaçınılmazdır.

15) Tüm yargıyı cumhurbaşkanına bağlayan madde: Referanduma gidecek Anayasa değişikliğinin 14. maddesiyle Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun üye bileşimi de 13 üyenin 7'si cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek şekilde değiştirilmektedir.

Daha önce Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun üyesi olan Adalet Bakanı olmadığında ona vekâlet eden Adalet Bakanlığı Müsteşarı kurulun sürekli ve tabii üyesi haline getirilmiştir. Kurulun 5 üyesi cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Bu 5 kişiye yine cumhurbaşkanı tarafından atanan adalet bakanı ve müsteşar da eklendiğinde bağımsız ve tarafsız olması gereken yargının en üst kurulunun tamamen cumhurbaşkanına tabi kılındığı açıkça görülmektedir.

16)Bütçe yapılırken işçinin emekçinin hakkını savunmak yasak: Referanduma gidecek Anayasa değişikliğinin 15. maddesiyle bütçe yapma yetkisi cumhurbaşkanına verilmektedir; milletvekillerinin kamu idare bütçeleri hakkında gider artırıcı ve gelir azaltıcı önerilerde bulunamayacaktır.

Kamu bütçesi bir iktidarın icraatlarını hangi sınıfın yararına gerçekleştirdiğini, hangi alanlara öncelik verdiğini gösteren en önemli siyasi belgedir. Bu yetki de yine tamamen cumhurbaşkanına verilmektedir. Meclisin bütçe hakkında görüşüp onaylamak dışında neredeyse hiçbir yetkisi kalmamaktır. Milletvekillerinin gider artırıcı ve gelir azaltıcı önerilerde bulunamaması son derece çarpıcıdır. Söz gelimi bir milletvekili sağlık ve eğitim harcamalarının artırılmasını ya da asgari ücretten alınan verginin kaldırılmasını teklif dahi edemeyecektir. 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2017 tarihli 88. sayısının eki olarak verilen Öncü İşçi'de yayınlanmıştır.