Haşlanmış kurbağa

İnsanların değişim karşısındaki tepkilerini anlatmak için kullanılan bir tabir vardır: Haşlanmış kurbağa sendromu. Eğer bir kurbağayı bir anda kaynar suyun içine atarsanız, kurbağa can havliyle dışarı zıplar ve kendini kurtarır. Ama ılık bir suyun içine koyar ve ürkütmez, suyu yavaş yavaş ısıtırsanız hiç bir şey yapmaz, ta ki çıkacak hali kalmayana kadar. O zaman da çıkamaz ve haşlanıp pişer. Hükümet de aynı şeyi yapıyor. Ama o baştan söylüyor, suyu yavaş yavaş ısıtacağını. Kurbağa suyun ısıtılacağını bilse yine de suya girer miydi bilinmez ama Türk-İş ve Hak-İş balıklama atlıyor.

Gazetemizin Ağustos sayısında hükümetin yarım milyon işçinin toplu iş sözleşmesi hakkını gasp ettiğini yazmıştık. Gerekçesi ise yeni Toplu İş İlişkileri Kanunu çıkartılmadan, çalışma bakanlığı istatistiklerinin açıklanmasının bazı sendikaları yetkisiz kılacak olması idi. Faruk Çelik, 20 Eylül’de yaptığı açıklamada toplu sözleşme için bekleyen işçilere “müjde”yi verdi. Çünkü 19 Eylül’de başbakanlık konutunda Erdoğan Faruk Çelik’le birlikte Türk-İş, Hak-İş, TİSK ve TOBB başkanlarını kabul etmiş ve Toplu İş İlişkileri Kanunu üzerinde uzlaşma sağlanmıştı. Meclis açılır açılmaz kanunun ilk sıralarda ele alınması muhtemel.

 

Uzlaşmanın sağlandığı madde ise, tasarının şu ana kadar en fazla tartışılan yanlarından birisi olan işkolu barajı. Şu an yüzde 10 olan işkolu barajının, tasarı ile birlikte yüzde üçe mi yoksa yüzde bire mi indirileceği konusunda iki taraf anlaşamadığı için görüşmeler tıkanmıştı. Son toplantı ile varılan mutabakat görünürde iki tarafı da küstürmeden aslında patronların gönlünü yapan nitelikte. Faruk Çelik’in yaptığı açıklamaya göre geçişli bir sistemle ana baraj yine yüzde üç olacak. Ama hemen uygulamaya konmayacak. İlk dört yıl yüzde bir, daha sonraki iki yıl yüzde iki ve sonra da nihai olarak yüzde üç uygulanacak.

İnsanların değişim karşısındaki tepkilerini anlatmak için kullanılan bir tabir vardır: Haşlanmış kurbağa sendromu. Eğer bir kurbağayı bir anda kaynar suyun içine atarsanız, kurbağa can havliyle dışarı zıplar ve kendini kurtarır. Ama ılık bir suyun içine koyar ve ürkütmez, suyu yavaş yavaş ısıtırsanız hiç bir şey yapmaz, ta ki çıkacak hali kalmayana kadar. O zaman da çıkamaz ve haşlanıp pişer. Hükümet de aynı şeyi yapıyor. Ama o baştan söylüyor, suyu yavaş yavaş ısıtacağını. Kurbağa suyun ısıtılacağını bilse yine de suya girer miydi bilinmez ama Türk-İş ve Hak-İş balıklama atlıyor.

Aslında Türk-İş ve Hak-İş’in niyeti suya girmek değil, kendi koltuklarını korumak için, rakip olabilecek diğer sendikal güçleri suyun içine atmak. DİSK, bugün 70li yıllardaki kadar örgütlü bir konfederasyon olmadığı için Türk-İş’e bu yönüyle bir tehdit değil elbette, ama sonuçta baraj en çok DİSK’e bağlı sendikaları sarsacaktır. DİSK, Türk-İş ve Hak-İş’in uzlaşma eğilimlerini gerekçe göstererek görüşmelerden çekilmişti. 19 Eylül’de başbakanlıktaki toplantının ardından 21 Eylül’de İstanbul’daki DİSK Bölge Temsilciler Kurulu toplantısında DİSK başkanı Erol Ekici, yasaya karşı mücadeleyi yükseltme çağrısı ile bu amaçla yapılacakları sıralıyor: basın açıklamaları, oturma eylemleri, bildiri dağıtımları…

DİSK, yasaya güçlü bir cevap vermek istiyorsa yasak savmanın dışında bir etkisi olmayan basın açıklamalarını bir kenara bırakıp yüzünü işyerlerine dönmek zorundadır. Güç alacağı yerler sadece işyerleridir. Örgütlü olduğu yerlerdeki gücünü arttırmak, sendikasız işyerlerini sendikalaştırmak için mücadele etmelidir. Krizle birlikte iç içe geçecek farklı mücadele yöntemleri, olası yükselişlere karşı hazırlıklı olmalıdır. Türk-İş ve Hak-İş bürokrasisinin kimin yanında olduğu zaten belli. Ama tabandaki işçileri ayırmak lazım. Türk-İş içerisindeki Sendikal Güç Birliği Platformu, Türk-İş’in yaptığı pazarlıklar ve işbirliği karşısında kendi işçilerini ve Türk-İş içerisindeki diğer işçileri de harekete geçirmeye çalışmalıdır.

Barajların yıkıldığı, yasakların kaldırıldığı bir sendika hakkı ancak hangi sendikadan, konfederasyondan olursa olsun, diyalog ve uzlaşma değil, mücadele yöntemini kullanan işçilerin eliyle kazanılacaktır.

 

Bu yazı Gerçek  Gazetesi'nin Ekim 2012 tarihli 36. sayısında yayınlanmıştır.