Hangi değerler, kimin aklı?

Başkanlık sistemi için yapılan referandumun sonuçları Türkiye’de toplumun hali hazırda eşit güçte iki kamp arasında ayrıştığını gösteriyor: Yüzde 51’lik bir “Reis için Evet” bloku ve bunun karşısında yüzde 49’luk bir “Hayır” bloku. Bu eksende ayrışmanın temeli, bir istibdat rejimini tek adam kimliğiyle bünyesinde toplamış olan Erdoğan’ın yönetim biçimine taraf olmak ya da karşı olmak gibi görünüyor. Fakat bu görünümün ardında, Türkiye’de kârlı birikim koşullarının sürekli sekteye uğramasına karşı tutulacak yol konusunda burjuvazinin de kendi içinde söz konusu koşulların hangi politikalarla tesis edileceği konusunda birbiriyle adeta bir savaş vermesi yatıyor.

Yukarda özetlediğimiz kutuplaşmanın “Hayır” tarafında öbekleşen politik güçler yeni bir ittifak yönelişi içinde somut adımlar atmaya başladılar. Bunların başında 2019 yılında yapılacak Başkanlık seçimlerine hazırlığın bir ön adımı olarak değerlendirilebilecek CHP’nin “Adalet” yürüyüşü ile halen devam eden HDP’nin “Vicdan ve Adalet” eylemi geliyor. Bu arada çoğunluğunu liberal ve sol liberal aydınların oluşturduğu 1500’e yakın imzayla yayınlanan ve bir “ortak akla ihtiyaç olduğunu” vurgulayan “yan yanayız, bir aradayız” bildirisini de bu yönelişin bir parçası olarak sayabiliriz. Referandum sonrası “Hayır bloku” etrafında şekillenmekte olan politik yönelişe sol aydınlar (ulusalcısından liberaline, herkes kendi meşrebine göre) ya “cumhuriyetin kazanımları” ya da “AB kriterleri” açısından yaklaşıyorlar. Laiklik, adalet, demokrasi, “ortak akıl” gibi değerleri öne sürüyorlar. Oysa biz bu söylemin Batıcı büyük burjuvazinin, asıl derdinin üzerini örterek, emekçi kitleleri onun peşine takmaya hizmet ettiği kanısındayız.

O derdi bir liberal gazeteci, Aslı Aydıntaşbaş, kısa bir süre önce Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde gayet açık ifade etmişti. Aktaralım: “Ez cümle, yüzde 49 adayının güçlü bir ekonomik geçmişi ya da ekonomiyi döndürebileceği konusunda ‘güven veren’ bir ekibi olmalı. İlle de Donald Trump ya da Silvio Berlusconi gibi iş dünyası kökenli birinden söz etmiyorum; ancak ekibinde ‘tamam bu adam piyasaları rahatlatır’ dedirten insanlar olması lazım. Aslında ihtiyaç, demokrat bir Turgut Özal 2019 formülü”. İşte burjuvazinin o ya da bu politik temsilcilerinin asıl amacı budur, “piyasaları rahatlatmak”.

Oysa bunun anlamı emekçiler için gayet açık: daha fazla kâr üretilsin diye daha uzun çalışmak, daha düşük ücrete razı olmak, iş güvencesini bütünüyle yitirmek, daha ağır koşullarda çalışmak, kısaca daha fazla sömürülmek! “Adalet” yürüyüşü yapan CHP’ye ait Şişli Belediyesi’nde taşeronlaşma girişimleri nedeniyle temizlik işçilerinin işsiz kalacak olmalarından, CHP’nin de ortağı olduğu İş Bankası’nın iştiraki olan Şişecam fabrikalarında işçilerin grev hakkının gasp edilmesine ses çıkarmamasından, karşı kampta Erdoğan’ın “biz OHAL’i grevleri bastırmak için kullanıyoruz” açıklamasına kadar birçok örnek verilebilir. Nerede “demokrasi”, nerede “ortak akıl”, nerede “Cumhuriyet değerleri”? Ortak akla değil, patronların aklına, Cumhuriyet değerlerine değil, piyasanın değerlerine tâbi olmak.

Toparlayalım. Günümüzün şiddetlenen kriz ve rekabet koşullarında, Avrupa demokrasisi, cumhuriyet, adalet, etik, vicdan gibi “değer”lerden medet ummak, “can yakmayan kapitalizm” aramaya çalışmak liberal ya da ulusalcı, sol aydınların özlemlerinin bir ürünü olabilir, ancak gerçekçi değildir. Asıl çözüm, hem “Batıcı” siyasi kampın kendi peşine takmaya çalıştığı yüzde 50 ile hem de “Reisci” kampın kendi peşine takmaya çalıştığı öteki yüzde 50’nin çoğunluğunun paylaştığı ortak paydaya, yani sömürüye karşı birlikte mücadele etmelerinin koşullarını yaratmaktan geçiyor.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2017 tarihli 95. sayısında yayınlanmıştır.