Gül, Babacan, Davutoğlu’nun parti girişimleri: Denize düşene yılan; yağmurdan kaçana dolu…
Erdoğan ve müttefiklerinin yerel seçim yenilgisi AKP içindeki çatlakları arttırırken Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu ekseninde yürüyen yeni parti girişimlerini de hızlandırdı. Erdoğan, Bülent Arınç ve Cemil Çiçek gibi yeni oluşumla ilişkisinin ne olacağı belli olmayan ama muhalefetle de dirsek teması olan kişileri, Yüksek İstişare Kurulu (eski TBMM Başkanlarından oluşan bu danışma kurulunda Mehmet Ali Şahin, Köksal Toptan ve Yıldırım Akbulut da bulunuyor) icat ederek yanında tutmaya ve muhalif cepheyi bölmeye çalıştı. Ali Babacan’ın AKP kurucu üyeliğinden istifasının ardından iyice ete kemiğe bürünen girişime karşı Erdoğan cepheden saldırılara da başladı. “Ümmeti bölüyorsunuz” suçlamasının ardından “ihanet edenler bedelini ağır ödeyecek” tehdidi geldi.
Yeni parti AKP’den önce muhalefette heyecan yarattı
Yeni partilerin oy potansiyeli ve AKP’den kopartması muhtemel milletvekili sayısı tartışmalı olsa da son seçimler AKP saflarındaki en ufak bir erimenin dahi mevcut iktidarın konumunu derinden sarsabileceğini gösteriyor. Ekonomik ve siyasal krizlerle boğuşularak gidilecek (erken ya da zamanında) seçimlerde Erdoğan’ın başkanlığa tutunmasının son derece güç olacağı açık. Bu durum Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’ndan gelen inisiyatiflerin AKP’nin kendi içinden daha çok, muhalefette beklenti yaratmasına neden oldu.
Amerikan muhalefeti eski AKP’yi özlüyor
Zaten Ekrem İmamoğlu ile AKP tarzı siyasete ve siyasal İslama göz kırpan düzen muhalefeti, “AKP’nin fabrika ayarlarına dönmesi” tartışmaları ile söz konusu isimlerin girişimlerini makbul ve muteber göstermek için elinden geleni yapıyor. Öyle ya AKP’nin fabrika ayarları dediğiniz Kemal Derviş’in İMF’ci işçi düşmanı ekonomi politikalarının sürdürülmesidir. Deniz Baykal boşuna “biz ekonomide AKP ile aynı programı savunuyoruz” dememiştir. AKP’nin fabrika ayarları ABD emperyalizminin BOP Eş Başkanı olmakla övünmektir. Amerikan muhalefeti o günleri özlemektedir.
Yeni oluşum(lar) kendi içinde nasıl ayrışıyor?
Abdullah Gül, Batı emperyalizminin güdümündeki dış siyasetin, Ali Babacan ise yerli ve yabancı finans-kapital tekellerinin istediği ekonomi politikalarının sembolüdür. Davutoğlu’nda Amerikancılık da liberal işçi düşmanlığı da mevcuttur. Ancak kendisinin Gül ve Babacan ile istediği birlikteliği sağlayamadığı görülmektedir. Davutoğlu, Türkiye’yi Rusya ve İran’la karşı karşıya getiren, buna rağmen ABD’nin de rızasını tam olarak alamayan, komşularıyla güya “sıfır sorun” yaşamasını hedeflerken neredeyse hepsiyle kanlı bıçaklı hale gelmesine yol açan ve sonunda tamamen iflas etmiş bir dış politikanın temsilcisi olarak zayıf konumdadır. Gül ve Babacan, Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri ekseni ile fazlasıyla sıkı fıkı iken Davutoğlu İhvan’la ve finansörü Katar’la iş tutmaktadır. Davutoğlu’nun bu tavrı da yeni oluşumun himaye beklediği ABD ve İsrail açısından kuşku uyandırmaktadır. Gül ve Babacan, Davutoğlu ile birlikte parti kurmaktansa ayrı oluşumlarla paralel biçimde yürümeyi tercih ediyorlar. Davutoğlu’nun AKP’nin son dönemde MHP ve generallerle kurduğu ittifak yüzünden hayal kırıklığına uğrayan siyasal İslamcı çevreler üzerindeki etkisini önemli buluyorlar. O kadar Amerikancı ve İsrailciler ki bu alana seslenirken Davutoğlu’nu taşeron olarak kullanma fikri onlara çok daha sıcak geliyor.
Bir taraf Gezi’nin tasfiyecisi, öteki Kürt halkına Sri Lanka tipi saldırının yürütücüsü
Gül, Gezi isyanı döneminde cumhurbaşkanı idi. Yine aynı dönemde Başbakan Yardımcısı olan Bülent Arınç’la birlikte, Kılıçdaroğlu’nu da yanına alarak, Gezi karşısında Erdoğan’dan farklı bir politika izledi ve AKP’nin “iyi polisi” rolünü oynadı. İsyanın kaderinde söz sahibi olan çeşitli sol çevrelerin bu çıkış stratejisine olumlu yanıt vermesi sayesinde, Gezi’nin tasfiye edilmesinde Gül, en azından yeni bir düşünsel atmosfer yaratarak etkili oldu.
Buna karşılık, Davutoğlu, 2014’te her ne kadar siyasi kariyerine Abdullah Gül’e başbakan danışmanlığı yaparak başladı ise de, Erdoğan ve Gül’ün 2010’larda yolları ayrılmaya başladığında Erdoğan’ın yanında yer aldı. 2014’te Erdoğan cumhurbaşkanı olunca AKP Genel Başkanı ve başbakan oldu; bu görevlerini Erdoğan Mayıs 2016’da kendisini azledince bıraktı. Gül 2014’ten itibaren Erdoğan’ı dolaylı yollardan olsa da açık biçimde eleştirirken, Davutoğlu hem AKP’nin meclis çoğunluğunu yitirdiği 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarının yasalara aykırı biçimde ayaklar altına alınması hem de Temmuz 2015’te Suruç bombalaması, 10 Ekim’de 100’den fazla insanın ölümüyle sonuçlanan Ankara Gar patlaması ve 2015’in ikinci yarısında birçok Kürt kentinin yerle bir olması sırasında başbakanlık yaptı ve bu olayların sorumluluğunu üstlendi.
Bunları umut diye pazarlayanlar sermayenin ve emperyalizmin oyununu oynarlar
Yeni parti girişimleri başarılı olursa ne mi olur? Erdoğan ve AKP açısından hiç de iyi olmayacağı açık. Ancak bu otomatik olarak emekçi halkın çıkarına sonuçlar doğurmayacaktır. Unutmayalım AKP’nin fabrika ayarları bugünkü modifiye AKP’den daha iyi değildi. Gerek Gül ile Babacan’ın gerek Davutoğlu’nun siyasi eksenleri ortadadır. Bunların Erdoğan’ın AKP’sine karşı desteklenmesi, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenler için en azından bazı bakımlardan en ufak bir iyileşme getirmeyecektir. Hele derin bir ekonomik kriz döneminde her iki yeni partinin de işçi sınıfı düşmanlığı konusunda AKP’den aşağı kalmayan bir icraat göstereceğinden en ufak bir kuşku duyulamaz. Bunları umut diye pazarlayan kim varsa emekçi halkın mevcut iktidardan duyduğu bıkkınlığı suistimal ederek, sermayenin ve emperyalizmin oyununu oynamaktadır.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2019 tarihli 119. sayısında yayınlanmıştır.