Gezi Parkı’ndaki “Üç Harfliler”
Bir inanışa göre, isimlerini zikretmek, artık kimin ismini anıyorsanız onu, bulunulan mekâna davet etmek anlamına gelir. Sanki düşünce her şeye kadirdir ve ne zaman birini/bir şeyi düşünseniz hemen yanı başınızda bitiverecektir. “Üç harfliler”, tam da bu nedenle, cinlerin isimlerine bulunmuş bir alternatiftir.
Düşünmek, sınırları aşmak demektir. Ama öyle ki,
Mevcut Olanı gasp etmeden, onun üzerinden de atlamadan.
Ne yoksunluğunun, ne de bundan doğan hareketinin.
Ernst Bloch
Bir inanışa göre, isimlerini zikretmek, artık kimin ismini anıyorsanız onu, bulunulan mekâna davet etmek anlamına gelir. Sanki düşünce her şeye kadirdir ve ne zaman birini/bir şeyi düşünseniz hemen yanı başınızda bitiverecektir. “Üç harfliler”, tam da bu nedenle, cinlerin isimlerine bulunmuş bir alternatiftir.
Ancak ülkemizde çok uzun yıllardan beri gerek sosyal bilimciler gerekse de kimi köşe yazarlarının adını andıkları zaman birden ortaya çıkıverecek zannettikleri, bu nedenle de adını anmaktan çekinip bir çeşit “üç harfliler” gibi davrandıkları kavramlar vardır ki, bunların başında “işçi ve emekçi sınıflar” gelir. Adını söylemeyince sanki yokmuşlar gibi davranmak kolaydır, zira onlara göre, anmazsanız olmayıverirler, olur biter. Bu noktada hiç de haksızlık yapmadığımızın göstergesi, Haziran İsyanı katılımcılarına ilişkin yapılan değerlendirmeler göz önüne alınınca ortaya çıkacaktır. Zira birçoklarına göre Haziran İsyanı, “gençler”in ve herkesin başka bir şey anladığı “orta sınıflar”ın, dolayısıyla da “tuzu kurular”ın eseridir. İşçi ve emekçi sınıflarla hiçbir ilgisi yoktur.
Buradaki algıları, eski sınıf hareketlerinden farklı olarak daha çok yaşam alanına ilişkin taleplerle ortaya çıktığını ileri sürdükleri toplumsal hareketlere yönelik günümüzdeki ilgiden kaynaklanıyor. Ne var ki var olanı göz ardı ederek, Bloch’un dediği gibi onun üzerinden atlayarak bu yorumları yapmak gerçeklerle bağdaşmaz. Zira sadece Gezi Parkı’nda değil, tüm Türkiye’de mahallelere ve sokaklara taşan isyanın bütünü göz önüne alınırsa bunun gerçeği yansıtmadığı gün gibi ortaya çıkacaktır. Haziran İsyanı, bu ülkenin emekçi kesimlerinin en azından bir kısmının ellerinde yükselmiş, onların eseri olmuştur. Nasıl böyle bir sonuca ulaştığımızı kısaca açıklayalım.
Öncelikle bu türden hareketleri açıklamak için kullanılan “genç” kategorisi, ekonomik, politik ve kültürel içeriğinden bütünüyle soyutladığınız zaman gerçekte hiçbir şey ifade etmez. Örneğin “işçi” gençler mi kastedilmektedir, yoksa “öğrenci” gençler mi? Herhalde tek başına genç olmak, Gezi Parkı’na AVM yapılmasına karşı çıkmayı ya da AKP’nin otoriterleşmiş iktidarına itiraz etmeyi, olmadı bugün birçok yere yayılmış forumlara katılmayı gerektiren bir neden olmasa gerektir. Daha da önemlisi, Haziran İsyanı, sadece AKP’nin baskıcı ve otoriter uygulamalarına karşı bir tepki değil, aynı zamanda en genel olarak bu ülkede otuz yıldır uygulanan neoliberalizmin yıkıcı etkilerine yönelik bir tepkiden kaynaklandığı düşünülürse, bu durumu “gençler” ile açıklamak olanaklı değildir. Zira bu“gençler”in sosyo-ekonomik kökenlerini ve politik tutumlarını hesaba katarak konuşmuyorsak hiçbir şey ifade etmiyoruz demektir.
Diğer taraftan “orta sınıflar” yorumuna da itiraz etmek gerektir. Bir kere gerçekten bilimsel bir analizde bulunmak istiyorsak, sınıfları insanların üretim araçları karşısındaki konumlarıyla açıklamamız gerekir, tüketim alışkanlıklarıyla değil. Bu durumda “orta sınıf”, az ya da çok bir üretim aracına sahip olan ve gerektiğinde yanında ücretli işçi çalıştıran kesimlerden oluşur. Halbuki gerek Gezi Parkı’nda gerekse tüm Türkiye’de Haziran İsyanı’na katılanların profili buna uymaz. Bu eylemlerin katılımcıları, daha çok göreli olarak yüksek ücret alan, üniversite mezunu ve vasıflı çalışanlar ile üniversiteden mezun olmakla birlikte hali hazırda işsiz olan, dolayısıyla ücretli işçi olmaya aday olan kesimlerden oluşuyor görünmektedir. Hele mahallelerde yürüyenler de göz önüne alınırsa bunların daha alt kesimlerini de bu eylemlerin katılımcılarına eklemek gerekir. Öyleyse Haziran İsyanı’nın gerçek katılımcıları ve sosyal bilimcilerin adlarını anmaktan korkup “üç harfliler” olarak muamele ettikleri kesimler, ücretli işçi sınıfının vasıflı ve yüksek ücret alan bir kesimi ya da ücretli işçi olmaya aday kişilerden başkası değildir.
Elbette ki katılımcıların bahsettiğimiz kesimler olması bu isyanın baştan sona bir sınıf hareketi olduğunu göstermez. Çünkü burada belirleyici olan, katılımcılardan çok taleplerdir ki, bu talepler ekonomik bir söyleme sıçrayabilmiş değildir. Zira çekirdek diyebileceğimiz, yani sınıfın merkezi kesimini oluşturan kol işçilerinin örgütlü olarak Haziran İsyanı’na katılmamaları buradaki en önemli etken olsa gerek. İsyanın en büyük eksikliği belki de budur. Elbette bu durum sendikaların Haziran İsyanı karşısındaki tutumlarının da bir sonucudur aynı zamanda. Haziran İsyanı karşısında sendikaların eksikliği ve hatta geriliği de başka bir yazının konusu olsun.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ağustos 2013 tarihli 46. sayısında yayınlanmıştır.