Bir AKP-CHP koalisyonu

Oluşturulmaya çalışılan Yeni Dünya Düzeni ile birlikte son 30 yıldır dünyada ve Türkiye’de büyük bir dönüşüm yaşandığını söylemek artık yeni bir şey değil. Türkiye için düşünüldüğünde ise son 15 yılda bu değişim sürecinin oldukça hızlandığı ve AKP’nin bu değişim sürecinin temel siyasal aktörü olduğu söylenebilir. Elbette ki değişim sadece ekonomik alanda yeni bir sermaye birikim biçimine geçişle sınırlı değil. Her büyük ekonomik değişim sürecinin gerektirdiği gibi aynı zamanda siyasal ve toplumsal-kültürel alanlarda da önemli değişimler yaşanıyor. Ne var ki bu türden değişimler her toplumun kendi özgüllükleri çerçevesinde biçimlenir, bu nedenle her toplumda farklı biçimlerde yaşanır ve farklı türden çatışma ve uzlaşmalara yol açar.

Türkiye’de bu değişim süreci oldukça sancılı geçiyor. Üstelik bu çatışma sadece sınıflar arasında değil fakat aynı zamanda sınıf içi fraksiyonlar arasında gerçekleşiyor. 2011 seçimlerinden sonra ve özellikle de 17-25 Aralık sürecinden sonra AKP-Cemaat kavgası gibi görünen çatışmanın aslında burjuvazinin sınıf içi çatışmasının bir ifadesi olduğunu bilmeyen kalmadı. Bahsedilen değişim sürecine bir de son yıllarda yaşanan dünya ekonomik krizinin etkileri eklenince sınıf çatışmasının daha görünür olacağını, ileriki dönemde sınıf mücadelelerinin biraz daha yükseleceğini söylemek yanlış olmaz.

Diğer taraftan sermaye sınıfları arasındaki çatışma daha şiddetli yaşandı, yaşanıyor. Onlar arasındaki mesele sadece bir pazar sorunu da değil; bu çatışma hem siyasal alanda kimin söz sahibi olacağı hem de toplumsal-kültürel alanda sermaye sınıfının hangi fraksiyonunun ideolojisinin hegemonik olacağı noktasında düğümleniyor. Hem bu ayrışma hem de yaşanan ekonomik krizin olumsuz etkileri ve sermaye sahibi sınıfların bu durumdan kurtulma çabaları bugün CHP’nin arkasında estirilen rüzgarı anlamamızı sağlıyor. Şöyle ki; bu değişim sürecinde yukarıda bahsettiğimiz çatışma ve bölünmelerin sistemin meşruiyetini tehlikeye sokmaya başladığını söylemek yanlış olmaz. Zira AKP’den ve AKP politikalarından hoşnut olmayan önemli bir kesim zaten vardı, ancak bu kesim son dönemde sayıca arttı ve giderek sesini daha fazla yükseltti. AKP artık sanıldığı kadar güçlü değil. Ancak sermayedarlar açısından bu durum hem krizin olumsuz etkileri hem de değişim sürecinin meşruiyeti açısından önemli bir açmaz yaratıyor. Dolayısıyla yaşanan değişim ve dönüşümün en az çatışmayla ve yumuşak bir biçimde gerçekleşmesi özellikle sermaye sahibi sınıflar açısından hayati bir önem taşıyor. Bu durumda AKP’nin karşısında CHP’nin güçlenmesi ve bir iktidar alternatifi olarak ortaya çıkması onlar için bulunmaz nimet. Çünkü bu durum çatışmaların artmasına değil fakat daha çok bunun zayıflamasına hizmet edecektir. Zira böylesi bir durumda AKP tek başına iktidar olacak bir oy oranına ulaşamazsa önümüzdeki seçimin bir AKP-CHP koalisyonu çıkarması işten bile değil. Bu durum çatışma ve ayrışmaların artmasından ziyade bunların çözümü ve normalleşme açısından sermaye sahibi sınıflar için en mantıklı yol olarak görünüyor. Böylece toplumun büyük kısmının gözünde sistemin meşruiyetinin yeniden inşa edilmesi mümkün olabilecek.

Dolayısıyla vurguladığımız şey basitçe şudur: Sermaye sınıflarının çıkarları açısından hem sistemin meşruiyetinin yeniden kurulması hem de ekonomik krizden çıkış ve yaşanan sınıf içi çatışmanın en aza indirilip normalleşmenin ve yumuşak bir geçiş sağlayabilmenin yolu bir AKP-CHP koalisyonudur. Kılıçdaroğlu’nun laiklikten çok yoksulluğa ve işsizliğe vurgu yapması da bu çerçevede okunabilir. Bu, gerek sınıf içi gerekse sınıflar arası çatışmanın tansiyonunu düşürüp sistemin meşruiyetini yeniden oluşturma çabasıdır.

Bu nedenle HDP’nin kendi politikasını da yukarıda bahsettiğim olası koalisyona göre çizmesi daha doğru olacaktır. Zira AKP-CHP koalisyonunun gerek işçi ve emekçilerin çıkarları gerekse Kürt sorunu açısından ne tür getiri ve götürüleri olacağını şimdiden oturup düşünmek gerekir.

Bu yazı, Gerçek gazetesinin Mayıs 2015 tarihli 67. sayısında yayınlanmıştır.