Atlen Yıldırım Eğitim Semineri İstanbul’da yapıldı

Devrimci İşçi Partisi bu yıl, tüm yaz dönemi boyunca uyguladığı eğitim programının son aşaması olarak bulunduğu bölgelerde eğitim seminerleri düzenleme kararı almıştı. 18 Nisan günü kaybettiğimiz yoldaşımız Atlen Yıldırım’a ithaf edilen seminerlerin ilkini 21 Ağustos günü İstanbul’da gerçekleştirdi.

Bursa, Çorlu, Kocaeli gibi Marmara Bölgesi’nin diğer kentlerinden de partililerin katıldığı Atlen Yıldırım Eğitim Semineri, yoldaşımız Atlen Yıldırımla ilgili, onun mücadelesinden kesitler sunan sinevizyon gösterimi ile başladı. Atlen yoldaşımız şahsında hayatını kaybeden tüm devrimciler için saygı duruşu yapıldı. Bir yoldaşımızın yaptığı kısa bir açılış konuşmasının ardından oturumlara geçildi.

Dört ana oturum halinde yapılan seminerin ilk oturumunda Kurtar Tanyılmaz, “Emperyalizm teorisi” konulu sunumuna günümüz kapitalizmindeki gelişmeleri değerlendirebilmek bakımından emperyalizm olgusunu kavramanın önemine değinerek başladı. Emperyalistler arası rekabetin savaşlara yol açan dinamiklerini, bazı politikacıların ya da sermaye kesimlerinin saldırgan ve yayılmacı politikalarıyla açıklamanın doğru olmadığını belirten Tanyılmaz, başta Lenin olmak üzere devrimci Marksistlerin, bu dinamiklerin kökeninin kapitalist üretimin gelişme eğilimlerinde yattığını belirtti. Tanyılmaz, kapitalizmin 20. yüzyılın başından itibaren nitelik değiştirerek en yüksek aşaması olan emperyalizme evrilmesinin arkasında yatan temel özelliklere (rekabetin tekele dönüşmesi, finanskapitalin ortaya çıkması, sermaye ihracının belirleyici önem taşıması, dünya pazarının tekeller tarafından paylaşılması ve dünyanın emperyalist güçler arasında bölüşülmesi) somut örnekler vererek değindi. Günümüz kapitalizmindeki bazı yeni gelişmelere rağmen Lenin’in emperyalizm teorisinde saptadığı eğilimlerin, özellikle emperyalistler arası rekabetin artma eğiliminin geçerliliğini koruduğunun altını çizen Tanyılmaz, devrimci Marksistler açısından emperyalizm teorisinin günümüze ışık tutacak politik sonuçları üzerinde durarak sunumunu tamamladı.

İkinci oturumda Levent Dölek yoldaşımız Türkiye'de Anti-emperyalist mücadeleler konulu sunumu gerçekleştirdi. Sunuma yaşadığımız toprakların emperyalizmle tanıştığı dönemden başlayan yoldaşımız, milli mücadelenin anti-emperyalist mücadele geleneği içindeki yerini ele aldı. Yabancı işgaline karşı verilen mücadelenin anti-emperyalist karakterinin, Kemalizm'in burjuva sınıfsal doğası sebebiyle sınırlı kaldığı, Kemalizm'in yarı-sömürge Osmanlı'yı bu esaretten kurtararak ulusal bağımsızlık yolunda adımlar attığı ancak muassır medeniyet seviyesine ulaşmak adı altında emperyalizmle bütünleşme stratejisini güttüğünü vurguladı. Kore savaşından, 60'lı ve 70'li yıllara anti-emperyalist mücadele bayrağının sosyalistler tarafından taşındığını ifade eden yoldaşımız, bu gelenek içinde burjuva devletine karşı mücadele ederken reformizmden ve Kemalizm'den kopma yönelişini benimseyen Denizlerin, Mahirlerin ve İbrahimlerin siyasi çıkışları üzerinde özellikle durdu. Levent Dölek sunumunu yakın dönemdeki emperyalist savaşlar ve bu savaşlara karşı DİP'in benimsediği ve bugüne taşıdğı siyasi çizgi üzerinde durarak ve solu anti-emperyalist geleneğinden kopartan Avrupa Birlikçilik, sosyal forumculuk, kimlikçilik ve son olarak Kürt hareketine iltihak politikalarını eleştirerek bitirdi.

Yemek arasının ardından öğleden sonraki bölümün ilk oturumunda Armağan yoldaşımız Türkiye'de işçi mücadeleleri ve sendikalar konulu bir sunum gerçekleştirdi. Yoldaşımız Türkiye'de işçi sınıfı mücadelelerinin çok eski bir geçmişe dayandığını ifade ederek konuşmasına başladı. Türkiye işçi sınıfının tarihinde önemli dönüm noktalarını, ayırt edici yönleri ile anlattı. 1936'da çıkan İş Yasası ile grevin yasaklanmasının ardından 1961 Anayasası'nda grevin bir hak olarak tanındığını ama meclisten bu hakkı düzenleyecek grev yasasının bir türlü çıkmadığını, 1963'te Kavel işçilerinin fiili meşru grevi ile hızla çıkartıldığını söyledi. Kavel grevinin hem fabrika içindeki kazanılmış hakları savunmak hem de yeni haklar elde etmek bakımından önemine değindi. 1966'daki Paşabahçe grevinin Türk-İş'e rağmen gerçekleştirilen bir grev olduğunu, grevle dayanışma göstermeleri nedeniyle Türk-İş'ten bazı sendikaların ihraç edilmesinin DİSK'in kuruluş sürecini hızlandırdığını belirtti. 1967-1970 döneminde DİSK'in giderek güç kazanmasına karşı hükümetin sendikal hakları sınırlayan ve esas olarak DİSK'i hedef alan bir yasayı meclise getirmesi ve yasanın meclisten hızla geçmesinin ardından 15-16 Haziran büyük işçi ayaklanmasının yaşandığını söyledi. Bu ayaklanmanın ardından meclisten geçen yasanın bazı hükümlerinin iptal edilmesinin, yasaların nasıl mücadele meydanlarında yazıldığını, işçi sınıfı isterse yasaları nasıl yırtıp atabileceğini gösterdiğini belirtti. 1990-1991 dönemecinde, Zonguldak maden işçilerinin Büyük Ankara Yürüyüşü'nün bir toplu sözleşme mücadelesi olarak başlayıp nasıl Özal'ın neoliberal politikalarına karşı bir mücadeleye dönüştüğünü, mücadelenin esas olarak Türkiye Taşkömürü Kurumu'nu değil, ANAP hükümetini ve Özal'ı hedef aldığını ifade etti. Armağan yoldaşımız, bu mücadelelerin tarihimizde yer aldığını ama tarihte kalmadığını, bugün de bu mücadelelere yenilerinin eklendiğini ifade etti. 2009-2010 dönemecindeki Tekel işçilerinin mücadelesinin, Ankara'yı 78 gün boyunca zapteden Sakarya Komünü'nün, 2015 Mayıs ayında işgalli, fiili metal grevlerinin, Kavel'in, bazı yönleri ile 15-16 Haziran'ın, Zonguldak işçilerinin Büyük Ankara Yürüyüşü'nün kardeşi olduğunu belirtti. Zonguldak işçilerinin bugün yeniden mücadele sahnesine çıkmak üzere hareketlendiğini söyledi. Bu mücadeleleri bugün ileriye taşıyabilmek için geçmişin derslerini çıkarmak gerektiğini, Devrimci İşçi Partisi'nin de bu derslerle donanmış biçimde harekete öncülük edecek işçilerin partisini, devrimci bir işçi partisini inşa etmek için mücadele ettiğini vurgulayarak konuşmasını tamamladı.

Günün son sunuşunu Türkiye’de sınıf mücadeleleri konusunda Sungur Savran yaptı. Savran konuşmasına Atlen Yıldırım yoldaşın yanı sıra, 21 Ağustos 1940 tarihinde yani günü güne 76 yıl önce bu tarihte, artık belgelenmiş olduğu gibi Stalinist bürokrasinin bir ajanınca saldırıya uğradıktan sonra hayatını yitiren Ekim devriminin iki büyük önderinden biri Lev Trotskiy’i “proletarya devriminin başkomutanı” olarak selamlamakla başladı. Savran tarihe bakışta Marksizmin sınıf mücadelelerini keşfetmesinin önemine değindikten sonra, Türkiye’de kapitalizmin yerleşmesi ve finans kapital evresine geçmesi üzerine bir genel tablo çizdi. Bu arka plan üzerinde, 1923-60 dönemini siyasi hayatı hâkim sınıflar içi çelişkilerin belirlediği bir dönem olarak niteledi; 1960-80 arasının ise işçi sınıfının başka sınıf ve güçleri de harekete geçirerek burjuvaziye karşı şanlı bir mücadele verdiği bir dönem olarak açıkladı. 1980’den bu yana ise siyasi hayata, bir yandan sermayenin işçi sınıfı ve üretici köylülük başta olmak üzere emekçilere karşı büyük taarruzunun, bir yandan da yeni bir burjuva fraksiyonunun yükselmesi sonucunda burjuvazinin Batıcı-laik ve İslamcı kanatları arasında kızışan siyasi iç savaşının damga vurmuş olduğunu belirtti. AKP döneminde gerek hükümeti “yetmez ama evet” sloganıyla desteklemiş olan kanadın, gerekse hükümete karşı ordu darbesini çözüm olarak gösteren kanadın hâkim sınıfların peşine takılmış olduğunu, bugün her iki tarafın iflasının da ortada olduğunu, bu açıdan Devrimci İşçi Partisi’nin proletarya partisinin bağımsızlığını en parlak biçimde temsil eden bir çizgi izlemiş olmasının partinin yüz akı olduğunu ifade etti. Savran, DİP’in ayağını sağlam biçimde Türkiye toprağına basmasının, yani yerlileşmenin önemini de vurguladı.

Seminerin her oturumunda, sunumun ardından soru-cevap ve katkı bölümüne geçildi. Bu bölümlerde ayrıca günümüz işçi mücadelelerinden deneyimler paylaşıldı, DİP’in proletaryanın öncü partisini inşa ederken önüne çıkan görevleri tartışıldı.

Seminer DİP Genel Başkanı Sungur Savran’ın kapanış konuşmasıyla sona erdi. Devrim mücadelesini hayatımızın odağı haline getirip, özveriyle çalıştığımız sürece devrimi mutlaka göreceğimizi, tarihin bunu doğruladığını belirterek devrimci Marksizm saflarında mücadele çağrısıyla sözlerini tamamladı.