Adaletin “tuzu kokmadı”, çürüdü!
Adalet sistemi ile ilgili yapılan sohbetlerde bir dizi söze, deyime referans yapılır. Bunlardan en çok başvurulanlardan biri ise “et kokarsa tuzlanır, peki ya tuz kokarsa?” sözüdür. “Adil yargılanma” talebi ile 209 gündür ölüm orucunda olan Ebru Timtik ve yine aynı talep ile 178 gündür ölüm orucunda olan Aytaç Ünsal hakkında İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nin vermiş olduğu son karar adalet sisteminin “kokmaktan” öteye giderek resmen çürüdüğünü açıkça ortaya koymuştur.
İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, Adli Tıp Kurumu’nun “Hapishanede kalmaları uygun değildir” raporuna rağmen, tahliye talebini reddetmiş, bu iki hukukçunun hastaneye sevkine karar vermiştir. Bu karar yasaya, teamüllere ve hukuka son derece net bir biçimde aykırıdır! Üstelik mahkeme bu kararla yetinmemiş, ayrıca, “Hastane koşullarında tıbbi takip ve tedavilerinin ivedi olarak sağlanması hususunda gereğinin ifası için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına” diyerek ek bir karar daha vermiştir. Bu da yine hukuka, özellikle uluslararası hukuka bütünüyle aykırıdır! Zira bu son ifade açıkça “zorla müdahale”nin önünü açmaktadır. Oysa açlık grevine ve ölüm orucuna müdahale Dünya Tabipler Birliği’nin 1970 tarihli Tokyo Bildirgesi ve 1991 tarihli Malta Bildirgesi’ne göre yasa ve etik dışıdır!
Kamuoyu şunu çok iyi bilmelidir ki; Ebru ve Aytaç’ın talepleri artık onların şahsi veya grupsal talepleri olmaktan çıkmıştır! En temel haklardan birisi olan “adil yargılanma hakkı” bugün sadece avukatların değil, işçi sınıfının, Kürtler başta olmak üzere ezilen halkların ve onların temsilcilerinin, ezilen mezheplerin, kadınların, ezilen ve sesini yükseltmekte ısrar eden tüm kesimlerin sorunudur! Sistem bunu bildiği için en başta bu hakkın savunucuları olan avukatları hedef tahtasına koymuştur! Sıra, adım adım zaten anbean mağdur edilmeye devam edilen bu kesimlere de gelecektir! O yüzden savunma onurunu ve bayrağını yukarıda tutmaya çalışan avukatlar “şanlı devletimizin emniyet kuvvetleriyle uğraşma” yazan pusulalarla ölümle tehdit edilmekte, şiddete maruz kalmakta, baro başkanları kendi şehirlerinde “biz devletiz” sözleriyle gözdağı ve “şov” amacıyla gözaltına alınmaktadır.
Yapılması gereken öncelikle Ebru ve Aytaç’ın tahliyelerini sağlamak için başta barolar olmak üzere hukuk örgütlerinin ve tüm avukatların ayağa kalkması, genel anlamda “adil yargılanma hakkı” için ise bir bütün olarak tüm sendikaların demokratik kitle örgütlerinin de her an kendilerini de tehdit edebilecek olan bu saldırılara karşı birleşerek sesini yükseltmesidir.
“Anlatılan”, yarın sistemle hukuki arenada da karşı karşıya gelecek olan herkesin, her kurumun “hikayesi”dir!