2023 Eğitim Vizyon Belgesi: İçi boş şapka
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 23 Ekim günü Cumhurbaşkanı eşliğinde “2023 Eğitim Vizyon Belgesi”ni açıkladı. Açıklamadan çok önce, yeni bakanla birlikte bu yeni vizyon belgesinin eğitimde çığır açacağı beklentisi yaratılmıştı ki bakan daha konuşmasının başında “Bana şapkadan tavşan çıkaracakmış gibi bakmazsanız sevinirim” diyerek beklentilerin yersiz olduğunu, pek de bir şeyin düzelmeyeceğini ifade etmiş oldu. Hatta ertesi gün konuk olduğu Anadolu Ajansı programında daha da ileri giderek “Geldiğim gün çok yüksek bir beklenti oluştu. Hiçbir vaatte bulunmadan, kelime sarf etmeden böyle büyük bir beklenti oluşması benim sorumluluğum değil” dedi. Göreve ilk geldiği günden bu yana buna benzer açıklamalar yapıp duran bakan, kendisinin bu çürümüş sistemi düzeltecek yetkiye de kapasiteye de niyete de sahip olmadığını defalarca dile getirdi.
Okullar arası imkan farklılıkları azalacak, öğretmen eğitimleri geliştirilecek, sınav baskısı azalacak, okul öncesi eğitim zorunlu hale getirilecek, dersler hafifletilip teneffüsler arttırılacak gibi genel olumlu ifadeler içeren yeni vizyon belgesi de zaten bakanı doğrular nitelikte. Belgenin bütününe baktığımızda, bunların hayata geçmesinin imkansız olduğu anlaşılıyor.
Eğitimde piyasalaşma son sürat
Belgede, özel eğitim kurumlarıyla işbirliğinin arttırılacağı, haksız rekabetin önleneceği gibi ifadeler yer alırken devlet okullarının finansmanı için de bağış, döner sermaye ve içeriği net olmamakla birlikte özel sektör-sivil toplum işbirliği vurgusu yapılıyor. Buradan da anladığımız, devletin özel okullara teşviki devam ederken devlet okulları da velilerden topladıkları parayla kendi yağında kavrulacak, devletten ödenek almamaya devam edecek. Böylece okullar arası imkân farklılıklarının azalmak şöyle dursun, daha da derinleşeceğini tahmin etmek zor değil. Belgede ayrıca “Öğrencilere okurken çalışma fırsatı verilecek” ifadesi yer alıyor. Bu “fırsat”tan zengin aile çocuklarının faydalanmayacağı kesin. Okullar arası farklar derinleşirken, bu farklar öğrencilerin geleceğinde son derece belirleyici hale gelirken, elemeci sınav sistemi ve beraberinde sınav stresinin ortadan kalkması da pek mümkün gözükmüyor.
Eğitimin özelleştirilmesi eğitimin ana politikası iken, 2019 yılı için eğitim yatırımlarına ayrılan bütçenin neredeyse yarı yarıya azaldığı da göz önünde bulundurulursa okul öncesi eğitimin zorunlu hale getirilmesi de mümkün değildir. Zira bu hedef ilk defa konulmuş değil, tam on yıldır bakanlığın önündedir. Ancak bütçe yetersizliğinden ilerleme kaydedilememiştir.
Boş kalan imam hatipler aynen devam
Eğitimin son yıllardaki absürt sorunu ise ortaöğretimde ısrarla imam hatip haline getirilen okulların boş kalması, diğer okulların ise kalabalık mevcutlarla baş etmek zorunda kalmasıdır. Bu sorunun çözümü son derece basitti: İhtiyaç fazlası imam hatipler ihtiyaç olan okul türlerine dönüştürülecekti. Ancak vizyon belgesi imam hatipte ısrarcı olunacağını, bu okullara öğrenci teşviki için türlü yollar bulunacağını, özel konumlarının devam edeceğini anlatıyor. Böylelikle okullar arası eşitsizliğin ortadan kaldırılması hedefi bir darbe daha alıyor.
Öğretmenler değil, düzeniniz “kalitesiz”
Bu saydığımız problemlerin üzerini örten, hatta allayıp pullayıp çözüm olarak gösteren vizyon belgesi eğitimdeki yozlaşmanın faturasını yine öğretmenlere kesiyor. Öğrencilerin geleceksizliği, kalabalık sınıflar, öğretmeni eksik, fiziki koşulları yetersiz okullar, müfredatın bozukluğu öğretmenin suçuymuş gibi öğretmenlerin yetersizliğinden bahsediliyor. Buna çözüm olarak öğretmen adaylarına ancak atandıktan sonra pedagojik formasyon vermeyi uygun görüyor. Bir de üzerine alay eder gibi öğretmenlere sözleşmeli, güvencesiz, özlük haklarından yoksun çalışma vaadediyor.
MEB’in kendi verilerine göre ülke genelinde 117 bin öğretmen açığı bulunuyor. Bu açık, öğretmen olarak üniversitelerinden mezun olmuş öğretmen adaylarının atanmasıyla değil, bu işi yapması için açıköğetim ve iki yıllık da dahil herhangi bir yüksek öğrenim diploması göstermesi kafi olan ücretli öğretmenlerle o da kısmen kapatılıyor. Bu öğretmenler ise mevsimlik işçi gibi ve çok ucuza çalıştırılıyor. Öğretmen “kalitesini” yükseltmek salt kadrolu öğretmenleri eğitmekle olmaz. Bu konuda samimi olan önce boş kadrolara öğretmenlerin atamasını yapar. Bu da yetmez, kadroyu arttırır ki öğretmen başına düşen öğrenci sayısı azalsın. Öğretmenlerin geleceğini okul müdürünün iki dudağının arasına bırakmaz, kadro ile güvence altına alır ki huzurla mesleğini icra etsin.
Bakanın hakkı var. Göreve ilk geldiği günden beri beklentiyi yükseltenler bu durumdan ders çıkarmalı. Eğitim sistemi ne “eğitimci” bakanlarla ne de “ilerici” herhangi bir patron partisinin hükümetiyle düzelir. Başka kamu hizmetleriyle beraber eğitimin de özelleştirilmesi programı AKP’den önce de vardı, bundan sonra CHP’sinden MHP’sine, İYİ Parti’sine kim iktidar olursa onların döneminde de olacaktır. İşçi sınıfı, bu programı değiştirecek, halkın yararına düzgün bir eğitim sistemi kuracak tek güçtür!