Üniversitelerde yükselen mücadelenin hedefi Özgür Emekçiler Üniversitesi olmalı
2015’te AKP milletvekili aday adayı olmuş Melih Bulu’nun, 2 Ocak’ta Boğaziçi Üniversitesine Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle rektör olarak atanması öğrencilerin büyük tepkisini çekmiş, öğrenciler “kayyım rektör istemiyoruz” şiarıyla önce Boğaziçi Üniversitesi önünde sonra Türkiye’nin dört bir tarafında onlarca üniversitede eylemler yapmıştı. Eylemlerin hedefinde sadece Melih Bulu değil, istibdadın hemen hemen her üniversitenin başına bekçi gibi diktiği kayyımlar vardı. Öğrenciler üniversiteleri tahakküm altına alan istibdadın kayyım siyasetine karşı tepkisini “biri değil tüm kayyımlar gitsin” diyerek gösteriyor. İstibdad ise hürriyet isteyen öğrencilerin önüne yine polisini çıkarıyor, barikatlar kuruyor, şafak operasyonlarıyla öğrencilerin kapılarını kırarak gözaltına alıyor, televizyonlardan öğrencileri “terörist” ilân ediyor.
İstibdadın baskısına karşılık öğrenciler pek çok üniversitede “dayanışma” adı altında örgütler kuruyor, bu örgütler aracılığıyla üniversiteye yönelik programlarını açıklıyorlar. İstisnasız olarak her üniversite dayanışmasının ortaklaştığı bir madde tüm kayyımların gitmesi iken, çokça dile getirilen bir diğer madde ise özerk ve demokratik üniversite talebidir. Tüm kayyımların gitmesi doğru bir taleptir. Ancak bu talebi soyut ve sınıflar üstü bir “özerk ve demokratik üniversite”ye bağlamak yanlıştır. Üniversiteler toplumdan yalıtık birer “fildişi kulesi” değildir. Üniversitenin özgürlüğü sınıflar mücadelesinden bağımsız görülemez. Bugün öğrencilerle birlikte “kayyıma hayır” diyen geniş bir kesim var. Bunlar içinde üniversitenin sermaye temsilcilerinin yer aldığı mütevelli heyetleri ile özerk şekilde yönetilmesini savunanlar var. Biz istibdadın üniversiteye vurduğu kelepçeye karşı çıkarken sermayenin boyunduruğuna kapıyı açacak olan soyut bir “özerklik” talebini savunamayız.
Burjuva muhalefeti ve tekelci sermaye neden özerk üniversite istiyor?
Özerklik, siyasi iktidarın eğitimin içeriğine karışmaması anlamına gelen akademik özerklik, üniversitenin kendi kendini yönetmesi demek olan idari özerklik ve üniversitenin kendi fonlarını yönetme yetkisi olan mali özerklik olarak üçe ayrılabilir. 1980 sonrası kamu harcamalarının kademeli olarak tırpanlanmasıyla beraber üniversitelerin “kendi yağında kavrularak” bütçe oluşturması, yani kapılarını sermayeye açması anlamına gelen mali özerklik sermayenin yıllardır ellerini ovuşturarak istediği bir gelişme. Mali özerkliğini “kazanan” üniversiteler faaliyetlerini devam ettirebilmek için ticarileşecek, ürettiği bilgileri satacak, tüccarlaşan akademisyenler halk için değil sermaye için bilim üretecek. Günümüzde teknokentlerle, kariyer kulüpleriyle, bazı tüccar akademisyenlerle üniversite içerisine bir hayli nüfuz eden sermaye burada durmayacaktır. İş güvencesini kaldırarak yerine sözleşmeli personel alımını yerleştirmek, performans sistemini getirmek, üniversiteleri bağışçı iş insanlarından oluşan mütevelli heyetleriyle yönetmek, öğrenci harçlarını yükselterek mali özerkliği pekiştirmek isteyecektir. Böyle bir üniversitenin üreteceği bilim de alacağı kararlar da yapacağı seçim de lafta “özerk” ama aslında sermayenin sultası altında olacaktır! Bu yüzden üniversite dayanışmaları, istibdada karşı olduğu için ilerici olduğunu düşündüğü ancak burjuvazinin iç savaşında taraf olmaktan öteye gidemeyecek bir özerk üniversite talebinin ötesine geçmelidir.
Sırtımızı emekçi halka yaslayalım! Özgür Emekçiler Üniversitesi’ni beraber kuralım!
Özerk üniversitenin burjuva muhalefetinin ve sermayenin talebi olduğunu, yıllar önce AKP’nin de vadettiğini unutmamalıyız. Üniversite gençliğinin ufkunun, burjuvazinin sınırlarını çizdiği bu dar çerçeveye hapsedilmesine karşı çıkmalıyız. Burjuvazinin özerk üniversite modeline karşı mütevelli heyetlerinin değil işçi denetiminin olduğu, sermayenin değil emekçi halkın çıkarları için bilimin üretildiği, herkesin ücretsiz ve nitelikli eğitimden faydalanabileceği, emekçi halka üretimin bütün bilgisinin hayat boyu verildiği, politeknik eğitimin olacağı Özgür Emekçiler Üniversitesi’ni hedeflemeliyiz. Bugün Boğaziçi Üniversitesi liberal görüşlerin kalesi olarak sunulmaya çalışılıyor. Oysa Boğaziçi Üniversitesinin, Robert Kolejinin kamulaştırılmasıyla kurulmasında, 68 gençliğinin mücadelesinin izleri vardır. Bu üniversitenin kampüsleri sermayeye ve emperyalizme karşı sosyalist fikirlerin yükseldiği mekânlar olmuştur. Boğaziçi Üniversitesinin değerlerinden bahsedilecekse bizim için en önemli değerler bunlardır. Bu değerler bizim mücadelemizi emekçi halkın ekmek ve hürriyet mücadelesine bağlamaktadır. Bugün Boğaziçi Üniversitesi önünde polis barikatına yüklenen öğrenci, Gebze’de, Karaman’da, Ermenek’te, Soma’da ekmeği için istibdadın barikatlarına yüklenen işçilerle birleşmelidir. Memleketin dört bir tarafında barikatları aşmanın başka yolu yoktur!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2021 tarihli 137. sayısında yayınlanmıştır.