Post-liberalizm ya da Seul sonrası kapitalizm (3): İkinci Nicel Kolaylaştırma ve düşündürdükleri
Bu yazı 9 Aralık 2010’da BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.
Aynı başlıklı önceki yazılarımızda Obama yönetiminin mali sektörü değil de reel sektörü önceleyen bir ekonomi modeline geçiş denemesi içinde olabileceğini ve, eğer gerçekten böyle bir deneme varsa, bu denemenin neden Keynesçiliğe geri dönüş olamayacağını düşündüğümüzü anlatmıştık. Bu ve bundan sonraki yazılarımızda Obama yönetiminin neden mali sektörü değil de reel sektörü önceleyen bir ekonomi modeline geçiş denemesi içinde olabileceğini düşündüğümüzü, tarihsel bir perspektife yerleştirerek açıklamaya çalışacağız.
Obama yönetiminin mali sektörü değil de reel sektörü önceleyen bir ekonomi modeline geçiş denemesi içinde olabileceğine dair sezgimiz, ABD Merkez Bankası Başkanı Benjamin Bernanke’nin devreye sokulabileceğini aylarca önceden duyurduğu İkinci Nicel Kolaylaştırmayı –G20-Seul Zirvesiyle eşzamanlı olarak – 12 Kasım, 2010’da başlatmasının nedenlerini ana-akım ekonomi medyasındaki görüşlerden oldukça farklı bir anlamda yorumlamamızdan kaynaklanıyor. Yorumumuza geçmeden önce İkinci Nicel Kolaylaştırmanın ne olduğunu kısaca tanımlayalım. Bunun için ise, ABD’deki isimleri anlaşılamayacak denli kısaltma geleneğini takip ederek, biz de iki kısaltma yapalım: ABD Merkez Bankası’na, oradaki kısaltılmış ismiyle, Fed, İkinci Nicel Kolaylaştırmaya ise, NK2 diyelim. ABD’de bizim NK2 dediğimize, QE2 deniyor.
İkinci Nicel Kolaylaştırma (NK2) nedir?
NK2 aslında gösterdiğinden çok gizlediği ile anlamını kazanan bir terim. NK2, utangaç bir aşığın, muhtemelen başkalarının sevgilim dediğini duymasından utandığından, sevdiğine sevgilim demek yerine canım, ciğerim, güzelim ve benzeri sözlerle şifreli bir tarzda hitap etmesi gibi bir şey. Kısaca NK2, Fed’in ABD Hazinesi’ne uzun dönemli borç vermesinin saklı adı. Başka bir deyişle, NK2, utangaç aşık Fed’in, liberal iktisat ideolojisinin söylemsel varlığını sürdürdüğü bir ortamda, sevgilisi ABD Hazinesi’ne borcu doğrudan elden verdiğinde ayıplanacağından korktuğundan, bunun yerine Hazine’nin piyasaya sattığı vadesi 5 ila 10 yıl arası borçları, bunları alıp satmakla kendisinin yetkilendirmiş olduğu Goldman Sachs, JPMorgan Chase ve benzeri yatırım bankalarından satın alarak vermesi. Fed, sonrasında ABD Hazinesiyle ortak müdahalesi olmasaydı ABD finansal sistemini çökerteceği tartışmasız kabul edilen 15 Eylül 2008, Lehman Brothers iflasını takiben, belki o zaman da ne yaptığını muhalif kesim anlayamasın ya da gelişmeleri izleyenlerin kafaları iyice karışsın diye, adını yine Nicel Kolaylaştırma koyduğu bir başka alım daha yaptığından, bu seferki İkinci Nicel Kolaylaştırma olarak anılıyor. Birinci Nicel Kolaylaştırmaya da bundan sonra NK1 diyeceğiz.
NK1 de Fed’in piyasadan uzun dönemli borç alımıydı, ancak alınan uzun dönemli Hazine borçları değil, tabiri caizse yürüyen-ölü ABD bankalarının sahip olduğu batık ipotekli konut borçlarıydı. NK1 o tarihte yürüyen-ölü ABD bankalarını batık borçlardan kurtarırken, NK2 bankaları bugün hala ayakta kalabilmelerinde önemli bir rol oynayan uzun dönemli ABD Hazine borçlarından mahrum ediyor - hepsinden olmasa da, yaklaşık 875 milyar dolarlık önemli bir kısmından. Bunun 600 milyar doları doğrudan NK2’den gelirken, yaklaşık 275 milyar doları NK1 sırasında satın alınan ipotekli konut borçlarının vadeleri dolmakta olanları ödendiğinde, doğası gereği ödenen borç kadarı Fed tarafından yok edilmesi gereken para yine Fed kararıyla yok edilmeyip yeniden kullanıma sokulacağından, dolaylı olarak NK1’den geliyor. Yani NK1’in amacı mali sektörü kurtarmak olmuşken, NK2’nin amacı bu değil gibi duruyor. NK1 ve NK2 en azından bu nedenle farklılar. Diğer nedenler ise daha sonra tartışacaklarımızdan açığa çıkacaktır. Bu Nicel Kolaylaştırmaları olağan dışı kılan ise, Fed’in para politikasını yönetirken kullandığı geleneksel araçların bir yıl ve altındaki kısa vadeli Hazine borçları olmasıdır. 1907 Paniği olarak da bilinen 1907’deki ABD banka krizine cevap olarak 1913’de kurulan Fed, doğumundan NK1’e dek kayda değer bir uzun vadeli borç alımı gerçekleştirmemiştir.
NK2 yorumumuz diğer NK2 yorumlarından neden farklı?
NK2 hakkında yorumda bulunan iki okul ortaya çıkmış durumda. Birinci okula göre, NK2 yeni bir mali sektör kurtarma operasyonuyken, ikinci okul, NK2’yi ABD’nin başlattığı bir kur savaşı olarak tanımlıyor. Birinci okulun yorumuna neden katılmadığımız yukarıda belirttiklerimizden açıkça görülüyor olmalı. Yukarıdakilere ek başka bir nedenden dolayı da birinci okulun NK2’yi yanlış kavradığını düşünüyoruz. Bu makale dizimizin ilk makalesinin yazıldığı günden birkaç gün sonra, 2007’de kriz başlamadan kısa bir süre önce yayımladığı “Borç Ağı” adlı kitabıyla dikkatleri çekmiş, Amerikalı avukat Ellen Brown’ın NK2 konusunda www.marketoracle.co.uk sitesinde yazmaya başladığı yazılarında da dile getirdiği gibi, zaten ellerinde istediklerinden fazla para olan ABD bankalarının piyasaya basılacak 875 milyar dolarla yapabilecekleri çok şey olmamasıdır. Bu duruma, 9 Ekim 2010’da BirGün’de yazdığı “Bankalar Bizi Nasıl Soyuyor (Soyamıyor)?” başlıklı makalesiyle Ahmet Tonak da işaret etmişti. Şekil 1, daha NK2 başlamadan çok önce bankaların ellerindeki “fazla” (yani kullanamadıkları) parayı – ki bu “fazla” Şubat 2010’daki tepe noktasında 1,16 trilyondu – ABD reel sektör şirketleri ve tüketicilerine borç vermek istemediklerinden Fed’e “artık rezerv” olarak geri verdiklerinin resmidir. 2010 Kasım ayı sonu itibariyle bankaların Fed’e artık rezerv olarak geri verdikleri “fazla” ise 0,97 trilyon dolardır. Şubat’tan Kasım’a artık rezervlerdeki yaklaşık 189 milyar dolarlık azalma, bir süredir içlerinde Türkiye’nin de olduğu “yükselen piyasa ekonomilerine” akan sıcak parayla da ilgili olabilir mi acaba?
Şimdi ikinci okul -yani NK2’nin bir kur savaşı girişimi olduğu yorumu- hakkındaki değerlendirmemize geçelim. İkinci okula göre, Fed’in NK2 yoluyla ABD piyasasına bastığı dolarlar, bir yandan, bir önceki yazımızda altını çizdiğimiz gibi, çoğu zaten ölmüş eski, diğer yandan yeni üretken yatırımlardan beklenen kar oranlarının düşüklüğü nedeniyle olası yeni reel sektör girişimlerine ve bir yandan 2007’de başlayan kriz öncesinde yüklendikleri aşırı borç nedeniyle yeni borç alma yetenekleri zaten kısıtlı, diğer yandan sürmekte olan yüksek işsizlik nedeniyle gelirleri düşük olan hane halklarına gitmiyor. Bunlar yerine ABD’den çıkıp, faizleri ABD faizlerine görece çok daha yüksek olan aralarında Türkiye’nin de olduğu yükselen piyasa ekonomilerine sıcak para olarak gidiyor. Girdiği ülkelerde satılarak yerel paralara çevrilen dolarlar da bu çevrim sırasında doların değerini düşürüyor. NK2’nin ABD’nin başlattığı bir kur savaşı olduğu yorumunu yapanların kabaca ileri sürdüğü, ABD’nin NK2’yi, yukarıda anlatmaya çalıştığımız şekilde ucuzlayan doların yükselteceği dış talep yoluyla ihracatını artırarak dışarıdan aldığı borçlarla finanse etmekte olduğu cari açığını kapatmak amacıyla başlattığıdır. Bizim bu yoruma katılmamamızın bir çok nedeni var. Yer darlığından dolayı, bunlardan sadece en önemlileri olduğunu düşündüğümüz iki tanesini tartışacağız.
Önemli olduğunu düşündüğümüz ilk neden, Fed’in NK2 ile yapacağı uzun dönemli ABD Hazine borcu alımlarıyla piyasaya basacağı dolarların hızla azalmakta olan dolar arzını artırmaya yetmeyeceğidir. Çünkü, Fed’in NK2 ile piyasaya bastığı, daha doğrusu basacağı, 875 milyar dolar, Amerikalı finans yorumcusu Charles Hugh Smith’in[1] de 27 Eylül 2010 tarihli – ve bu yazımız yazılırken hala “güncel” – Fed Fonları Akışı verilerine dayanarak hesapladığı, yaklaşık 15 trilyon olması beklenilen dolar arzı daralması yanında devede kulaktır. Dolayısıyla, Fed’in piyasaya para basarak bir kur savaşı çıkarmayı istediğine bir an için katılsak bile, böyle bir savaşı bu koşullarda ve 875 milyar dolarla kazanması bizce mümkün değildir. Fed çalışanları bizim buradan ulaşabildiğimiz verilerden çok daha fazlasına ulaşabileceklerinden, böyle bir savaşın bu koşullarda ve bu kadar az bir parayla kazanılamayacağını bizden çok daha iyi biliyor olsalar gerektir. Zaten dolar da NK2 sonrasında hızla değersizleşmek şöyle dursun, değerlenmeye başladı.
Gelelim ikinci önemli nedene. İlk yazımızdan beri vurguladığımız IMF ve ABD Hazinesi tavır değişikliği: IMF ve ABD Hazinesi 1970’lerden yakın zamana değin neredeyse her koşulda karşı oldukları sermaye hareketlerinin denetlenmesi fikrine son bir yıldır olumlu bakıyorlar, dahası liberal ekonomi modeliyle taban tabana zıt olan bu iktisadi görüşü ayan beyan yüreklendiriyorlar. Bir önceki yazımızda Seul sonrasında başta Güney Kore olmak üzere o günlerde aralarında Türkiye’nin bulunmadığı irili ufaklı birçok devletin sermaye hareketleri üzerindeki denetimlerini sıkılaştırmaya başladıklarını belirtmiştik. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın sermaye hareketleri üzerine son günlerde yaptıkları açıklamalar, yakın bir gelecekte Türkiye’nin de sermaye hareketleri üzerindeki denetimlerini sıkılaştıran ülkeler kervanına katılabileceği izlenimi vermektedir. IMF ve ABD Hazinesi tüm dünyayı sermaye hareketlerini denetlemeye böylesi yüreklendirirken, dünyanın en büyük ilk yirmi ekonomisinden biri olan Türkiye’yi, diğerlerinden farklı olarak, caydırmaya uğraşıyor olmasa gerektir. ABD eğer kur savaşı çıkartmak istiyorsa, açıkça yanlış bir şeyler yapıyor: Sermaye denetimleri, Türkiye ve benzeri yükselen piyasa ekonomilerine akan sıcak paranın, durduramasa bile en azından hızını keser. Kur savaşı isteyen bir devlet, niye böyle bir şeyi yüreklendirsin?
Bundan sonraki yazılarımızda, bir yandan kendi NK2 yorumumuzun ayrıntılarına girerken, diğer yandan doğuşundan bu yana yakından izlediğimiz postliberal dönemin gözleyebildiğimiz gelişmelerini inceleyeceğiz. Postliberal dönem daha yeni başladı, yolunu bulması nasılsa zaman alacaktır, bu yüzden aceleye gerek yok.