Ne olacak bu kapitalizmin hali?

Bu yıl Türkiye’de gerçekleştirilen G-20 zirvesinde gündeme oturan tartışmaların başında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi Ali Koç’un kapitalizme dair yakınmaları geliyordu. Erdoğan patronlara “Biraz az kazanın, kazandıklarınızı dar gelirlilerle paylaşın” dedi. Ali Koç ise “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir” dedi. Daha sonrasında ise İstanbul Sanayi Odası Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay, Ali Koç’un kapitalizme yönelik sözlerine destek verirken “Kapitalizmin insanileştirilmesi” gerektiğini söyledi. Dünyanın önde gelen burjuvalarından Microsoft’un sahibi Bill Gates’in kısa bir süre önce iklim değişikliğinin önlenmesi konusunda bir gazete ile yaptığı röportajda, özel sektörün fosil yakıta alternatif enerji kaynakları yaratma konusunda çok bencil ve yetersiz olduğu ve çarenin devlette olduğunu söylemesi ise sosyalizmi desteklediği şeklinde yorumlara yol açmıştı.

Ne oldu, burjuvaların kafasına saksı mı düştü diye insan sormadan edemiyor. Kapitalizmin “yüksek tepeleri”nde geçtiğimiz yıllarda da buna benzer, “kapitalizmi kapitalistlerden kurtarmaya” dönük serzenişler olmuştu. Peki, son dönemde bunlar neden sıklaştı?

Şu olasılıklar akla geliyor: Sermayedarlar kapitalist üretime özgü sömürüyü hasıraltı etmek üzere bir “vahşi kapitalizm” imgesine yaslanma çabası içinde olabilirler. Böylece “üretimde sorun yok, asıl sorun bölüşümde” algısıyla sorumluluğu bazı “dış güçlere” (tefeciler, açgözlü yöneticiler, rantiyeler, yolsuzluk yapan hükümet görevlileri vb.) atmak amacındadırlar. Piyasa ekonomisinin “sağlıklı” işlemesi için devletin çeşitli düzenlemeler yapması gerektiğinin altını çizerek de talebi canlandırmaya dönük umutlara bel bağlamaktadırlar. Diğer bir olasılık, yeniden büyük bir durgunluk dalgasının üzerlerine gelmekte olduğunun farkındadırlar ve eski TÜSİAD başkanı hanımefendinin 2008 küresel finansal kriz karşısında sarf ettiği cümleyle “krizi tırnaklarını kemirerek” izlemektedirler. Üçüncü bir olasılık da işçi sınıfının ayaklanmasından duyulan korku ve bunun yarattığı endişeli ruh hali olabilir.

Bizim altını çizmek istediğimiz ise, hangi olasılık söz konusu olursa olsun, bu sürekli yakınma psikolojisinin günümüzde temel bir eğilimi açıkça ortaya koyduğu: Uluslararası ölçekte burjuvazi bunalmış durumda, kapitalizmin sorunlarını ne yönetebiliyor ne de bir çözüm üretebiliyor. Bir yandan emekçilere kemer sıktırıyor, böylece talep daha da daralıyor, öte yandan para basıyor; borçla da olsa kitleleri daha fazla tüketime yönlendiriyor. Ama hiç biri dikiş tutmuyor. Ne ekonomi canlanıyor ne yatırım yapılıyor. Çünkü sorun, maalesef çeşitli sosyalist kesimlerde de yaygın bir kanı olan, gelir dağılımının bozulması nedeniyle kitlelerin yeteri kadar tüketememesi değil; üretim uzunca bir süredir yeteri kadar kârlı olmadığı için patronların bir türlü yatırım yapmaya yanaşmamaları! Üretim “yeterince” kârlı oluncaya kadar onlar geniş emekçi kitlelerinin gelirlerini artırmaya yanaşmayacaklar, tam tersine “yapısal reformlar” adı altında ücretleri daha da aşağı çekmeye, kıdem tazminatını kaldırmaya, taşeronlaştırmaya devam edecekler. Devletin müdahalesine tam da buna isyan eden kitleleri bastırmak için daha fazla ihtiyaç duyacaklar.

Peki, bu düğüm nasıl çözülür? Kapitalizminin bir türlü sona erdirilemeyen bunalımı bu bakımdan bir yol ayrımına işaret ediyor: G-20 zirvesinde Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu Genel Sekreteri’nin Erdoğan’ın konuşmasını destekleyen sözlerle “Sizin gibi liderlere ihtiyacımız var, dünyanın umuda ihtiyacı var” diyerek işçileri sermayenin kuyruğuna takan bir politik hat izleyerek mi? Yoksa 1 Kasım seçimleri vesilesiyle de olsa, inşaat işçilerini ziyaret eden HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Türkiye’yi en iyi işçiler idare eder; işçilerden biri 6 ay ülkeye Başbakan olsa ülkenin durumu düzelir. Bu maaşla ev idare edebiliyorlarsa ülkeyi de idare edebilirler” şeklinde ifade ettiği fikrin yön verdiği, sermayeden bağımsız bir politik hattı izleyerek mi? Geçen yüzyılın bütün deneyimlerinden çıkan derslerle hatırlatalım. Birinci yolun sonu uçurumdur; ikincisi ise çözümün anahtarı.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2015 tarihli 74. sayısında yayınlanmıştır.