“Ekonomik kurtuluş savaşı” büyük bir yalandır! Türkiye’nin, işçi sınıfının ve emekçi halkın kurtuluşundan başka bir kurtuluşu yoktur!
İşçinin emekçinin mutfağı zaten yangın yerine dönmüşken, Erdoğan Türk Lirası’na hızla değer kaybettiren, doları 13 TL’nin üzerine çıkartan söylem ve politikalarıyla adeta yangına benzin döktü. Yaşanan kur şokunun kısa sürede iğneden ipliğe yapılacak zamlarla emekçi halka döneceğine hiçbir kuşku yok. Nitekim derhal akaryakıta gelen zamlarla, benzin istasyonu önünde uzayan kuyruklarla, marketlerde şeker ve sıvı yağ gibi ürünlerin sayıyla satılmaya başlamasıyla bunu görmekteyiz. İktidar halka tüm bu sıkıntılara katlanmasını salık veriyor. Bir ekonomik kurtuluş savaşı verdiğini iddia ediyor. Bu koskoca bir yalandır!
Sermaye kârını korumayı bilir, olan işçiye emekçiye olur!
Öncelikle sınıflardan ayrı bir “ekonomi” kavramı yoktur. Sermayenin hâkim sınıf olduğu kapitalist ekonomide Koçlarla, Sabancılarla, Limaklarla, Kolinlerle, inşaatçı müteahhitlerle emekçi halkın kurtuluşu aynı anda olamaz. Erdoğan izlediği politika ile dün TÜPRAŞ’ları peşkeş çekerek Koçları ihya etti, bugün devlet bütçesinden garanti adı altında müteahhitlerin kasasına hortum bağlayarak inşaat sermayesini ihya ediyor. Bakmayın Koçların, Sabancıların zaman zaman şikâyet ettiğine… Doların 12 TL’ye çıkmasıyla 220 dolara işçi çalıştırıp, dolarla avroyla ihracat yaparak onlar da ucuz işçi cennetinden hisselerini alıyor. İstibdad rejiminin kendisini finanse eden oligarklara sunduğu ayrıcalıklar hoşlarına gitmese de istibdadın sopasının işçinin emekçinin sırtına inmesinden memnunlar. Erdoğan’ın faiz politikasını eleştirip homurdanıp zaman zaman erken seçim imaları yapıp çekiliyorlar. Sermaye kendi kârlarını korumanın yolunu bir şekilde buluyor. Fatura işçiye emekçiye kesiliyor. Burada işçinin emekçinin kurtuluşu yok! İşçiye emekçiye söylenen yalanlar var. Halkı milliyetçi hamasetle uyutarak soyup soğana çevirme çabası var!
Mandacının hası iktidarda!
Soyguna karşı çıkanlara mandacı diye saldırıyor iktidar ve iktidarın medya fedaileri. Oysa burada da tam bir yalan rüzgarı esiyor! Erdoğanlı yıllar (ki bu yılların önemli bir kısmında ekonominin direksiyonunda muhalefetin göz bebeği Babacan oturmuştur) Tüpraşlardan, Petkimlerden gelip, Tekellerden Telekomlardan geçerek sonunda Şeker fabrikalarına varan, devleti üretim alanında sıfırlayan vahşi özelleştirme politikalarıyla özdeştir. Yani siyasi iktidar üretim alanında doğrudan bir etki ve tasarruf sağlayabileceği araçları kendi eliyle yok etmiştir. Dış ticaret de iktidarın kontrolünde değildir. Gümrük Birliği ile sınırlar Avrupa emperyalizmine terk edilmiş durumdadır. Hükümet Türk Lirası üzerinde dahi kontrol sahibi değildir. İşte Erdoğan Merkez Bankası yönetimini fiilen uhdesine almış dahi olsa paranın değerini kontrol edememektedir. Çünkü 12 Eylül askeri darbesinden ve işçi ve halk düşmanı Turgut Özallardan miras dövizin serbest ticareti Erdoğan’ın da kırmızı çizgisidir. Erdoğan ve AKP, tüm bu politikalarıyla, devleti üretimin dışına atanların, ekonomiyi her yönüyle emperyalist dünya pazarına zincirleyenlerin başında gelir. Mandacılığın hası iktidarın izlediği ekonomi politikalarındadır!
Özal’dan Erdoğan’a ekonomiyi emperyalizme zincirlemeye ant içenler…
Özal’ın ekonomiyi emperyalizme zincirlemek üzere başladığı işi tamamlamaya ant içmiş Erdoğan’ın Türkiye ekonomisini getirdiği yerde, devletin elindeki tek enstrüman faiz politikası olarak kalmıştır. Seçimler yaklaştığı ve erken seçim baskısı arttığı için faizleri düşürüp ekonomiye doping yapmaya kalkmışlar, döviz ve enflasyondaki artışın halkın alım gücünü zaman içinde düşüreceğini ve tepkinin az olacağını ummuşlardır. Oysa Özal’ın müridi Erdoğan’ın izlediği emperyalizme bağlı ve özelleştirmeci işçi düşmanı politikaların sonucunda ekonomi frenleri patlak, lastikleri kabak viraja giren bir araba misali, frene dokunur dokunmaz uçuruma yuvarlanmıştır. Bugün yaşanan budur!
Milletin varlıklarını satarak seçim kazanmak…
Seçimlere kadar bu politikada ısrar edeceği anlaşılan Erdoğan ve müttefikleri daha önceki seçimlerde de benzer bir süreci yaşamış, dövizdeki tırmanmayı Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarını çarçur ederek yavaşlatmaya yönelmiştir. Şimdi ise Merkez Bankası’nın net rezervleri eksiye düşmüş durumdadır. Seçim ekonomisini finanse etmek için piyasaya pompalanacak döviz rezervi yoktur. Bu çıkmaz içinde Erdoğan’ın bulduğu çarenin ülkenin varlıklarını Abu Dabi emirine, Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) ucuz fiyattan peşkeş çekmek olduğu anlaşılıyor. Zira döviz kurundaki artış dolarla TL cinsinden alınabilecek her şeyin ucuzlaması demektir. Buna işletmeler, araziler, hisse senetleri yanında siyasetçiler de dahildir! 15 Temmuz’un azmettiricisi olarak suçlanan, Erdoğan’ın dört parmaklı “Rabia”sının Suud hanedanıyla birlikte Arap dünyasındaki baş düşmanı ve darbeci katil Sisi’nin finansörü olan, Libya’da Türkiye’yle fiilen savaşan, İsrail’le en kirli anlaşmalara imza atan bu ülkenin emirine el açanlara ne denebilir?
Türkiye’nin işçi sınıfı ve emekçi halkı bu zilleti reddedecek!
Ama mesele sadece iktidarın tutarsızlığı değildir, emperyalist ve Siyonist uşağı, halk düşmanı katil BAE emirinin ayakları altına serilen sadece kırmızı halılar değil milletin onuru ve haysiyetidir. İşte “ekonomik kurtuluş savaşı” hamaseti ile Türkiye’nin emekçi halkına reva görülen muamele budur. Mesele BAE’nin kendisi de değildir. Arap düşmanlığı yapıp, IMF’yi ve Batı emperyalizmini adres gösterenler de bu ülkenin emekçi halkına aynı zilleti layık görenlerdir. Kaldı ki Ortadoğu’nun petrollerine çökmüş emirler ve şeyhleri, emperyalizmden ve Siyonizmden ayrı düşünmek de ahmaklıktır. Türkiye’nin her dilden memleketten işçi sınıfı ve emekçi halkı bu muameleyi ve aşağılanmayı reddedecektir. Soygunun üzerine geçirilmiş “ekonomik kurtuluş savaşı” maskesi düşmektedir. Türkiye’nin işçi sınıfının ve emekçi halkın kurtuluşundan başka bir kurtuluşu yoktur!