Emekçi halkın krizden çıkış programı: Döviz yasaklansın! Borsa kapatılsın! Türkiye Gümrük Birliği’nden çıksın! Fabrikalar bankalar devletin, devlet işçinin!
Devrimci İşçi Partisi 2009 yılında ABD'den başlayarak tüm dünyaya yayılan krizi en erken aşamasında bir “büyük depresyon” olarak tanımlamıştır. Daha önceki büyük depresyonlarda olduğu gibi bu krizden de orta yol çözümleriyle, sermayeyi işçi sınıfıyla uzlaştırmaya çalışan formüllerle çıkış olanaksızdır. Dünya ekonomisinin içine girdiği büyük krizden Türkiye'nin etkilenmemesi düşünülemez. Bugün dövizin dalgalanmasına odaklanan tartışmalar, yükselen döviz fiyatının bir sebep değil bir sonuç olduğu gerçeğini gizliyor. Gelişmelerin temelinde kapitalizmin krizi vardır. Bu yüzden halkı dolar bozdurmaya çağıran hükümet kampanyaları ise halkı hamasetle oyalamaktan başka bir anlam ifade etmiyor. Üstelik dolar yükselişte iken halkı dövizini bozdurmaya çağırmak, halkın küçük tasarrufunu da çarçur etmesine davettir! “Faiz lobisi” veya “15 Temmuz’un devamı” türü komplo teorileri ise AKP'nin sorumluluğu hem kendi üzerinden hem de tarih boyu sürekli kriz yaratan kapitalist sistemin üzerinden atmasına yarıyor.
Devrimci İşçi Partisi'nin krizden çıkış programı krizin doğasına uygun şekilde radikal ve kesin anti-kapitalist önlemler içermektedir. Zira krizden emekçi halkın ezilmediği, ağır bedeller ödemediği başka türlü bir çıkış yolu yoktur. Sermaye temsilcileri önerdiğimiz çözümlerin kriz yaratacağını iddia edecektir. Oysa emekçi halkın programı sermayenin krizini değil emekçinin krizini çözmeye odaklanmıştır. Kapitalist ekonominin krizinin bedelini bu krizi yaratan sermayeye ödetmeyi hedeflemektedir. DİP'in programı uygulandığında sermaye kaçacak delik arayacak, emperyalistler ve işbirlikçileri öfkelenecektir. Hepsini göğüsleriz. Çünkü biz bu toplumun yüzde 99'unu oluşturan işçi ve emekçileriz. Birleşirsek karşımızdaki sermaye cephesinin kumdan kaleler gibi yıkıldığını görebiliriz.
Programımız radikaldir, kesindir, nettir. Bu programda işçi için iş, aş, sağlıklı barınma, geleceğe umutla bakabilme vardır. Halkın geleceği üzerinde hiçbir kontrolünün olmadığı döviz, faiz ve borsanın dalgalanmalarına değil, alın teri ve el birliği ile kâr için değil ihtiyaç için yapılan üretime bağlı olacaktır.
Bu program, ulusun üretici güçlerini bir avuç sömürücü azınlığın elinden alarak halka mâl edecek programdır. Mevcut düzende fabrikalar, bankalar ve devlet sermayenindir. Bizim programımızda ise fabrikalar, bankalar devletin, devlet de işçinin emekçinin olacaktır!
Piyasa anarşisine karşı planlama: Özelleştirilen tüm kamu işletmeleri işçi denetiminde ve tazminatsız yeniden kamulaştırılsın!
Bugün devlet ekonomiyi yönetmekten acizdir. Bu yöneticilerin kabiliyetsizliği ile ilgili değildir. Bu ekonomiyi sermayenin çıkarları doğrultusunda piyasanın anarşisine terk eden bilinçli politikaların sonucudur. Türkiye'nin dev kamu şirketleri (Tüpraş, Petkim, Erdemir, Tekel vb.) büyük sermayeye peşkeş çekilmiştir. AKP iktidarının çok övündüğü özelleştirmelerle devlet sanayi üretiminde sıfırlanmıştır. Sadece inşaat yapar olmuştur. Devlet bankaları birbiri ardına özelleştirilmiştir. Tam anlamıyla kamu bankası olarak sadece Ziraat Bankası kalmıştır. Dolayısıyla bugün iktidarın uygulamaya çalıştığı faiz ve kur politikaları ekonomiyi planlamaya değil ekonomiyi tamamen eline almış sermayenin tercihlerini etkilemeye yöneliktir sadece. Büyük depresyon koşullarında ve piyasa ekonomisi çerçevesinde bu umutsuz bir çabadan ibarettir.
Krizden çıkış için öncelikle devlet ekonomiye doğrudan müdahale edebilir konuma gelmelidir. Bunun için stratejik sektörlerden başlayarak özelleştirilen tüm işletmeler işçi denetiminde ve tazminatsız yeniden kamulaştırılmalıdır. Bu şirketlerin geçmişteki gibi arpalık olmaması yolsuzluk merkezleri haline gelmemesi için işçi denetimi şarttır. Ayrıca yıllarca bu halkın sırtından milyarları gasp eden sermaye ödediği bedeli çoktan çıkarmıştır, bu milletin kamulaştırma karşılığında onlara ödeyecek tek kuruş tazminatı yoktur!
AKP'nin hamaseti değil işçi emekçinin siyaseti: Dolar yasaklansın!
En genel anlamıyla dövizdeki artışın ekonomiyi tehdit etmesinin başlıca sebebi özel sektörün 400 milyar doları aşan aşırı dış borcudur. İşçinin emekçinin ise ne bankada doları vardır ne de dolarla borçlanmıştır. Ancak dövizdeki artış yine de işçiyi emekçiyi vuruyor. Çünkü iğneden ipliğe zam geliyor, şirketler maliyet artışlarının faturasını ücretleri ve sosyal hakları kısarak, nihayet işten çıkartmalarla işçiye kesmeye çalışıyor. Dövizdeki dalgalanmalar ise parababalarının spekülasyondan milyarlar kazanmasını sağlıyor. Vatandaş döviz bürolarına koşup dolar bozdurduğunda (sattığında) ticaretin basit bir kuralı olarak bu dolarların birileri tarafından da alındığını unutmamalıyız. Peki kim alıyor bu dolarları? Bir kaç puan düşen döviz, sonrasında cumhurbaşkanının tek bir sözüyle ya da başkanlık tartışmalarının alevlenmesiyle yeniden fırladığında milyarları ceplerine indirenler kimler?
Bankalardaki tüm döviz hesapları emekçi halkın denetimine açılmak üzere şeffaflaştırılmalıdır. Halka çağrıların yapıldığı dönemlerde kimlerin ne kadar döviz stokladığı açığa çıkarılmalıdır. Dolar, Avro ve tüm döviz işlemlerinde serbestlik kaldırılmalıdır. Tüm döviz işlemleri devlet kontrolü altına alınmalıdır. Bir halkın kaderi parababalarının ve yabancı sermayenin kâr arayışının insafına terk edilemez.
Türkiye Gümrük Birliği'nden çıksın! AB'ye hayır!
Emperyalist Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği anlaşması dış ticarette devletin kontrolünü ortadan kaldırmıştır. Türkiye'nin kronik dış açık sorununu Gümrük Birliği ile birlikte çözmek olanaksızdır. Gümrük Birliği ile Türkiye'de sanayinin dışa bağımlılığı artmıştır. İhracatta rekor kıran sektörler ara mallarının neredeyse tamamını ithâl etmektedir. Dış ticaret haliyle daha güçlü olan emperyalist Avrupa sermayesinin lehine seyretmek zorundadır. Gümrük Birliği’nden fayda sağlayan, Türkiye'nin büyük sermayesidir, onların Türkiye'de ucuz işgücünü sömürüp Avrupa pazarına yüksek kârlarla mal satma olanağı yakalayan yabancı ortaklarıdır. Dış ticarette devlet tekeli olmadan bir ekonominin özgürce, emekçi halkın lehine planlanması mümkün değildir. Gümrük Birliği ve AB ile ilişkilerde göçmenler üzerinden yapılan kirli ve rezil pazarlıklar, içi boş tehditler bu toprakların insanının alnına kara leke çalmaktır. Gümrük Birliği’nden çıkmak ve AB'ye hayır demek, Kayseri pazarlığı ile değil, anti-emperyalist kararlılıkla olur.
Gümrük Birliği’nden çıkmak ve AB'ye hayır demek, kapalı ekonomiyi savunmak anlamına gelmez. Kapitalistlerin serbest ticareti sermayenin sömürü serbestliğini garanti altına alır. Biz ise bölgesel çapta uluslararası sosyalist federasyonlar savunuyoruz. Büyük güçlerin emperyalist tahakkümünün yerine uluslararası sosyalist planlamayı yerleştiriyoruz. Bir yandan emperyalizmden kopma mücadelesi veren ulusların gücünün ve dayanışmasının artması için çabalarken her ulusun dış ticaretini kendi emekçi halkının çıkarları doğrultusunda düzenleyebilme hakkını savunuyoruz.
Borsa kapatılsın! Sermaye hareketlerine devlet kontrolü! Sıcak paranın değil alınterinin hakim olduğu bir ekonomi!
AKP iktidarı 14 yıl boyunca ülke ekonomisini sıcak parayla yürüttü. Dış açıklarımızı yabancı sermayeye yüksek getiri sunarak kapattılar. Sıcak para geldiği sürece her şey iyiydi. AKP yüksek büyüme oranlarıyla övündü. Ama adı üstünde sıcak para bu. Kârı daha yüksek gördüğü ya da daha risksiz kazanç elde edeceğini düşündüğü anda kaçıp gidiyor. Ceremesini de halk ödüyor. Sermayenin gelip, kâr edip kaçmasına olanak sağlayan, sermayenin dev kumarhanesi borsa kapatılmalıdır. Geleceğimizi sıcak para ve borsa spekülasyonları ile heba etmeyecek, alınteri ile inşa edeceğiz!
Çalışma hakkı dokunulmazdır: İşçi simsarlığı büroları kapatılsın! Kiralık işçilik, taşeron ve esnek çalıştırma yasaklansın! Tüm işçi ve emekçilere iş güvencesi!
AKP iktidarı 2009 krizinin Türkiye'yi teğet geçtiğini söylemişse de gerçek böyle değildir. 2008-2009 yılları arasında tam 800 bin kişi işsizler ordusuna katılmıştır. Resmi genç işsizlik oranı yüzde 25'e çıkmıştır. Yani kriz faturası işten çıkarmalarla işçi sınıfına kesilmiştir. Teğet geçmek bir yana kriz emekçiyi can evinden vurmuştur. Bugün de adım adım işsizlik oranı yüzde 11'i geçmiş, genç işsizliği yüzde 20'yi aşmıştır.
Sermaye yaklaşan krizde çok daha büyük bir işten çıkarma saldırısına hazırlanıyor. Bunun için hazırlıklarını ilerletti. Taşerona çözüm bulmadıkları gibi, taşeronluğu, esnek çalışmayı yaygınlaştırmaya devam ediyorlar. İşçi simsarlığı yapan Özel İstihdam Büroları ve Kiralık İşçilik Yasası ile hem işçi çıkartacaklar hem de yedek işsizler ordusunu etkin şekilde çalışan işçilerin ücretlerini düşürmekte kullanabilecekler. Kıdem tazminatının kaldırılması ise sırada... Özel İstihdam Büroları kapatılmalı, kiralık işçilik yasası kaldırılmalıdır.
Çalışma hakkı temel bir haktır. Sermayenin kâr hırsına terk edilemez. İşten çıkartmak yasaklanmalı, işçi çıkartan işyerleri işçi denetiminde kamulaştırılmalıdır!
Bankalar kamulaştırılsın! Emekçi halkın borçları silinsin! Tek bir devlet bankası!
İşsiz kalmak işçiler ve emekçiler için bugün her zamankinden daha büyük bir tehdittir. Çünkü halk AKP iktidarının bilinçli politikalarıyla müteahhitleri ve parababalarını zengin etmiş, emekçiler ise boğazına kadar borca batırılmıştır. Kriz yılı 2009'da yüzde 30 seviyesinde olan hanehalkı borç yükünün harcanabilir gelire oranı bugün yüzde 50'yi geçmiş durumdadır. Bunun anlamı olası bir işten çıkartma dalgasının dün olduğundan daha büyük bir yıkım yaratma tehlikesidir.
Özel sektörü ve bankaları kurtarmak için işsizlik fonunu yağmaladıkları gibi, varlık fonu kurarak ülkenin birikimini yine sermayeye peşkeş çekiyorlar. O da yetmiyor, karın tokluğuna çalışan işçiden zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi (soygunu) ile zorla para sızdırıyorlar. Kurtarılacak olanlar tefeci bankalar ya da bir avuç asalak patron mudur? Patronların iktidarı patronları kurtarmak istiyor elbet. Ama işçi sınıfının çözümü tüm bankaların kamulaştırılması. Tek bir devlet bankası ile ekonominin merkezi şekilde planlanmasıdır. Milletin ekonomik gücünün tek devlet bankasında yoğunlaşması ile birlikte emekçi halkın temel tüketim masrafları için oluşan ve ailesi ile birlikte başına sokacak bir ev almak için girdiği borçlar silinmelidir.
Ne düşük ne yüksek faiz! Faizsiz düzen!
Faiz yükselsin mi düşsün mü? Parababaları faiz yükselsin istiyor. Müteahhitler ise vatandaşa evleri satabilmek için düşük faizden yana. Bankalar her durumda kârının peşinde. Ne de olsa onlar için en iyi müşteri borcunu ödeyemeyip sürekli faiz ödemek zorunda kalan müşteridir.
Emekçi halkın çıkarı ne düşük faizdedir ne de yüksek faizde. Düşük faiz, enflasyonu daha fazla arttırdığında ekmeği küçülen emekçi halk. Yüksek faiz yüzünden yatırımlar kısıldığında ise işsizlikle bedeli ödeyen yine emekçi halk. Emekçi halkın çıkarı faizin kaldırılmasındadır. Nedense hep bankaların faiz oranları ile aynı oranda kâr payı alarak güya faizsiz bankacılık yapıyoruz diyen din tüccarı tefecilere de karnımız tok. Modern tefeci bankacılık sisteminin toptan tasfiyesi şarttır.
Emekçi halkın programını uygulamak için işçi emekçi hükümeti!
Emekçi halkın krizden çıkış programı hiç şüphesiz ki bu programı uygulayacak bir iradeyi gerektirir. Bu irade sermaye iktidarı AKP ya da onun yancısı, milliyetçiliği Koç Holding'in çizdiği sınırların ötesine geçmeyen MHP olmadığı gibi bunların alternatifi de CHP başta olmak üzere sermayeci Amerikan muhalefeti olamaz. Emekçi halk patron partilerinden bağımsızlaşmak ve kendi siyasetini oluşturmak zorundadır.
Daha önce kime oy vermiş olursa olsun tüm işçi ve emekçiler kendi menfaatlerini ön plana alarak bir bağımsız işçi ve emekçi cephesinde birleşmelidir. Sendikalarını ve işyerlerinde oluşturdukları öz örgütlenmelerini bu cephenin inşası için seferber etmelidir. Devrimci İşçi Partisi bu cephenin en aktif ve mücadeleci unsuru olacaktır. Hedef emekçi halkı krizden çıkarmak, tüm toplumu işçi sınıfı önderliğinde yeniden eşitlik ve özgürlük temelinde inşa etmek üzere bir işçi emekçi hükümetine yürümektir!