DİP bildirisi: Emperyalizm müttefik değil düşmandır

Türkiye'de savaşın yükselmesi karşısında bir yandan milliyetçi ve ırkçı siyasetin kendine alan bulmaya çalıştığını, diğer yandan da Erdoğan'a ve AKP iktidarına karşı, savaşa karşı barış mücadelesi veren bir muhalefetin yükseldiğini görüyoruz. Bu savaş karşıtı muhalefet geniş bir koalisyon halinde hareket ediyor. Barış Bloku bu geniş koalisyonun somut ifadelerinden biri. Rojava'yla dayanışmada, DAİŞ'le mücadelede, Erdoğan'ın ve AKP iktidarının savaşına karşı çıkmakta birleşen bir blok olarak ilerici bir karakter taşıyan bu birliktelik, diğer yandan net bir anti-emperyalist duruşa sahip değil. Ancak bu koalisyonun son dönemde Blokun siyasi ekseninin merkezinde yer alan HDP'nin aracılığıyla (CHP ve liberallerin de aktif desteğiyle) emperyalist unsurları da kapsayacak şekilde genişletilmesi söz konusu. Açıkça söylenmese de, Rojava'da ABD merkezli emperyalist koalisyon ile PYD/YPG arasındaki askeri işbirliği bu genişlemenin meşrulaştırıcı gerekçesi olarak öne çıkartılıyor. Erdoğan ve AKP'nin AB ile olan ilişkilerinin çok sıcak olmaması, AB emperyalizminin de müttefikler hanesine yazılmasına neden oluyor. Liberal unsurlar zaten emperyalizmi allayıp pullama konusunda kötü niyetli bir perspektife sahipler. AKP'ye karşı Amerikan muhalefeti olarak nitelendirdiğimiz eksenin başat unsuru CHP'nin milletvekilleri de zaten Blokun siyasi olarak zayıf halkaları. Ancak emperyalizmi müttefik olarak gören anlayışın somutlandığı adımlar bunlardan değil HDP cephesinden geliyor.

Kod adı "uluslararası toplum", gerçek adı emperyalizm

İlk adım Suruç katliamının ardından İstanbul'da gerçekleştirilen ilk barış yürüyüşü için HDP Eş Genel Başkanları'nın "uluslararası toplum"a yaptığı çağrı idi. İngilizce (!) olarak yapılan çağrı Türkiye kamuoyuna sendikacılar ve parlamenterlerin katılımı olarak yansıtıldı. "Uluslararası toplum" emperyalizmin diplomatik kod adıdır. Bunlar, Yugoslavya'yı parçalayanlar, Afganistan'ı, Irak'ı işgal edenler, Afrika'da soykırımları el altından destekleyip, Ukrayna'da Nazilerin de ortağı olduğu iktidara hamilik yapanlardır. Ama dünyada "uluslararası toplum" kod adıyla anılıp tüm suçlarını insan hakları ve demokrasi adına yaptıklarına inanılmasını isterler. Bu gerçeklerin HDP eşbaşkanları tarafından, hele ki Ezilenlerin Sosyalist Partisi Genel Başkanlığı yapmış olan Figen Yüksekdağ tarafından bilinmediğini düşünemeyiz. Bu çağrı yapıldığı dönemde cepheden bir eleştiri yapmadıysak bu, Suruç katliamına ve savaşın başlatılmasına karşı yapılacak yürüyüşün devlet baskısıyla karşı karşıya olması, yasaklanması ve esas öne çıkarılması gerekenin bu baskı ve iktidarın katliamdaki sorumluluğu olmasındandır. Ayrıca HDP'nin çağrısı emperyalist merkezlerin elçiliklerinde somut bir yankı da bulmamıştır.

"Avrupa Birliği'ne baskı yapma, NATO'ya belirgin rol alma" çağrısı

Ancak emperyalizmi müttefik olarak gören yaklaşımın tek ifadesi bu çağrı olmadı. Demirtaş, Brüksel'e yaptığı ziyarette, bizim açımızdan bir emperyalist merkez olduğu tartışılmaz olan Avrupa Birliği'ni müzakerelerin devamı ve ateşkes için baskı yapmaya çağırdı. Ukrayna'da Nazilere verdiği vekâletle savaş yürüten, Yunanistan emekçi halkının boğazına sarılan AB'den hâlâ medet umulması çok acı. Ancak bu ziyarette daha çarpıcı olan Demirtaş'ın NATO'nun süreçte daha belirgin bir rol almasını istemesiydi. Bu çizgiye paralel olarak Erdoğan ve AKP iktidarı yine HDP tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmak üzere Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'ne şikâyet edildi.

Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne başvuru: Kimi kime şikayet ediyoruz?

Erdoğan ve AKP iktidarı halkına karşı apaçık hak ihlallerinde bulunmuş, savaş suçları da işlemiş ve işlemektedir. Ancak iki sebepten bu sürecin BM Güvenlik Konseyi'ne taşınması yanlıştır. Birincisi, kimi kime şikâyet ediyoruz? BM Güvenlik Konseyi'nin Rusya ve Çin dışında kalan emperyalist üyeleri (ABD, Britanya ve Fransa) zaten Ortadoğu'daki mezhep savaşının baş destekçileri ve finansörleri, bu  savaşın aktif kışkırtıcısı olan İsrail Siyonizmi'nin de hamileridir. Bunlar ayrıca kendileri dünyanın dört bir köşesinde yarın mutlaka yargılanması gereken sayısız suçu işlemiş ülkelerdir.

Erdoğan'ı ve AKP'yi emperyalistler değil halk yargılamalı

İkincisi, Erdoğan'ın suçlarının yargılanması için halk yolu açmıştır. AKP'yi mecliste azınlığa düşürmüştür. Bu durumda yolsuzluklardan MİT’in TIR skandalına kadar suçların açığa çıkması için, 80 milletvekili ile mecliste olan bir hareketin yapabilecekleri Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne başvurmaktan çok daha etkilidir. Eğer Erdoğan ve AKP hükümeti ile emperyalist merkezler tam anlamıyla köprüleri atarsa zaten kimse merak etmesin HDP'nin  ve solcuların (son dönemde milliyetçi sol bir yaklaşıma sahip HKP'nin de UCM'ye şikayet de bulunduğu biliniyor) şikâyetinden önce bu mekanizmaları çalıştıracak birileri olacaktır. Ancak o zamanda bu emperyalist mahkemeler, Erdoğan'ın ve AKP'nin halka karşı işlediği suçları cezalandırmak için değil, esas olarak Türkiye'de emperyalizme bağımlılığı tahkim edecek bir rejimi güvence altına almak için çalışacaktır. Hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak netlikte söylemek gerekir ki, biz Devrimci Marksistler, Erdoğan'ın ve AKP'nin bu şekilde yargılanmasına karşı çıkarız. Halkına karşı suçlar işleyen diktatörler olan Saddam'ın, Kaddafi'nin, Miloşeviç'in bu şekilde yargılanmasına karşı çıktığımız gibi. Bu yargılamaların ne amaçla yapıldığını somut olarak görmek isteyenler bugün Yugoslavya'nın parçalarının nasıl AB sömürgesine dönüştüğüne, Irak'ın nasıl iç savaşın pençesine yuvarlandığına ve Libya'nın nasıl bir barbarlık coğrafyasına dönüştüğüne bakabilirler.

Bu savaş sadece Erdoğan'ın değil emperyalizmin de savaşıdır

Türkiye'de yükselen savaşı Erdoğan'ın savaşı olarak tanımlıyoruz. Erdoğan'ın AKP'yi iktidarda tutmak, başkanlık hedefini sürdürmek ve en önemlisi de  boğazına kadar batmış olduğu yolsuzlukların ve Suriye savaşındaki suçlarının üzerini kapatmak için savaşı kışkırttığı bir gerçek. Erdoğan, bu savaşı bir anlamda da HDP'yi baraj altında bırakmak için yükselttiğine göre HDP'nin politik pozisyonu son derece önemli. HDP cephesinden meseleye baktığımızda savaşın Erdoğan'ın savaşı olduğu noktasında yeterince bir berraklık mevcut. Ancak bu savaşın Erdoğan'ın savaşı olması, sadece Erdoğan'ın savaşı olduğu anlamına gelmez. Bu savaş, Gerçek gazetesinin son sayısının başyazısında da ifade ettiğimiz gibi, aynı zamanda emperyalizmin ve sermayenin de savaşıdır.

Biz savaşın bu karakteri üzerinde özellikle ve ısrarla duruyoruz. Zira Türkiye'de milliyetçiliğin gerçek yüzünün ortaya çıktığı nokta tam da burası. Vatan savunması edebiyatı ile emperyalizmin ve Siyonizmin yanında saf tutanlar, sermayenin çıkarlarını savunanlar apaçık ikiyüzlü ve sahtekârdırlar. Bu gerçeği başyazımızda şu sözlerle ifade etmiştik:

"DAİŞ çetelerinin 31 gencimizi katlettiği bir terör saldırısını bile savaş için fırsat bilenler, savaşın yükselmesiyle oluşan toz duman içinde işçinin, kamu emekçisinin üstüne polisi saldırtanlar bunlardır. Vatan savunması diyenler yalan söylüyor! Memleketin Çukurovası’nda Amerikan savaş uçakları özgürce bombalarını yükleyip uçtuğu, Malatya’nın dağlarında emperyalizme ve İsrail Siyonizmine radar kalkanı sağlandığı, garnizonlarda ulusal bayrağın yanında NATO bayrağı dalgalandığı sürece, vatan savunması yalandır! Ne diyeceklerdi evlatlarımıza? Erdoğan’ın sarayı, Amerika’nın çıkarı, İsrail’in güvenliği, sermayenin kasası için sizi feda ediyoruz mu diyeceklerdi?" (“İşçiler, Erdoğan'ın savaşı bizim savaşımız değil! Erdoğan’ın, emperyalizmin, sermayenin savaşına feda olma!” 08-08-2015)

ABD Kürtlere ihanet etmiyor, baştan beri Kürtlere düşman

Bizim bu yaklaşımımız somut gelişmelerle de doğrulanmaktadır. ABD ile Erdoğan ve AKP iktidarının İncirlik üzerinde yaptığı anlaşma ile birlikte, hükümetin savaş uçaklarının Kürdistan'da hava bombardımanına başlaması, Kürt illerinde sivil katliamları gerçekleştirmesi, DAİŞ'e karşı göstermelik, sola ve Kürt hareketine karşı ise güçlü bir gözaltı ve tutuklama dalgası başlatması göz önündeki gerçeklerdir. ABD emperyalizmi yetkili ağızlardan tüm bunları Türkiye'nin kendini savunması olarak gördüğünü açıklamıştır. Tüm bunlar ortadayken Demirtaş'ın Washington Post yazarı Siyonist David Ignatius'a verdiği demeçte ABD'nin İncirlik anlaşmasında Kürtlere ihanet ettiğine inanmadığını ve DAİŞ'e karşı her türlü önlemi desteklediğini öğreniyoruz. (Geçerken söyleyelim: Ignatius, bizce Türkiye'li bir politikacının demeç vermemesi gereken bir gazetecidir. Davos’ta Tayyip Erdoğan’a Ortadoğu halklarının gözünde büyük prestij kazandıran Davos “one minute” olayında Erdoğan’ın kolunu tutarak kendine söz hakkı elde etmeye çalıştığı gazetecidir Ignatius!)

Biz, ABD'nin İncirlik anlaşması ile Kürtlere ihanet ettiğini değil, baştan beri tüm Ortadoğu halkları gibi Kürt halkına da düşman olduğunu söylüyoruz. Dahası, İncirlik'in ABD savaş uçaklarının aktif kullanılmasına karşı olduğumuz gibi İncirlik üssünün, Kürecik Radar üssü ve tüm diğer yabancı üslerle birlikte kapatılmasını savunuyoruz. Nihayet bırakın NATO'nun bölgede aktif rol almasında ilerici bir yan görmeyi, Türkiye'nin NATO'dan çıkmasını ve emperyalist silahlı güçlerin tüm bölgeden kovulmasını istiyoruz. Emperyalistlerin içinde yer aldığı ve DAİŞ'e karşı olduğu iddia edilen hiçbir önlem, uygulama, girişim ya da anlaşma bu tavrımızı değiştirmeyecektir.

ABD bugün DAİŞ’e karşı Ortadoğu’nun gerici kral ve diktatörlerini de yanına almış, hava bombardımanı yapıyor. Yarın bu bölgede bir devrim patlak versin ya da ilerici, anti-emperyalist karakter taşıyan bir örgüt bir savaş başlatsın, ABD’nin bugün uzak durduğu, AKP Türkiye’sini de yakın durduğu için eleştirdiği o bütün tekfirci, mezhepçi örgütleri, en başta da bunların en güçlüsü DAİŞ’i kullanmayacağına bizi temin etme cesaretini gösteren var mı?

Anti-emperyalist olmayan bir ilerici alternatif yok

HDP, CHP ve liberal çevrelerden yükselen politika ise tam tersi istikamette. Bu istikamet, halkı emperyalistlerin gerçek rolü  konusunda aldatmaktadır. Halklarda emperyalizmin desteği olmadan felaketlerin kader olacağı konusundaki yanlış bir inancı pekiştirmektedir. Milliyetçi, ırkçı ve faşist siyasi odakları siyasi olarak teşhir edecek yerde, bu kesimlerin demagojilerine zemin sunmaktadır. En önemlisi, sadece Türk ve Kürt halklarının arasında değil, Arap ve İran halkları ile de birliğin, mezhep savaşını boşa düşürmenin tek zemini olan anti-emperyalizmi tamamen perspektif dışına çıkarmaktadır. Emperyalizme karşı net bir duruş ortaya koymadan savaşa karşı barış mücadelesi verecek bir muhalefetin ilerici karakterini koruma olanakları giderek tükenmektedir.

Hevallerimizi ve HDP içindeki sosyalistleri, Türkiye solunun büyük tarihi kazanımı olan NATO düşmanlığı da dâhil olmak üzere, anti-emperyalizmin bütün dayanaklarını teker teker tasfiye eden bu politikadan uzaklaşmaya, Erdoğan’a karşı bu topraklarda seçimlerden sonra henüz zerresi bile kullanılmamış olan muhalefet olanaklarına başvurmaya, meclisi derhal toplanmaya zorlamaya, 17-25 Aralık yolsuzluklarının ve MİT TIR’larının hesabını sormak üzere derhal bir komisyon kurulması için girişimde bulunmaya, CHP’nin Amerikancı çizgisinden bağımsız, bütün solun ve kitle hareketinin bir arada destekleyebileceği mücadele platformları oluşturmaya, bir AKP azınlık hükümetinin (MHP desteği ya da başka anlaşmalar yoluyla) Türkiye’yi 7 Haziran’dan sonra en az bir yıla yakın bir süre boyunca yönetmesi projesine cepheden karşı çıkan bir  mücadeleye çağırıyoruz. Kürdün ve Türkün bu kâbustan kurtuluşunun ve yeniden kardeşleşmesinin yolu buradan geçiyor. Emperyalizmden medet ummaktan değil.

Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi