DİP 6. Kongre Belgeleri (3): İşçi sınıfı enternasyonalizmi insanlığın kurtuluşu olacaktır!

Devrimci İşçi Partisi 6. Kongre kapak 3

Gerçek gazetesi ve internet sitesinde daha önce haberleştirdiğimiz Devrimci İşçi Partisi'nin 6. Kongresi'nin kararlarından dünya çapında siyasal durumun analizi ve bu analizden çıkan görevlerin yer aldığı "İşçi sınıfı enternasyonalizmi insanlığın kurtuluşu olacaktır!" başlıklı kararı aşağıda yayınlıyoruz. Kongre ile ilgili tüm belgelere buradan ulaşabilirsiniz. 

 

1. Dünyanın politik durumunu bir süredir belirleyen eğilimler bu dönemde de aynı rolü daha da yüksek perdeden oynamaya devam ediyor. Emperyalizmin Çin’e ve Rusya’ya karşı uygulamakta olduğu kuşatma, çevreleme, tahrik, köşeye sıkıştırma politikası, Üçüncü Dünya Savaşı riskini gittikçe arttırıyor. Faşizm, özellikle emperyalist ülkelerde olmak üzere, ama artan ölçüde emperyalizme tâbi ülkelerin bazılarında da yükseliyor. Emperyalist ülkelerde Müslümanları açıkça hedef alan faşizmin karşı kutbunda tekfirci-mezhepçi hareketler de güçleniyor. Dünya devriminin 2011 yılında açılan üçüncü dalgası 2013’te duraladıktan sonra 2019’da yeniden ayağa kalktı ancak Covid-19 ve başka nedenlerden dolayı yine geri çekildi. Ancak Covid-19 döneminde bile bazı ülkelerde büyük kitle mücadeleleri ve halk isyanları boy verdi (ABD’de Siyah Hayatlar Önemlidir, Latin Amerika ülkesi Kolombiya’da aylar süren bir grev ve isyan).

Bu büyük siyasi cereyanların arka planında döneme damgasını vuran birtakım sosyo-ekonomik ve doğal olaylar mevcut. Bütün bu kargaşayı esas harekete geçiren, 2008’de dünya finans piyasalarının çöküşünden sonra başlayan büyük ekonomik durgunluk dönemi, yani kapitalizmin daha önce yaşadığı iki büyük depresyona (19. yüzyıl sonu ve 1930’lu yıllar) benzer bir dönem olan Üçüncü Büyük Depresyon oldu. Son dönemde Koronavirüs ya da Covid-19 olarak anılan virüs nedeniyle başlayan salgın hem ekonomik iniş çıkışlara hem de politik hayata kendi özel damgasını vurdu. Başta karbondioksit olmak üzere sera gazları olarak anılan gazların düzeyinin insan toplumlarının ekonomik faaliyet tarzı dolayısıyla yükselmesi sonucunda ortaya çıkan iklim değişikliği ise aşırı iklim olaylarıyla uyarılar yapıyor, insanlığın geleceğini tehdit ediyor.

2. İçinde yaşadığımız dönemi en derinden belirleyen ve emekçi sınıfların ekonomik durumuna da doğrudan damgasını vuran Üçüncü Büyük Depresyon hâlâ etkisini sürdürüyor. Başta Amerikan devleti olmak üzere kapitalist hükümetlerin yaptığı büyük harcamalar ve faiz hadlerinin çok düşük tutulması, yarattığı toplam talebe rağmen krizi ortadan kaldıramıyor. Büyüme, salgının temposuna bağlı olarak zaman zaman hızlansa da, ardından birtakım sınırlarla karşılaşıyor ve dünya ekonomisi yine durgunlaşıyor. Böyle dönemlerde sermaye politik, ideolojik, askerî vb. alanlarda büyük sarsıntılar gerçekleşmedikçe ayağa kalkamaz. Bu kriz, kapitalizmin tarihî bir sistem olarak gerilemesinin, insanlığın sorunlarına cevap veremez hale gelmesinin ürünü ve ifadesidir. Ekonomi artık planlama istiyor. Sermaye kendi krizini aşmak için radikal önlemler arayışı içindedir. İşçi sınıfının alternatifinin de radikal olması mümkün ve gereklidir. Dünya çapında kitlelerin ihtiyaçlarını öne çıkaran bir programla, bugünün sorunlarından hareketle ancak işçi sınıfı iktidara geçtiğinde gerçekleşebilecek somut geçiş talepleriyle proletarya partilerinin iktidar için mücadele etmesi tek seçenektir.

3. Bilim aşıyı bularak Covid-19 salgınının çözümünü ortaya koyduğu halde, salgın devam ediyor ve daha da edeceği belli. Aşıya rağmen bütün dünyanın Covid-19 belasını atlatamamasının nedeni kapitalist hırs (yani uluslararası ilaç şirketlerinin tekelci kâr elde etme mücadelesi) ve aşı milliyetçiliği (yani emperyalist ülkelerin aşırı istifçilik yoluyla yoksul ülkelerin aşıya erişmesini engellemesi). Bu demektir ki, kapitalizm pandemi karşısında sadece salgını durdurmak için zamanında ve doğru kaynak dağılımını sağlayamamakla, işçi ve emekçiyi açlıkla hastalık arasında kıstırılmış bırakmakla, virüsün en tehlikeli olduğu dönemlerde işçi sınıfını fabrikalara sürmekle kalmadı, aynı zamanda kendi sosyo-ekonomik mantığı dolayısıyla çözümü engelliyor, virüsten kurtulabilecek milyonların hasta olmasına ve bir kısmının ölmesine yol açıyor. Bu insanlık düşmanı sistemin ortadan kaldırılması, kaynakların salgınla başa çıkılabilecek biçimde dağılımını mümkün kılacak, tehlike atlatılana kadar insanların açlık korkusu yaşamadan hastalıktan korunmasına olanak sağlayacak, işçi devletinde bütün büyük işletmelerin kamu elinde toplanmasıyla birlikte planlamayı yeni düzenin merkezî mekanizması yapacak ve salgından kurtulmayı sağlayacaktır.

4. İklim değişikliği, doğal çevrenin yaşadığı bütün sorunlar gibi, kapitalistlerin, doğayı mahveden seçişlerinin karşılığını ödemeksizin insanlığın ortak malı kaynakları kullanabilme olanağının ürünüdür. Bunun yanı sıra gerek emperyalist ülkelerin gerekse burjuva sınıfların aşırı yüksek geliri tüketimde büyük israfa ve doğanın hasar görmesine yol açmaktadır. Yani insanlığın başında acil bir sorun olarak yükselen bir bela olarak iklim değişikliği, bütün insanların ortak kusurundan doğan bir sorun değildir, emperyalizm ve kapitalist sınıfların kâr hırsının ve aşırı yüksek tüketim kalıplarının sonucudur. Öyleyse, dünyanın her geçen yıl artan doğal sorunlarla, aşırı iklim olaylarıyla karşılaşması, orman yangınları, seller, buzulların erimesi, denizlerin su düzeyinin yükselmesi dolayısıyla kıyı kesimlerinin yaşanamaz hale gelmesi kapitalizmin yarattığı bu sorunların ortadan kaldırılmasını gerektirmektedir. Kimse bugüne kadar kapitalistlerin ve emperyalizmin yarattığı sorunların ceremesini büyük halk kitlelerine ödetmeye kalkışmasın. Çevre sorunu aynı zamanda bir sınıf mücadelesi sorunudur.

5. Üçüncü Dünya Savaşı riski hızla artıyor. Emperyalizm, başta ABD olmak üzere bütün kanatlarıyla Çin ve Rusya’ya diz çöktürmek, onları sultası altına almak, karşılarında bir güç olarak görmeye son vermek amacıyla her iki ülkeyi de sıkıştırıyor. Emperyalizmin bu tek yanlı hücumu gözlerimizin önünde gerçekleşirken dünya solunun Çin ve Rusya’nın da emperyalist olduğu iddiasına katılması, emperyalist propagandaya teslimiyet anlamına geliyor. Bu mesele bütün dünyanın işçi sınıfını ve dolayısıyla işçi sınıfı partilerini ilgilendirir çünkü ilk iki dünya savaşının gösterdiği gibi dünya savaşları yeni bir barbarlık çağının açılması ve insanlığın tamamının harap olması anlamına gelir. Üstelik ilk iki savaştan farklı olarak bu kez kitle imha silahları, en önemlisi koskoca kentleri ve bölgeleri tek vuruşta yeryüzünden silebilecek nükleer silahlar vardır.

Öyleyse, savaşın çıkmasını beklemeden bu ihtimale karşı şimdiden mücadele etmek gerekir. Devrimci İşçi Partisi, Çin ve Rusya’nın sadece ekonomik yapı açısından değil, sınıf yapısı, siyasi yöneliş, dünya politik ve askerî ortamında tuttukları yer vb. bakımlardan daha da derinlemesine incelenmesi yoluyla solun emperyalist propagandanın bir bakıma önünü açan kesimlerini teşhir edecek ve sorumluluğa çağıracaktır. Emperyalist ülkelerin tahakküme yönelik politikasını da aynı titizlik içinde teşhir edecektir. Türkiye’nin emperyalizmden kopması, özellikle NATO ve üslere karşı mücadelenin yükseltilmesi konusunda ısrarla propagandasını sürdürecektir.

Savaş patlak verirse, işçi sınıfı sosyalistleri yerleşik emperyalist kamp ile Çin ve Rusya karşı karşıya geldiği takdirde, iki kamp karşısında farklı politikalar uygulamalıdır. Yerleşik emperyalist kampta işçi sınıfının devrimci öncüsünün görevi, Lenin’in Birinci Dünya Savaşı için önerdiği “devrimci bozgunculuk” doğrultusunda kendi emperyalizminin yenilgisi için uğraşmak olmalıdır. Çin ve Rusya’da ise işçi sınıfı öncüsünün görevi, Trotskiy’in İkinci Dünya Savaşı için savunduğu, Nazilerin ve faşizmin işgali altındaki ülkelerde işgale karşı mücadeleyi sosyalist devrime dönüştürecek bir direniş politikasının benzeri olmalıdır. Rusya ve Çin’e karşı kuşatmayı kırmak ve emperyalist saldırıyı savuşturmak için mücadele bu ülkelerde sosyalist devrim için verilecek mücadeleyle iç içe geçmek zorundadır. ABD emperyalizminin merkezinde olduğu kampın olası bir savaştaki zaferinin tüm dünya çapında karşı devrimci sonuçlar doğuracağı açıktır. Bu tür bir gelişmeye hizmet eden hiçbir politika Çin ve Rusya’nın emperyalist olduğu iddiasıyla bile mazur gösterilemez, meşrulaştırılamaz.    

6. Üçüncü Büyük Depresyon başlamadan önce ve başlar başlamaz öngördüğümüz gibi, faşizm insanlığın gündemine yeniden yerleşti. Bu yeni faşist hareketleri henüz kendi sokak teşkilatları, silahlı milisleri, askeri güçleri olmadığı için ön-faşist hareketler olarak niteledik. 2016 yılının “faşist zaferler dönemi”ni açtığını saptadık. İçinde bulunduğumuz 2021 yılının 6 Ocak tarihinde ABD meclis binasının Trump taraftarı çetelerin önünü çektiği bir kitle tarafından basılması ise bizim açımızdan ön-faşizmden faşizme geçiş sürecinin başlangıç noktası oldu. Fransa’da Nisan ayındaki askerî darbe tehdidi yapan muhtıra ve Marine Le Pen adlı faşist liderin bunu onaylaması aynı geçiş sürecini orada da başlattı.

Faşizm tarihî temelleri bakımından bir emperyalist ülke olgusudur. Bu yüzden öncülüğü bu iki ülkenin ve onların hemen ardından gelmekte olan bazı Avrupa ülkelerinin çekiyor olmasında şaşırtıcı hiçbir şey yoktur. Ancak bir kez esas toprağında boy attıktan sonra başka iklimlerde de gözlenebilir. Emperyalist dünya dışındaki en ileri vakalar Başkan Bolsonaro’nun “herkes silahlansın” çağrısı yaptığı Brezilya ile tam anlamıyla bir faşist milis gücüne sahip olan BJP partisi ve önderi Modi’nin başında olduğu Hindistan’dır. Türkiye de MHP-kontrgerilla-devletin silahlı gücünü kontrol eden unsurlar-mafya arasında kurulan ittifakın AKP’nin yamacında yarı-askerî rejim çerçevesinde gittikçe güçlenmesi dolayısıyla bu tür bir tehlikeye açık hale gelmiştir.

Devrimci İşçi Partisi barbarlığın tarihte yeniden yükselmesi anlamına gelen ve bir Üçüncü Dünya Savaşı’nı da muhtemelen kaçınılmaz hale getirecek olan faşizmin iktidara geçmesine karşı ölümüne mücadelenin gerekli olduğu inancındadır. Faşizmle mücadele hattımız, faşist olmayan burjuva partilerini “demokrasiyi koruma” adına destekleyip, böylece işçi sınıfının vermesi gereken mücadeleyi başkalarına havale edip kolları bağlayıp oturmanın tamamen dışındadır. İşçi sınıfı faşizmle mücadeleyi kendi üstlenmelidir çünkü faşizm burjuva toplumunun içinde yeşermiş işçi demokrasisini katletmek üzere her tür bağımsız işçi örgütünün ezilmesi demektir.

Bizim mücadele hattımız şudur: Solun işçi sınıfına “kimlik politikası” uğruna yüz çevirmiş olduğu bir dünyada işçi sınıfının faşist demagojinin etkisi altına girmesini önlemek için örgütlenmede büyük ağırlığın işçi sınıfının ana taburları üzerinde yoğunlaştırılması; işçi sınıfının ve onun müttefiki olabilecek emekçi ve ezilen sınıf ve katmanların Trotskiy’in “proleter askerî politika” adını verdiği yaklaşım içinde (tercihen sendikalarca) eğitilmesi; faşistlerin yüksek düzeyde aktif olduğu ve işçi sınıfı ve gençliğin bağımsız sesini boğmaya çalıştığı bölgelerden başlamak üzere güçlü özsavunma komitelerinin birleşik tarzda kurulması; düzen solu dışında işçi sınıfı politikası yürüten değişik anlayışlardan siyasi odakların birleşik cephesinin kurulması; sol siyasi örgütlerin sınıf içinde örgütlenme bakımından zayıf olduğu ülkelerde birleşik işçi cephesi türü yapıların sendikalar aracılığıyla kurulması için çaba gösterilmesi.

7. Tekfircilik din adına konuştuğunu iddia edip siyasi hakimiyet kurmaya çalışan siyasi hareketler arasında en tehlikelisi ve en fazla mahkûm edilmesi gereken hareket türüdür. Çünkü kimin Müslüman olduğuna kendi karar vermeyi ilke edinmiştir, geri kalan kitleyi inanmış Müslümanlar da dâhil kâfir ilan eder (“tekfir” zaten bu demektir) ve hayat hakkı tanımaksızın ortadan kaldırır. Tekfircilik modern işçi sınıfının sınıf çıkarları, sınıf birliği ve kendi iktidar mücadelesi karşısında dehşet verici bir engel olduğu için mutlaka mücadele edilmesi gereken, dinî değil siyasi bir akımdır. Tekfircilikle mücadelede Müslüman işçilerin de kazanılması gerekir çünkü tekfircilik kendisine iman getirmiş kişilerin dışında onların da düşmanıdır.

Afganistan örneğinde görüldüğü gibi, tekfirci-mezhepçi örgütler yurt savunması yaptığında emperyalizme karşı mücadeleleri, ancak o sınırlar içinde meşrudur. Bu tür bir savaşta işçi sınıfının öncüsü emperyalizmin yenilgisi için mücadele eder ama siyasi olarak tekfirciliğe hiçbir destek vermez. Emperyalizm, şimdi Afganistan’da olduğu gibi, yenilir yenilmez de işçi sınıfı öncüsü tekfircilikle mücadeleye başlar.

Afganistan örneğinden farklı olarak, hiçbir ulusa bağlı olmayan, dolayısıyla savunacak bir yurdu olmayan tekfirci hareketler (en bilinenleri olarak El Kaide ve DAİŞ-IŞİD) hilafet ve ümmet ilkeleri üzerinden politika yapıyorlar demektir. Bu politik program işçi sınıfının hem ülke içindeki hem de uluslararası alanda enternasyonalist birliğini parçalar. Bütün Müslümanlar dünyanın geri kalanına karşı mücadele etsin diyen, hem Müslüman kapitalistin Müslüman işçiyi sömürmesini savunuyor demektir hem de Müslüman işçinin ülke içinde ve dışında varolan Müslüman olmayan işçilere düşman olmasını savunuyor demektir. Bu işçi sınıfının mücadelesini bölen bir alternatif programdır. Hilafet ve ümmet politikası ile işçi sınıfı enternasyonalizmi birbiriyle uzlaşması mümkün olmayan iki alternatif siyasi programdır.

Tekfircilik her ne kadar kendine özgü bir siyasi hareket olsa da “ılımlı İslam” denen hareket ve hükümetlerin desteğinden de yararlandığı çok olmuştur. Bu yüzden tekfircilikle mücadelenin koşulları ve yöntemlerinin her somut duruma uygun biçimde belirlenmesi gerekir. Partimizin görevi, İslam dininin alt akımlarını (mezhepleri, tarikatları vb.) iyi tanımak, gerek bunlar arasında gerekse değişik siyasi akımlar (“ılımlı İslam”, Selefilik, İhvan, Vahhabilik, emperyalizmin ajanları ve müttefikleri vb.) arasındaki farkları, en başta sınıf farklarını, ayrıca program, uluslararası ilişkiler vb. bakımlardan kavramak ve bütün bunların somut konumuna göre politika belirlemektir. Tekfircilikle mücadele işçi sınıfının zaferi için gereklidir.

8. Burada çizilen ve son derece gerçekçi olan tablo insanlığın nasıl bir felaketin eşiğine gelmiş olduğunu berrak biçimde ortaya koymaktadır: emekçi kitleleri işsizlik, yoksulluk, sefalet ve açlıkla karşı karşıya bırakan derin ve uzun süreli bir ekonomik kriz; kapitalizmin tarihî iflası dolayısıyla çözülebileceği halde çözülemeyen bir ölümcül virüsten doğan bir salgın; her yıl artan sayıda ve büyüklükte doğal afetler yaratan bir iklim değişikliği; insanlığı hatta bütün canlı hayatı ortadan kaldırabilecek bir Üçüncü Dünya Savaşı; kendi ırkından başka her ırkı köleleştirmeyi hedefleyen barbarca bir savaşı hazırlayan bir faşizm; kendinden olmayan herkesi öldürmeye hazır bir tekfircilik. Bütün bunlar kapitalist dünya sisteminin çelişkilerinin, eşitsizliklerinin, mantığının ürünüdür. Bugün bu sorunların bu düzeye gelmiş olmasının nedeni ise kapitalist sistemin insanlığın üretici güçlerinin ve toplumsal hayatının geldiği aşamada sorunları çözmek bir yana çok daha büyük sorunlar yaratmasıdır. Öyleyse çözüm kapitalizmi ortadan kaldırmaktır. Çözüm dünya devriminde düğümlenmektedir.

9. Böyle bir devrimi hayal olarak görenler dünyayı iyi izlemiyorlar demektir. Son yüzyılların tarihi boyunca yaşanan dünya çapında devrimci dalgaların bir benzeri Üçüncü Büyük Depresyon’un ortaya çıkmasından hemen sonra 2011’de patlak verdi. Önce Arap dünyasını, sonra Akdeniz çevresindeki ülkeleri (bu arada Gezi döneminde Türkiye’yi), sonunda da dünyanın birçok başka ülkesini kavrayan bu dalganın ilk merhalesi 2013 yılında bu devrimler dalgasının en büyüğü olan Mısır devriminin yenilgiye uğramasıyla durdu. Ama 2019 yılında devrim ateşi yeniden harlandı, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da Arap ülkelerinde ve İran’da büyük sarsıntılar yaratırken bir yandan da Latin Amerika’da birçok ülke isyan ve devrimlere sahne oldu. Covid-19 döneminde bile birçok ülkede halk, tehlikeleri göze alarak mücadele etti. Yani devrimler oluyor ama kazanamıyor. Bunun nedenlerini anlamak geleceğe hazırlanmak demektir. Bu nedenler, tekil ülkelerin kendilerine özgü dinamiklerinin dışında şöyle sıralanabilir.

(1) 20. yüzyıl sosyalist deneyiminin çöküşünün gerisinde bıraktığı ideolojik ortamda Marksizmin ve sınıf mücadelesinin değersizleştirilmiş olması; (2) aynı nedenle kamusal çözümlerin reddi, özelleştirmenin ideolojik üstünlüğü; (3) piyasa ve özel mülkiyetin yarattığı dehşet verici sefalet ve eşitsizliğin çözümü olarak ise sağda dinî yapıların, solda ise “sınıfsız” bir alan olarak kurgulanan ve algılanan “sivil toplum” ideolojisinin öne çıkması; (4) proletaryanın devrimci partilerinin istisnalar dışında dünyanın her yerinde büyük bir ideolojik, siyasi ve örgütsel krizden geçiyor olması; (5) bu nedenle devrimlerde siyasi hegemonyanın büyük ölçüde modern küçük burjuva katmanlarda kalması, bunların ise devrimleri sonuna kadar götürme iradesinden yoksun olması; (6) proletarya devrimler üzerinde kendi hegemonyasını sağlayacak örgütlere sahip olmadığından hem işçilerin hem de kent yoksullarının mahallelerinin devrimlerdeki mücadelesinin küçük burjuvazinin kaprislerine bağımlı konuma düşmesi; (7) sosyalist hareketin bütün anti-Marksist kanatlarının ideolojisi haline gelmiş olan “barışçı mücadele”nin hareketi belirli kavşaklarda çaresiz bırakması; (8) devrimin baskıcı yönetimler karşısında “uluslararası topluluk” denen emperyalist sistemin sözde “demokratik” yöntemleriyle uzlaşması.

10. Dünya devrimi soyut bir kavram değildir. Bütün karmaşıklığı, çelişkileri, iniş çıkışları içinde dünya yüzüne yayılan büyük toplumsal hareketler aracılığıyla işçi sınıfı ve müttefiklerinin iktidarı eline geçirmesine verilen addır. Ve sosyalizmin tam olarak zafere ulaşması için dünya çapında hâkim olması gerekir. Bu demektir ki, her ülkenin işçi sınıfı öncüsünün partisi hem kendi ülkesinde hem de devrimin dünyaya yayılması çabasında faal olmak ve iktidar için mücadele etmek zorundadır. Devrimci İşçi Partisi, Türkiye’de iktidarın işçi sınıfı tarafından devralınması için mücadelesinin yanı sıra şu görevleri de yerine getirmek için propaganda, dayanışma ve örgütlenme yoluyla mücadele edecektir:

(1) Sosyalist faaliyetin ağırlık merkezini bütün ülkelerde işçi sınıfına, proletaryanın devrime en yatkın olacak katmanlarına çevirmek; (2) Bütün ülkelerde devrimci partilerin inşa edilmesi gerekliliği konusunda tavizsiz ısrar; (3) Marksizmin teoride ve siyasette derinlemesine savunulması, fikirler alanında, özellikle çağın en önemli stratejik meselesinde, proletarya hegemonyası önündeki güncel engel olan “kimlik” politikasıyla mücadele; (4) bir dünya partisi, bir devrimci Enternasyonal için mücadele: devrimci partilerin Enternasyonal’i yaratacağı kadar devrimci bir Enternasyonal’in de devrimci partileri yaratacağı bir pratiği hâkim kılmak.

Devrimci İşçi Partisi, işçi sınıfının 20. yüzyılda yaşamış olan en büyük iki uluslararası önderi Lenin ve Trotskiy’in devrimci Marksist bir Enternasyonal’in dünya proletaryasının ve emekçi ve ezilen halklarının kurtuluşu için gerekliliği fikrinden en ufak bir yalpalama göstermeyecektir. Partimiz ideolojik ve politik kavrayışında sonuna kadar ısrarlı olmakla birlikte, her tür sekt ruh durumunu reddederek devrimci enternasyonalizm doğrultusunda örgütsel bir derlenişin içinde azınlık olarak dahi çalışmaya hazır olacaktır. Yoldaşlarımızı ortak mücadele içinde ikna etmeye çalışarak birlikte dünya devrimine doğru yürümeye hazır olmalıyız.

Yaşasın Komünist Enternasyonal’in tek taşıyıcısı olan Dördüncü Enternasyonal!

Yaşasın dünya işçi sınıfına öncülük edecek sosyalist devrimin dünya partisi!

Yaşasın sosyalist dünya devrimi!