31 Mart yerel seçimlerinin ardından: 2023’e kadar kesintisiz olacak tek şey sınıf mücadelesidir!
Devletin tüm olanaklarının AKP-MHP ittifakı için seferber edildiği, medyanın tek yanlı yayın yapmaya zorlandığı, başta HDP olmak üzere muhalefete yönelik mahkeme, kayyım tehditlerinin havada uçuştuğu bir propaganda döneminin ardından gelen 31 Mart yerel seçim günü, Malatya’da AKP adayının yakınlarının iki Saadet Partisi müşahidini öldürdüğü bir siyasi cinayetle başladı. Artık kanıksanmaya başlayan seçim usulsüzlükleri ve baskılarla devam etti. Sonuçların açıklanmasında yine YSK ile başlayan ve Anadolu Ajansı ile devam eden manipülasyonları gördük. AKP’nin Ankara ile birlikte birer birer büyükşehirleri kaybettiği anlaşıldıktan sonra İstanbul’da Binali Yıldırım 3 bin oy öndeyken yine YSK ve AA el ele seçim sonuçlarının açıklanmasını dondurdu. Binali Yıldırım onlarca kişiden ibaret bir kalabalığa zafer konuşması yaptı. Gece boyu AKP elindeki tüm olanaklarla bir kez daha atı alıp Üsküdar’a geçmeye çalıştı.
31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece Türkiye’de zaman dondu. İstibdad, kendi aleyhine bir sonucu hazmedemediği için, bir çeyrek yüzyıl yönettiği İstanbul’u yitirmeyi bir türlü sindiremediği için devlet sistemi durdu. Gece 23:20’den 1 Nisan sabahı saat 10:00 dolaylarına kadar devletin, bir ağzın iki dudağı arasından çıkan talimatla durması, YSK’nın duruma müdahale etmemesi, Anadolu Ajansı’nın bilgi vermekten kaçınması ve neden kaçındığını da açıklamaması, özel medyanın da bunun tutsağı haline geldiği için halka bilgi verme kapasitesini yitirmesi, istibdadın devlet kurumlarını ve medyayı nasıl zincire vurmuş olduğunun yaşayan bir örneği olarak tarihe geçecektir.
Geçersiz oyları AKP’ye geçirmek için bir süre daha uğraşacakları anlaşılıyor. Ancak gerçek ortadadır ve her şeyin sonunda AKP, 7 Haziran 2015’le birlikte en ağır seçim yenilgilerinden birini yaşamıştır.
AKP’nin ağır yenilgi tablosu: Metal yorgunluğu değil, Erdoğan yorgunluğu
Erdoğan ve AKP seçim yenilgisini hafifletmek için AKP-MHP ittifakının oy oranlarında birinci olmasını öne çıkarmaktadır. Bu o kadar boşuna bir çabadır ki Erdoğan bile geleneksel balkon konuşmasında, kitlesini teselli etmeye ağırlık vermek zorunda kalmıştır. Seçimin kalbi olan Ankara ve İstanbul’u kaybeden bilhassa Erdoğan’ın kendisi olmuştur. Zira seçilmiş başkanları görevden alan Erdoğan bu şehirlerde bizzat kendi iradesini oylamaya sunmuştur. Üstelik iki büyük mitingin yanı sıra her iki kentte de değişik ilçelerde defalarca daha küçük mitingler düzenlemiştir. Yine benzer şekilde belediye başkanları görevden alınan Bursa ve Balıkesir’de sonuç fotofinişe kalmıştır. Bursa’da CHP, Balıkesir’de İyi Parti adayı Anadolu Ajansı’nın açıklamalarına rağmen kazandığını ilan etmiştir. İstibdad cephesinin MHP kanadı, Adana ve Mersin büyükşehir belediyelerini CHP’ye kaybetmiştir. Yalova, Artvin, Ardahan, Bolu, Bilecik, Kırşehir’de belediyeler AKP’den CHP’ye geçmiştir. İstanbul’da Esenyurt ve Küçükçekmece neredeyse büyükşehir boyutundaki nüfuslarıyla, Kocaeli’de İzmit belediyesi de çok önemli bir merkez ilçesi olarak AKP’nin kaybettiği yerler arasındadır.
Yerel seçimlerin ekonomiyle ilgisi varmış
AKP’ye yenilgiyi yaşatan işçi sınıfı ve emekçi halktı. Seçim propaganda döneminin sonlarında Erdoğan ve kurmayları gidişatın kendi açılarından olumsuz olduğunu görmüşlerdi. Elbette ki bunun en büyük sebebi ekonomik krizin emekçi kitleler üzerindeki yoksullaştırıcı etkisi ve işsizlikti. Erdoğan, meyve sebze fiyatlarını boş verin “bir mermi ne kadar biliyor musunuz” sözleriyle başlattığı seçim kampanyasında “beka sorunu” söylemini, ekonomik sorunların önüne taşımaya çalıştı. HDP’nin Millet İttifakı’nı destekliyor olmasını “terörle iltisak” argümanı olarak kullandı. Bu söylemin tutmadığı son günlerde belli oldu. Erdoğan, kürsüden “bu yerel seçimdir, ekonomiyle ne alakası var” diye bağırıyordu. Oysa bu yerel seçimin yerel yönetimlerden ibaret olmayıp bir beka yani varlık yokluk meselesi olduğunu vaaz edip duran kendisiydi. Erdoğan’ın yerel seçimleri ekonomi dışında her şeyle bağlantılandıran çelişkili söylemi ters tepti.
Özellikle ekonominin güçlü olduğu, dolayısıyla sanayi proletaryasının ve şehirli emekçi kesimlerin yoğun olduğu kentlerde emekçi halk, Erdoğan’a yerel seçimlerin ekonomiyle ne alakası olduğunu gösterdi. Bu noktada Millet İttifakı’nın başarısından ziyade emekçi halkın tepkisi ön planda olmuştur. Zira zaten AKP karşısında konumlanan muhalefet odağı yanına HDP’yi de alarak konsolide olurken, AKP seçmeninin gerek sandığa gitmeyerek gerekse de geçersiz oy kullanarak gösterdiği tepki önemli bir faktördür. 31 Mart yerel seçimleri, seçime giren ana siyasal partilerden hiçbirinin boykot kararı almadığı, bilakis bu güçlerin tamamının katılımı arttırmak için çağrı yapmakta ortaklaştığı koşullarda, yüzde 16’lık sandığa gitmeme oranıyla 2010 referandumu hariç son 10 yılın en düşük katılım oranına sahne olmuştur. Ayrıca geçerli oyların seçmen sayısına oranı da yüzde 80 seviyesine kadar inmiştir. Bu da son 10 yılın en düşük seviyesidir. AKP özellikle geçersiz oyların kendi güçlü olduğu bölgelerde yoğunlaştığını söylemektedir. Bu durum Devrimci İşçi Partisi olarak Tuzla, Gebze, Bilecik, Bursa gibi AKP-MHP seçmeninin yoğun olduğu sanayi bölgelerinde emekçi halk arasında ve fabrikalarda yaptığımız “boykot” çalışmalarında gözlemlediğimiz sınıf tepkisinin bir ölçüde seçim sürecine yansıdığını göstermektedir. AKP’nin yerel seçimdeki yenilgisini, Millet İttifakı ve onu destekleyen sağcı ve solcu partilerin zaferiymiş gibi görüp işçi sınıfının ve emekçi kesimlerin bu tepkisini göz ardı edenler geleceğin mücadeleleri açısından şimdiden yanlış yola sapmış olacaktır.
Seçimin kazananı TÜSİAD
AKP-MHP ittifakının ağır yenilgisi otomatik olarak emekçi halkın zaferini getirmiyor. “AKP’yi sandıkta geriletmek” için Amerikan muhalefetine yedeklenen sosyalist parti ve örgütlerin Ankara’da bozkurt işaretleri ve tekbirlerle kutlanan seçim sonuçlarında bir zafer havasına girmesi tam bir aymazlıktır. Açıkça manipülasyon yapan YSK’yı öven ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı devreye girmeye çağıran müteahhit İmamoğlu’ndan istibdada karşı hürriyet namına herhangi bir şey beklemek boşunadır. Hem İyi Parti lideri Akşener hem de Kılıçdaroğlu, seçim akşamı istibdad rejimiyle uyum içinde olacaklarını vurgulama ihtiyacı hissederken, Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin 2023’e kadar seçim yok sözlerine bulundukları yerden yankı verirken, bu ittifaka soldan destek verenler aldanan ve aldatan olmuşlardır.
Seçim sonuçları Türkiye’nin her an son derece ciddi siyasi krizlere sürüklenebileceği bıçak sırtı bir durum ortaya çıkarmıştır. İstibdad rejiminin inşası zaten bu tür durumlar oluştuğunda sermayenin sınıf hâkimiyetinin istikrarlı şekilde sürmesini sağlamayı öngörmektedir. Nitekim en azından ilk etapta düzen siyasetinin her iki kanadı da 2023’e kadar seçimsiz gitmekte anlaşmış görünmektedir. Bu süreçte Erdoğan, “ekonomik reformlara odaklanacağız” diyerek sermayenin krizi emekçi halka yüklemek için istediği saldırıları gerçekleştireceğini açıklamaktadır. Kılıçdaroğlu, gece yaptığı konuşmada partisinin 13 maddelik ekonomik programını öne çıkarmıştır. Bu programa bakıldığında Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, yabancı sermayeye güven, bütçe disiplini gibi ana konularda Erdoğan ve AKP’nin sermaye saldırısı paketiyle CHP’nin önerilerinin ortak olduğu görülmektedir. MHP ve İyi Parti bu saldırı programının şakşakçıları olarak yerlerini almıştır.
Seçim sürecinde birbirlerine sert sözlerle yüklenen bu partilerin ekonomide ortaklaşmış olması şaşırtıcı gelebilir. Tüm bu partilerin ekonomi programları ortaktır çünkü hiçbirinin kendine ait bir ekonomi programı yoktur. Hepsi TÜSİAD’ın programını benimsemektedir ve o patronlar kulübü de daha önce 16 Nisan referandumunda olduğu gibi bu seçimlerde de programını 31 Mart 2019 saat 17:00’de sandıklar kapanır kapanmaz bir muhtıra olarak yayınlamıştır. TÜSİAD’ın yayınladığı bildiri ile AKP ve CHP’nin ekonomi politikası birebir örtüşmektedir. Bildiri, seçilenleri önceden kutlama gibi formalitelerin hemen ardından şöyle diyor: “Yerel seçimlerin de geride kalmasıyla, önümüzdeki seçimsiz dönem ekonomik, sosyal ve siyasal reform gündemimiz için önemli bir fırsattır.” Ardından kapitalist sınıfın her zamanki taleplerini uygun dille anlatıyor. TÜSİAD ne demek istiyor? Hükümet seçimde ağır bir yenilgiye uğramış olsa bile, dört buçuk yıl “tekneyi sallamayın”! Hep birlikte bizim taleplerimizi yerine getirin! Partiler ne diyor? Dört buçuk yıl seçim yok diyor. Demek ki hepsi istibdad rejimini bize layık görüyor.
Düzen partileri halkı birbirine düşürüp oylarını almış ve işin sonunda TÜSİAD’ın çatısı altında 4,5 yıllık kesintisiz reform (sermayenin sınıf saldırısı) politikasında işçi sınıfına ve emekçi halka karşı birleşmiştir. Seçimlerde halk ne derse desin, burjuva partileri TÜSİAD koalisyonu olarak ilerlemeye karar vermiştir!
Ama hayat her zaman en güçlülerin istediği gibi bile yürümüyor.
İşçi sınıfını ne bekliyor?
Düzen siyaseti çelişkilerle örülmüş bir evreye giriyor. Düzenin bütün önemli güçleri dört buçuk yıl boyunca işçi sınıfı ve emekçilere krizin bedelini ödetmek için hesap sorulamayacak bir dönemi yaratmak istiyor. Ama öte yandan halk bunun için istibdadın aleyhinde oy kullanmadı. Eskiden AKP ya da MHP’ye oy kullanan işçiler bu sefer sandığa gitmekten kendilerine yüklenilsin diye kaçınmadı. Halkın oyu, nesnel bir durum doğurmuş bulunuyor: Siyasal gücün yürütmede merkezileştiği ve kuvvetler birliği yöneliminde olan burjuva istibdad rejimi ile Türkiye ekonomisinin can damarı olan büyükşehirlerin muhalefetin eline geçmiş olduğu bir karşılıklı mevzilenmeye dayanan siyasal pozisyon her an depremler yaratabilecek aktif bir fay hattı oluşturmuştur. Böyle bir fay hattı bütün aktörlerin iradesinden bağımsız olarak Türkiye’yi çok hareketli günlere sürükleyebilir.
Burada en önemli faktör şu olacaktır: İşçi sınıfının en güçlü olduğu bölge ve kentlerde istibdad bir seçim yenilgisi yaşamıştır. Toplumun güçlü bir çoğunluğunun istibdadın arkasında olmadığı ortaya çıkmıştır. İstidadın büyük desteği, (Kayseri, Gaziantep, Denizli gibi bazı istisnalar dışında) işçi sınıfından coğrafi olarak çok uzakta yaşayan muhafazakâr Orta Anadolu, Doğu Anadolu, Karadeniz kent, kasaba ve köylerindedir. Öyleyse, seçimsiz dört buçuk yıl umuduyla kurulan TÜSİAD koalisyonu işçi sınıfına karşı yürütülecek taarruzun arkasında dururken işçi sınıfı zayıflamış istibdad karşısında haklarını, mevzilerini, yaşamsal ihtiyaçlarını savunmak için mücadeleye girebilir. Bu, TÜSİAD koalisyonunu çok zorlayacak bir durum doğuracaktır. Türkiye’nin tarihi, kendisi işçi düşmanı olduğu halde siyasi rakibini yıpratmak üzere işçi eylemlerine hoşgörü ile yaklaşan burjuva muhalefeti örnekleriyle doludur. Ama bunun olması için önce işçi sınıfının kendi bağımsız mücadelesine girişmesi gerekir.
İstibdadın karşısındaki ikinci tuzak, Erdoğan’ın sendelemesinden yararlanmak üzere Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve çevrelerinin yeni bir partiyle siyasi hayata atılması olasılığıdır. Bu durumda, burjuvazinin safları çok farklı güçlerin etkisine girecek ve çelişkiler ciddi şekilde azacaktır.
Ya TÜSİAD çatısı altında bir normalleşme süreci yaşanacaktır ya da bu süreç yönetilemezse Türkiye yeni siyasi krizlere doğru sürüklenecektir.
Ne yapmalı?
AKP ve MHP’nin tüm seçim süreci boyunca “beka sorunu” kod adıyla tartıştığı şey esas olarak olası bir seçim yenilgisinin sonucunda başkanlık sisteminin meşruiyetinin tartışılmasıdır. Bir dizi şaibeli seçim pratiğiyle birlikte inşa edilen Cumhurpatronluğu olarak adlandırdığımız yönetim sisteminin ve genel olarak istibdadın meşruiyetinin sorgulanması için yerel seçim sonuçlarına bakmaya gerek yoktur. Daha önceki seçimlerde şaibe yaratan ne varsa seçim öncesi, sırası ve sonrasında tekrarlandığı 31 Mart yerel seçimlerinin ardından Erdoğan ve istibdad rejimi sorgulanmayacaktır da ne olacaktır?
Erdoğan ve AKP her ne kadar biz kazandık dese de halktan güvenoyu almış değildir. Amerikan muhalefetinin istibdadın muhalefeti olmaya soyunması da erken seçim istemiyoruz demesi de durumu değiştirmez. Ekonomik kriz ortamında, emperyalist zincirlere vurulmuş ve kardeş kavgasına sürüklenen ülkede, istibdadın emekçi halkın yaşamsal sorunlarına çözüm bulmak bir yana bu sorunların kaynağı olduğu apaçık görülmektedir. Bugün tüm olan bitenden sonra YSK Başkanı ve Anadolu Ajansı yönetiminin istifası ne kadar olağan ise Erdoğan’ın istifası da o kadar olağan ve bir erken seçim ihtiyacı da o kadar gerçektir.
Ancak gelinen aşamada erken seçim, halk nezdinde meşruiyetini yitirmiş istibdadın kurallarıyla yapılacak bir seçim olamaz. Türkiye’nin emekçi halkının sorunları yeni bir Cumhurpatronu seçmekle ya da zincirli meclise yeni 600 figüran göndermekle çözülemez. Ekmek ve hürriyet için halkın iradesini yansıtacak tek seçim barajsız, yasaksız, zincirsiz bir Kurucu Meclis seçimi olabilir.
Ne istibdad cephesinin ne de Amerikan muhalefetinin böyle bir kurucu meclis iradesi göstermek bir yana bunun tam karşısında olacağı açıktır. Türkiye’nin zincirlerini kıracak olan işçi sınıfıdır, emekçi halktır ve Türkiye’nin ezici çoğunluğunu oluşturan bu insanların elinden gelen oy atmaktan çok daha fazlasıdır.
Bunun için de işçi sınıfının birleşik cepheye, genel olarak emekçi halkın ise sermayeden ve emperyalizmden bağımsız bir siyasal odağa ihtiyacı vardır. Bu doğrultuda sosyalistler başta olmak üzere ekmek ve hürriyet isteyen tüm güçler CHP’nin başını çektiği Amerikan muhalefetinden derhal kopmak zorundadır. Bugün bunu yapmayan sol ve sosyalist güçler kısa süre içerisinde bu cephenin halka karşı işleyeceği suçlara ortak olmak dolayısıyla insan içine çıkamaz duruma düşebilirler.
2023’e kadar kesintisiz reform süreci başlıyor diyerek sermayenin ve emperyalizmin kesintisiz saldırısının startını verenlere emeğin çatısı altında yüzde 99’u birleştirerek ve kesintisiz bir sınıf mücadelesiyle cevap vereceğiz. Bu mücadele 1 Nisan itibariyle başlamıştır. Yön, istibdada, sermayeye, emperyalizme karşıdır. Yöntem sınıf mücadelesidir. İşgaldir, grevdir, direniştir. Türkiye emeğin gücüyle zincirlerini kıracak ve bir Kurucu Meclis’le yeniden kurulacaktır. Ekmek ve hürriyete giden yolda yüzde 99’un bekasını sağlayacak olan ise bir işçi ve emekçi hükümetidir.