Ukrayna: Avrasya Savaşları'nda emperyalizmin atağı, faşizmin zaferi (23 Şubat 2014)

Ukrayna: Avrasya Savaşları'nda emperyalizmin atağı, faşizmin zaferi (23 Şubat 2014)

Ukrayna savaşı yeni başlamış değildir. Emperyalist Batı medyasından ve NATO kaynaklarından yükselen propagandanın üstünü örtmeye çalıştığı gerçekleri Devrimci İşçi Partisi ve Gerçek Gazetesi her zaman söylemiş, NATO, ABD ve AB'nin yüzündeki demokratik maskeyi indirmiş ardındaki emperyalist yüzü teşhir etmiştir. Bugün Putin'e herhangi bir siyasi destek sunmaksızın ikirciksiz şekilde NATO'nun ve başta faşistler olmak üzere işbirlikçilerinin yenilgisini savunan tutumuzun temelleri bu gerçekler üzerinde yükselmektedir. Bu doğrultuda aşağıda DİP Genel Başkanı Sungur Savran'ın  23 Şubat 2014 tarihli Maidan hareketi içindeki faşist hegemonyayı ve Ukrayna'daki "fason devrim"in iç yüzünü ortaya koyan yazısını bir kez daha okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.

Ukrayna’da büyük bir kitle hareketi, politik düzeni alaşağı ederek yeni bir dönem açtı. Biçim açısından genel olarak devrimlerle, halk ayaklanmalarıyla, isyanlarla ortak yanlar taşıyan bu hareket, içerik olarak ne Ukrayna işçi ve emekçileri için, ne de bir bütün olarak Avrasya bölgesi açısından hayırlı sonuçlar yaratacaktır. Kitle hareketi emperyalizmin ve Ukrayna’nın gerici güçlerinin hegemonyası altındadır. Bu yüzden Ukrayna gelişmelerini sadece örgütlü bir halkın ne kadar büyük sonuçlar elde edebileceğinin bir örneği olarak görmek, ulaşılan bu sonuçtan işçi-emekçi kitleler ve ezilenler açısından katiyen sevinç duymamak gerekir.

1. Ukrayna’daki gelişmeler, 2004’ün Turuncu “Devrimi”nin 2010’dan bu yana uğradığı yenilginin intikamını alan gerici kampın bir zaferidir. 2004 Turuncu “Devrimi”, Devrimci İşçi Partisi geleneğinin İşçi Mücadelesi dergisi ve gazetesi sayfalarında “fason devrim” adını verdiği bir dizi olayın parçası idi. 2000 yılında Sırbistan’da, 2004’te Ukrayna’da, 2005’te Gürcistan’da yaşanan bu olaylar, 1989 Doğu Avrupa ve 1991 Sovyetler Birliği olaylarının gecikmiş birer devamı idi. 1989 Doğu Avrupa olaylarının ayırıcı yanı, bürokratik olarak yozlaşmış işçi devletlerine karşı kitlesel isyan biçimini alan, yani görünürde devrimlerle aynı biçimleri sergileyen, ama içerik olarak kapitalizmin restorasyonunu ve söz konusu ülkenin emperyalizmle bütünleşmesini hedefleyen kitle hareketleri olmasıydı. “Fason devrimler” de bu özellikleri gösteriyordu. Fason devrimlerin ayırıcı yanı, 1989 Doğu Avrupa’dan farklı olarak bürokratik olarak yozlaşmış işçi devletlerine değil onların kalıntılarına karşı yapılmasıydı. Yani hem iktidar kampı, hem de muhalefet, restorasyonist siyasi güçlerin hegemonyası altında idi. Ama iktidar kampı eski bürokratik işçi devleti düzeninin siyasi, iktisadi, kurumsal özelliklerini kullanarak ayakta kalıyor ve daha önemlisi emperyalist bağlantılardan uzak duruyordu. Karşı taraftaki siyasi güçler ise geleceği emperyalizmle tam bir bütünleşmede arıyordu.

2. Ukrayna 2014 bu dizinin gecikmiş bir edisyonudur. İçine yerleştiği bağlam ise tam da emperyalizmle bütünleşmedir. Durum çıplak biçimde ortadadır. Olayları tetikleyen Avrupa Birliği’nin eski Sovyet cumhuriyetlerinden bazılarını kendi nüfuz alanına çekmeyi hedefleyen bir yeni ortaklık anlaşması ile ortaya çıkması olmuştur. AB ile Rusya arasında bir denge hattı izleyerek Ukrayna’ya avantajlar kazandırmaya çalışan devlet başkanı Yanukovıç, Aralık ayından itibaren kitle hareketi AB yönünde baskı uygulamaya başladığında bu “ne şişi yansın, ne kebap” politikasını terke etmek zorunda kalmıştır. (Ukrayna olaylarının o topraktan Marksist bir analizi için, Ukrayna Marksist örgütü Akıntıya Karşı’nın sitemizde yayınlanmış olan “Ukrayna’da politik kriz” yazısına, ayrıca “Gezi ile Ukrayna’nın ne alakası var” yazısına bakılabilir.) Bir yandan Putin’in diplomatik baskısı, bir yandan Rusya’nın çökmekte olan Ukrayna ekonomisini kurtaracak bir 15 milyar dolarlık kredi vaadi ve doğal gaz fiyatını düşürmesi, bir yandan da ülkenin başkenti Kiev ve batı bölgelerinden farklı olarak ülkenin etnik Rus unsurun ağırlık taşıdığı doğusunun basıncı altında, Yanukovıç esas olarak Rusya yanlısı bir politika izlemeye başlamıştır. Böylece, Ocak sonu ve Şubat boyu kılıçlar çekilmiş, mücadele bir hayat memat meselesi haline gelmiş, barikatlar yükselmiş, ölümüne bir savaş başlamıştır. Savaştan galip çıkan AB yanlısı kanattır. Kazanan, her şeyden önce, emperyalizmdir.

3. Burada, Ukrayna bir piyondur. ABD, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden (1991) bu yana Rusya’yı (ve buna paralel olarak Çin’i) yalıtma ve kuşatma politikasını bütün uluslararası politikasının ve askeri faaliyetinin merkezine almıştır. Irak savaşları (1991 ve 2003), Yugoslavya savaşları (1995 ve 1999), Afganistan (2001), bütün bunlar sadece emperyalizme bağımlı ama rayından çıkmış bazı ülkeleri hizaya getirme savaşları değildir. Bunların ayırıcı yanı, ABD’nin 1989-1991 “komünizmin çöküşü” sonrası yeni ve kendi hâkimiyetinde bir dünya düzeni kurma planlarının ve bu bağlamda Rusya ile Çin’i yalıtma ve kuşatma savaşlarının birer hamlesi olmasıdır. Devrimci İşçi Partisi geleneği bunlara Avrasya Savaşları adını vermiştir. Ukrayna’da AB yanlısı kampın kazanması, Rusya’nın tarihi bakımdan en sıkı bağlara sahip olduğu, 46 milyon nüfusu ve ekonomik gücü ile, Rus donanmasının üssü olan Kırım’a sahip olması ile dev bir önem taşıyan bir ülkenin “düşürülme”sidir! Ukrayna’daki mücadelede ülkenin batısında ve başkentte hâkimiyetin AB yanlılarının eline geçmiş olmasının dünya tarihsel anlamı budur. ABD’nin dişli Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland, kısa süre önce ABD’nin Ukrayna Büyükelçisi ile telefon görüşmesinde atılacak politik adımları tartışırken, “And f… the EU” (kibarca çevirecek olursak, “AB’nin de canı cehenneme!”) derken böceklere yakalanmıştı. Şimdi, Nuland’ın Washington D.C.’deki kutlama toplantılarında “And f… Ukraine!” dediğini duyar gibi oluyoruz.

4. Ne var ki, Ukrayna 2014’ü kendinden önceki bütün kitlesel gerici, emperyalizm yanlısı hareketlerden ayıran bir yan vardır: Hareket içinde faşizmin gücü. Denebilir ki, Maidan (Bağımsızlık Meydanı) hareketinin hegemonik gücü, kendi içinde farklılaşmış eğilimleriyle faşizmdir. Dün cezaevinden çıkarak Maidan’da 50 bin kişiye hitap eden Yulia Tımoşenko veya eski ağır sıklet dünya boks şampiyonu Vitali Kliçko’nun da bütünüyle emperyalizm yanlısı burjuva politikacıları olduğu tartışma götürmez. Ama Maidan’ın askeri gücü Svoboda adlı faşist harekettir, onu bile uzlaşmacı bulan daha sert faşist çekirdeği temsil eden radikal gruplardır! Bunun ardında Ukrayna 2014’ün Ukrayna 2004’ten farklı olarak Üçüncü Büyük Depresyon döneminde yaşanıyor olması vardır. Depresyon bir yandan işçi-emekçi kitleleri, gençliği ve ezilenleri devrim yoluna sokarken, bir yandan da Avrupa’da faşizmin yükselişine zemin hazırlamıştır. Bu yönüyle, Ukrayna’da Maidan kampının kazandığı başarı, Mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinden büyük bir zaferle çıkması beklenen ırkçı faşist kampın ilk büyük zaferi olarak görülebilir. Kimi “demokratik Avrupa”nın Ukrayna’daki en güçlü taraftarlarının faşistler olmasından şaşkınlık duyabilir. Avrupa’nın kendisi bugün faşizmin dünya çapındaki kazanıdır! Şaşıracak hiç, ama hiçbir şey yok!

5. Elbette Ukrayna aynı zamanda Akdeniz havzasında halkların ayağa kalkarak kendi kaderlerini kendi ellerine alma mücadelesi verdiği bir dönemin ardından geliyor. Bunu görmezlikten gelmek olmaz. Her halk birbirinden esinleniyor. Halkın kendi gücüne inanması bakımından her isyan, her ayaklanma, her devrim esin kaynağı oluyor. İyi anlaşılmalı. Biz Maidan’daki herkesin faşist olduğunu, bilinçli biçimde emperyalizmi savunduğunu söylemiyoruz. Politik hegemonya bunlarda diyoruz. Ama artık iyice anlaşılması gerekiyor: devrimin biçimleri hiç de devrimci olmayan bir içerik kazanabilir. Yukarıdan beri saydığımız olaylar dizisi bunu kanıtlamıştır. Polonya’da, Çekoslovakya’da, Doğu Almanya’da, Romanya’da kitleler ayaklanmış ve var olan baskıcı iktidarları (bürokratik olarak yozlaşmış işçi devletleri) yıkmıştır. Ama sonuç, özelleştirme, kamu varlıklarının eski bürokrasi tarafından yağmalanması, işsizlik, yoksulluk, emperyalizm tarafından yutulmak olmuştur. Mesele şöyle ifade edilebilir: Gerici hareketler de devrimin yöntemlerini kullanabilmektedir. Bürokratik olarak yozlaşmış işçi devleti olgusu, tarihe böyle bir anomali kazandırmıştır. Kitleleri o kadar yabancılaştırmıştır ki, karşı devrimin veya gericiliğin kucağına bile itebilmiştir. Bu anomali dolayısıyla o gün kanmak hataydı, ama hiç olmazsa yeni bir olgu ile karşı karşıyaydık. Bugün bu hata kabul edilemez olmuştur.

6. Tersinden bakıldığında, işçi-emekçi kitleler, ezilenler, devrime gönül verenler kitlelerin mücadelesinin ne kadar büyük potansiyeli olduğunu, devletin bütün baskı aygıtının kitlelerin kararlılığı karşısında çaresiz kaldığını Ukrayna’da da görebilirler. Elbette, şayet Ukrayna muhalefeti bir proleter devrimci partinin veya işçi konseylerinin etkisi altında olsa, yani burjuvazinin hâkimiyetinin devrilmesi tehlikesi doğsa, polis güçleri bu kadar kolay kamp değiştirmezdi. Ama yine de kitlenin gücünün devlet aygıtının içinde nasıl çatlaklar yaratabileceğini Ukrayna olayları yeniden göstermiştir.

7. Kimse Ukrayna artık durulur hesabı yapmasın! Şimdi ülkenin Rus yanlısı doğusu ile Avrupa yanlısı batısı arasında, sonu bölünmeye bile gedebilecek bir mücadele başlayacaktır. Putin’in Ukrayna’yı AB’ye ve emperyalizme kolay kolay teslim etmeyeceği açıktır. Kırım patlamaya hazır bir dinamit fıçısıdır. Tarihsel olarak Rusya’nın toprağı olan bu dev yarım ada, Hruşçof döneminde, yani yaklaşık yarım yüzyıl önce, Ukrayna’ya verilmişti. Şimdi bile orada Rus donanmasının üssü var. Ruslar çoğunlukta. Bunların 60 bini hâlâ Rusya Federasyonu vatandaşı. Kırım’ın Tatarları ise tarihi nedenlerle Ukrayna vatandaşlığını tercih ediyor. Kısacası, Ukrayna’nın doğusu Rusya’dan koparılmaya direnecektir, Kırım da bunun koçbaşı olacaktır. Tatar nüfusu dolayısıyla sorun Türkiye’ye de yansıyacaktır. Türkiye’nin sosyalistlerini zor günler bekliyor.

8. Daha da zoru var! Orta Asya hâlâ eski kadroların yönetiminde. Orada sarsıntı başladığında Türkiye sosyalistleri için çok daha zorlu bir süreç başlayacak. Enternasyonalizm zemininde, bir devrimci Enternasyonal aracılığıyla o ülkelerin proletaryasının örgütlenmesi için adımlar atılmadığı takdirde, bizi “Türki fason devrimler” karşısında zor günler bekliyor.

9. Bütün bu olan bitenler, Ekim devriminin ardından 20. yüzyıl boyunca kurulmuş işçi devletlerinin çöküşünde ulusal sorunların ne kadar büyük bir rol oynadığını bir kez daha ortaya sermiştir. Ukraynalılar Rusya’ya olan kızgınlıklarından emperyalizme ve faşizme teslim oluyor! Oysa onlar “büyük Rus” denen Slav ailesinin (Rusya, Ukrayna, Belarus) parçası! Bir de Sovyetler Birliği’nin öteki halklarını, Baltık halklarını, Kafkasya halklarını, Müslüman ve Türki halklarını düşünün! Doğu Avrupa’nın halklarını düşünün! İşte Lenin’in uluslar politikasının, Sovyetler Birliği’nin kuruluşunda Rus şovenizmi yapan Stalin ve akıldaşlarına karşı verdiği mücadelenin uzak görüşlülüğü! İşte Trotskiy’in 1930’lu yılların koşullarında “bağımsız Sovyetik Ukrayna” sloganını yükseltişinin tarihi uzak görüşlülüğü! Devrimci Marksizmin uluslar politikasını uygulamayanın başı işte böyle onlarca yıl, belki de yüzlerce yıl belaya girer!