Sungur Savran Ukrayna'daki NATO-Rusya savaşıyla ilgili Vaziyet internet sitesinin sorularını cevapladı

Sungur Savran Rusya-NATO savaşı Vaziyet ropörtajı

Vaziyet internet sitesi (www.vaziyet.com.tr) "Türkiye'de sol Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini tartışıyor" başlıklı ropörtaj dizisi kapsamında Devrimci İşçi Partisi Genel Başkanı Sungur Savran'la bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu söyleşiyi Gerçek gazetesi okurlarıyla da paylaşıyoruz.

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş halini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu işgale giden süreç nasıl gelişti ve sonuçları neler olabilir? Solun farklı kesimleri savaşın başlangıcına farklı açılardan yaklaşıyor...

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş bir vekâlet savaşıdır. Ukrayna sadece savaşın üzerinde verilmekte olduğu “savaş tiyatrosu”dur. Savaş bir NATO-Rusya savaşıdır, NATO, savaşı Ukrayna’ya yaptırıyor. Bunu anlamayan bu savaştan hiçbir şey anlamamıştır.

Savaşın kökeni, 1991’de SSCB’nin dağılmasından sonra ABD ve NATO’nun, SSCB’nin ana mirasçısı devlet olan, Karadeniz ve Baltık Denizi’nden Japonya ve ABD’ye kadar uzanan dünyanın en büyük ülkesi, Amerika ile yarışabilecek nükleer güce sahip Rusya’ya karşı bir diz çöktürme stratejisi izlemesine dayanıyor. O zamandan bu yana NATO 13 Orta ve Doğu Avrupa ve Balkan ülkesine doğru genişlemiştir. Şimdi Rusya’nın kuzey komşuları dünün “tarafsız” ülkeleri İsveç ve Finlandiya’yı içine almaya hazırlanıyor. Güneyde Moldova, Ukrayna, Gürcistan ve Azerbaycan sıra bekliyor. Orta Asya’ya Afganistan’da NATO savaşı yoluyla girmeyi denedi, beceremedi. Bu 30 yıllık saldırı politikasını görmeyip, Rusya’nın hayat memat tehlikesine tepki verdiğini anlamayıp ezbere, NATO’nun papağanı gibi Putin’le Hitler’i karşılaştıracak kadar aklını yitiren bir retorikle Rusya’yı suçlayanlar için “tarihin sonu” anlaşılan gerçekten gelmiş. Tarihten hiçbir şey öğrenememişler!

Tarihte bu kadar açık bir tablo pek az olmuştur. Sorun ABD’ye ve NATO’ya,neden kuşatıyorsun Rusya’yı? Ukrayna ve Gürcistan ile birlikte bir boa yılanı misali sıkıştırmış olacak NATO’yu. Neden diye sorun. Bakalım ne cevap alıyorsunuz? Öyle “Ukrayna istediği uluslararası ittifaka girer” gibi hafife alınacak bir şey mi NATO? Savaş aygıtı! Terör örgütü!

Tablo açık olduğu gibi Rusya da kartlarını hep açık oynadı. 2008 Nisan’ında NATO’nun Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınacağı açıklanınca, Rusya en ufak bir tereddüde yer bırakmayacak tarzda buna izin vermeyeceğini ilan etti. 2008 Ağustos’unda ise Güney Osetya ve Abhazya’yı destekleme bahanesiyle Gürcistan’a savaş açtı ve istediği şeyleri elde etti. Evet, Güney Osetya ve Abhazya devletçikleri Rusya uğruna vekâlet savaşı veriyordu, ama Gürcistan da ABD ve NATO uğruna vekâlet savaşı veriyordu.

NATO Gürcistan’da yitirdiğini Ukrayna’da kazanmaya çalıştı. 2014’te Kiev’in Maydan adını taşıyan büyük meydanında patlak veren halk hareketinden yararlanarak Rus yanlısı Yanukoviç’i devirtti, Ukrayna oligaklarının (Ahmedov, Poroşenko, Kolomoiski vb.) kendisine sadık rejiminin kurulmasını sağladı. Bu güçler Maydan’da kazanmak için faşist milis güçleriyle ittifak yaptılar. Bu güçler daha sonra insanın kanını donduracak eylemler yaptılar. Hâlâ aktifler, savaştaki “gönüllü”lerin önemli bölümü bunlardan oluşuyor.

Geçen yılın Aralık ayında Rusya ABD’ye bir antlaşma taslağı verdi. Taslak, NATO’nun doğuya doğru yayılmasına resmen son verilmesini, ittifakın eski Sovyet topraklarında askerî altyapısının genişlemesinin daimi biçimde dondurulmasını, Ukrayna’ya her türlü NATO askerî yardımının durdurulmasını ve Avrupa’da orta mesafeli füzelere yasak getirilmesini içeriyordu. Rusya’nın Ukrayna sınırına, zamanla 100 binin üzerine çıkan birliklerini ve silahlarını yığması bu antlaşma önerisi gerçekleşmediği takdirde askerî bir seçeneğin gündeme gireceğini ima ediyordu. Bu bilek güreşi iki ay sürdü. İki ay boyunca Rusya-ABD ve Rusya-NATO görüşmeleri sürdü. Ukrayna bu müzakerelerin hiçbir şekilde tarafı olmadı. ABD ve NATO ise müzakerelerde hep tavizsiz davrandı, hep Rusya’yı ekonomik yaptırımlarla tehdit etti. Savaş bunun sonucunda başladı.

Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır. Savaş öncesi politika, ister 1991’den alın, ister 2008’den, ister Aralık 2021’den hep Rusya ile ABD-NATO arasında yürümüştür. Öyleyse savaş da bunların arasındadır. Ukrayna Amerika adına, dünyanın en büyük terör örgütü NATO adına bir vekâlet savaşı veriyor. İstediğiniz kadar Ukraynalı anne ve bebelerin ağlamasını istismar eden görüntüler yayınlayın, mültecilerin yollarda çilesini gösterin, sivil ölümlerini gündeme getirin, Ukrayna’nın ulusal egemenliği, toprak bütünlüğü ve benzeri “yüce” ilkelerden söz edin. Bunların hepsi ABD-NATO tarafından on yıllardır dünyanın çok çeşitli coğrafyalarında çıkartılan savaşlarda vakayı âdiyeden görüntülerdir. Bütün bu on yıllar boyu, bırakın dünyanın başka yerlerini, komşularımızda, Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de ağzını bir kez açmamış alçak dünya ve Türkiye medyasının şimdi yine ABD’nin çıkarlarına hizmet amacıyla başvurduğu istismara kanıp “savaş kötü, barışı savunalım” havasına girmek, bunu yapanın kendi vicdanını rahatlatmaktan başka hiçbir işe yaramaz.

Bu savaşın nedeni ABD ve NATO’nun dünya hâkimiyetini muhafaza politikasıdır.Bunun üzerine gitmeyen savaşı bitiremez. Tersine, zamanla daha da derinleşmesine, belki nükleer silahların da kullanılacağı bir dünya savaşına dönüşmesine seyirci kalmak demektir bu tutum. ABD-NATO kampının Ukrayna’dan elini çekmesini, bu ülkenin ve Gürcistan’ın NATO’ya alınıp nükleer başlıklarla donatılmayacağının taahhüt edilmesini, savaşa yol açabilecek diğer saldırgan politikalardan kaçınılmasını ısrarla talep etmek gerekir.

Sizce savaş karşısında solun tavrı ne olmalı? Hem Türkiye özelinde hem de dünya genelinde yorumlayabilir misiniz?

Dünyada ve Türkiye’de solun tutumu, yalın biçimde söyleyelim, vahim olmuştur. Solun önemli odakları ve kendini solda sayan ama siyasi faaliyetten ya bütünüyle uzak duran ya da burjuva partilerini pusula haline getirmiş birtakım iddialı bireyler sosyalizmin savaş politikası alanında 175 yıl boyunca biriktirmiş olduğu kazanımları bütünüyle “unutmuş”, daha doğrusu unutmayı tercih etmiştir.

Elbette bunları bütün hareketler ve bireyler için söylemiyorum. Ama genel eğilimin böyle olduğunun altını çizmek gerekir. Ortada birbirine karışan, hepsi yanlış olan birtakım fikirlerin bir alaşımı var. Uzun uzadıya ele alamayız. Çok kısa özetler halinde bu yanlışlara işaret edelim.

İlkin Rusya’nın da emperyalist bir ülke olarak ele alınması var. Bu konuda en ufak bir delil ileri sürülmediği, en ufak bir ciddi çalışma yapılmadığı için, bu uyduruk tezi savunmanın bir de örtülü yöntemi geliştirildi. Rusya’nın “emperyal” çıkarları olduğu ileri sürülüyor. Bu, dünya solunun 1889-91 aralığında işçi devletlerinde kapitalist restorasyon başlayalı beri yaşadığı travmanın ürünü. “Emperyal” ile “emperyalist”in farkı nedir diye sorsanız, muhataplarınızın ya boş boş bakacağını ya da o anda derme çatma bir açıklama uyduracağını söylemek mümkün. Yani demek istiyorlar ki, tamam emperyalist olmayabilir ama Rusya’nın da başka halklar üzerinde hâkimiyet yönünde emelleri var.

Bu ikinci manevradan hızla bir başka manevraya geçilebiliyor. Bu da Rusya’ya “bölgesel emperyalist” demek. Bu kavram kendi içinde çelişkilidir zira “emperyalist ülke” demek bir “dünya sistemi” haline gelmiş olan kapitalizmin hâkim güçlerinden biri demek. Yani birçok emperyalist ülke olabilir (ki var), bunlar dünya sistemi üzerinde birbirlerinden çok farklı derecelerde bir hâkimiyete sahip olabilir (ABD ile kim yarışabilir?), bütün bunlar tamam, ama “bölgesel emperyalist”, işte bu olmaz.

Yani bu üç manevra da aslında emperyalist olan ve emperyalist olmayan iki taraf karşı karşıya gelince, emperyalizmle uğraşmak yerine emperyalist olmayanı da suçlayıp karşınıza almanın uyduruk yöntemleri. Şimdi, bir kez Rusya suçlu ilan edildikten sonra, bazıları bir de görünümü kurtarmak için NATO’ya da verip veriştiriyor. Burada yeni bir pozisyon doğuyor. Bu “sigortalı Rusya karşıtlığı” oluyor. “Ne o haklı, ne o” tutumunu benimsemiş oluyorsunuz. Peki, savaş meydanında ne yapılacak? Bu siyasi partiler iktidarda olsa ne yaparlardı? Halka ne vaat ediyorlar bu konuda. Biz Devrimci İşçi Partisi olarak iktidara gelince NATO’dan çıkacağız, İncirlik ve Kürecik başta olmak üzere bütün yabancı üsler kapatacağız. Onlar ne yapacaklar?

Yani ortada iki pozisyon var. Biri açıkça Rusya karşıtı, yani NATO yanlısı. Diğeri NATO’ya verip veriştiriyor ama bugün, Ukrayna’daki savaşta Rusya’ya karşı tutum alıyor. Sonunda Ukrayna NATO-Rusya savaşının bir muharebesi olduğuna göre yine NATO’ya temenna ediyor. Biz ise NATO adına verilen vekâlet savaşının yenilgiyle sonuçlanması için propaganda yapıyoruz.

Emperyalist olan ile emperyalist olmayan karşı karşıya gelince kategorik olarak emperyalizmin ikirciksiz olarak karşısında durmayan, sosyal demokrasinin savaş politikasını benimsemiş demektir. Kendine ne ad verirse versin. Tabii bunlar artık Marksizmden uzaklaştıkları ve emperyalizme teslim oldukları ortaya çıktığından, bizim gibi Marksist savaş politikası güdenlere ağır terimlerle saldırmaya başlıyorlar.

Mesela hemen “Putinci” oluyorsunuz. Bu bir kere açıkça ilkellik. Modern tarihte sadece Marksistler değil aklı başında bütün düşünür ve siyasi hareketler savaş söz konusu olduğunda liderleri değil ülkeleri, sosyal sistemleri, rejimleri destekler ya da karşılarına alırlar. Çoğu zaman ülkenin başındaki lidere rağmen bir ülke hiç tereddütsüz desteklenir. 19. ve 20. yüzyıllarda bütün ciddi Marksistlerin (Marksist pozunu sürdürmeye çalışan sosyal demokratların değil) tutumu buydu. Bu Putincilik suçlamasını yapanlar, acaba 1914-1918 Cihan Harbi’nde Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht Çar kadar gerici bir lidere karşı, kendi ülkelerini desteklemek yerine esas hedef olarak Alman devletini alınca nasıl da onları aşağılarlardı, “şunlara bakın Çarcılık yapıyorlar” diye!

“Putincilik” denmezse, “Rusya’ya sosyalist dönemi dolayısıyla nostaljik/ideolojik bağlarla bağlı olmaktan” söz ediliyor. Bu nasıl bir kör yaklaşımdır? Ortada Miloşeviç’ten, Saddam’dan, Taliban’dan beri gelen bir yaklaşım var. 30-40 yıldır bu liderlere rağmen ve onlara hiçbir politik destek vermeksizin emperyalizm karşısında bu ülkeleri koruma, ikisi arasında bir savaşta emperyalizmin yenilgisi için mücadele etme politikasını savunan bir görüş var, onlara ne tür “nostaljik” ya da “ideolojik” bağlarla bağlıydık ki tamamen ilkesel temelde izlediğimiz politika bu sefer nostaljiye atfediliyor?

Bütün bunlar tutmayınca bu sefer de sizi barış düşmanı ilan etmeye girişiyorlar. Türkiye sosyalist hareketinden gelen yaşını başını almış insanların Marksistlerin barışı kazanma yolunun iyi niyetli ama içi boş pasifist bir retorik olmadığını, savaşın ve savaşların sona ermesi uğruna savaşın nedenlerini ortadan kaldırmak için mücadele ettiklerini de unutmuş olmasına pes! Başka bir şey denemez.

Türkiye’de solun mevcut durum karşısındaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce gerekli tepkileri verebildiler mi, yanlış bakılan noktalar, eksikler var mı?

Nasıl değerlendireyim ki? Az önce “vahim” dedim. Şimdi bunun neyin göstergesi olduğunu anlatayım. Türkiye solunun savaş politikasında 1990’lı yıllarda “ne Sam ne Saddam” olarak formüle edilen yaklaşımının neredeyse genelleşmesinin anlamı nedir, onu konuşalım.

Bu savaş politikası, Deniz’lerin, Mahir’lerin, Sinan’ların anti-emperyalist militanlığının Türkiye solunun ufkundan kaybolmasının bir sonucudur. Türkiye solu (buna Kürt solu da dâhildir) anti-emperyalizmini yitirdiği için emperyalist olan ile emperyalist olmayan arasında savaş olduğunda taraf seçmeyi reddetmektedir.

Neden yitirmiştir Türkiye solu anti-emperyalizmini? Birçok nedeni var. En önemlisi Avrupa Birliği (AB) hayranlığının emperyalizme duyarlılığı öldürmesidir. 1990’lı yılların ikinci yarısında Türkiye AB’nin kapısında dilenci gibi dolaşır ve içi boş Helsinki kriterlerini yerine getirmek en önemli görev olarak görülürken, bir emperyalist gücün sendika hareketi (DİSK ve KESK) ve sosyalist sol (bütün liberal sol odaklar) tarafından barışın, demokrasinin, sosyal hakların, uyumun, istikrarın, daha ne eklemek isterseniz siz ekleyin, bütün bunların temsilcisi olarak gösterilmesi, yani kısacası emperyalizmin iyiliğin timsali  olarak sunulması, Türkiye solunun önemli bir kesiminde anti-emperyalist bilincin son kırıntılarını almış götürmüştür.

2000’li yıllardan itibaren AKP iktidarına, sınıf mücadelelerindeki yerinin tamamen ihmal edilip sadece aydınlanmacılık, laiklik, cumhuriyet elden gidiyor anlayışıyla muhalefet de Batı ve AB hayranlığını daha da kışkırtmıştır. Bu insanları Trump, Marine Le Pen ve benzerleri de uyandırmamışa benziyor. Türkiye’nin değil dünyanın nereye gidiyor olduğunu sorsalar belki uyanacaklar ama galiba artık çok geç.

Bunun yanı sıra, solun 12 Eylül yenilgisinden sonra işçi sınıfı içindeki bağlarının önce zayıflaması, sonra da kopması, sola sosyo-ekonomik taban olarak sadece modern küçük burjuvaları ve proletaryanın ayrıcalıklı eğitimli katmanını bırakınca, bu katmanların emperyalist ülkelerde iş bulma umutları, yabancı firmalara kapağı atma umutları da solun bu konudaki zaafında önemli bir rol oynamıştır.

Kısacası, savaş politikası aslında emperyalizme karşı güdülen politikanın sonucu olarak ele alınmalıdır. Başka türlü söyleyelim: Mesele savaş politikasından da daha derindir. Türkiye solunun emperyalizme teslim olması meselesidir!

Sizce savaşın gidişatı Rusya açısından bir bataklık olabilir mi? Yoksa Ukrayna, enformasyon konusunda Rusya’ya göre daha mı başarılı?

Enformasyon konusunda Rusya’ya göre daha başarılı olan Ukrayna falan değil. Onların efendisi, yani emperyalist Batı! Elbette ön planda gerçek emperyalist kanallar rol oynuyor. Ukrayna savaşta vekâlet ediyor, medyada da emperyalist basına yardımcılık yapıyor. Ama iş bununla da sınırlı kalmıyor. Sözde Arap dünyasının bakış açısını temsil edeceği düşünülen TV kanallarından ta Çin’in İngilizce kanallarına kadar olanlar da dâhil, ağız birliği etmişçesine, sanki demokratik merkeziyetçi bir disiplin içinde Rusya’nın savaşta başarısız gösterilmesinde el birliği ediyor.

Ama ilk sorunuz (“Sizce savaşın gidişatı Rusya açısından bir bataklık olabilir mi?”) bundan çok farklı bir soru. Bana kalırsa bu savaşın sonucunu bilmek çok zor. Önce şunu söyleyeyim: Rusya hangi istihbarata dayanarak artık harekete geçme ihtiyacını hissetti, bunu bilmiyoruz. Neden ortaklaşa soğuk bir iklime sahip iki ülke arasında kışın orta yerinde savaş başlattı, bilmek zor. Mutlaka bir nedeni olmalı. Sadece biz bilmiyoruz. Savaşı başlatmadan önce bu kadar uzun müzakere yapması da emperyalistlere bölgeye ve Ukrayna’ya silah tedarikini arttırma olanağını verme riskini kabul etmek anlamına geldiğine göre aslında Rusya’nın ya işin buraya kadar geleceğini beklemediğini ve esas amacının savaş başlamadan hedefine (yani ABD ile anlaşmaya) varacağını beklediğini gösterir ya da Ukrayna’dan ciddi bir direniş gelmeden ülkeyi kontrol altına almayı beklediğini.

Tüm bunların yanında Rusya’nın özellikle şehirlere yönelik askeri stratejisinde nispeten ihtiyatlı bir yaklaşım içinde olduğunu da görmek gerekir. Batı emperyalist propagandasının aksine Rusya bu şehirleri stratejik bir bombardıman ile tüm direnç unsurlarını kırarak teslim almaktan imtina ediyor. Putin, sürekli müzakere masasını gündemde tutuyor ve Ukrayna ordusu içine seslenerek Rusya’nın politik amaçlarına ulaşmasını sağlayacak bir iktidar değişikliği için baskı kurmaya çalışıyor. Özellikle neo-Nazi grupların halkı canlı kalkan olarak kullanmasını gündeme getirerek askeri harekatın temposunun direnişin karşısında yavaşlamadığını kendi inisiyatifleri dahilinde belirlendiğini ima ediyor. Sonuçta savaşta propaganda ile gerçekte olanı ayırt etmek somut sonuçları görmeden mümkün değildir. Aynı şekilde Batı medyası aracılığıyla propaganda edildiği gibi Ukrayna’nın büyük bir direnişle Rusya ordusunu durdurduğuna peşinen inanmak yanıltıcı olur.

Mesele şu ki, bütün bu hesaplar, olasılıklardan biri olarak Rusya’nın bataklığa batmasının mümkün olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Zaten Ukrayna hükümeti bile Rusya’nın savaş çıkarma ihtimalinin Batılılar tarafından bu kadar sık telaffuz edilmesini sorgulamıştır.

Bütün bu veriler bir araya geldiğinde arka planda hep hissedilen bir senaryo mümkün. ABD-NATO Rusya’yı tuzağa düşürmek istedi belki de. Yüzlerce yıl boyunca birlikte yaşadığınız bir ülkeyi işgal ediyorsunuz. İşgal ettiğiniz ülkenin arkasında dünyanın en büyük askerî ve ekonomik gücü var. Dünya medyası da o gücün avucunun içinde.

Diyelim Rusya askerî olarak tam bir zafer kazandı. Burada iki ihtimal var. Ya bu askerî zafer aynı zamanda Ukrayna’nın Rusya’nın koşullarını kabul etmesiyle (mesela hükümetin devrilmesi sonucu Ukrayna’nın uluslararası politikada “tarafsızlığı”nı ilan etti) siyasi bir zafere dönüşür. Ya da askerî zafere rağmen Ukrayna emperyalizmin orta vadede kendisini kurtaracağını hesaplayarak siyasi olarak teslim olmaz.

İlk senaryoda Putin çok başarılı bir atak yapmış olur ve uzun süre başta kalır. İkincisinde ise Rusya muazzam bir yıpranma içine girer, emperyalizm için çok elverişli koşullar doğar.

Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımları hakkında ne düşünüyorsunuz? Özellikle doğrudan Rusları hedef alan yaptırımlar da mevcut ve bunlar sosyal medyada da tartışmalara sebep oluyor. Sosyal yaşama dönük müdahaleler de söz konusu gibi...

Batı dünyasının ne kadar alçalabileceğinin tahmin edilmesinin bile zor olduğu, bu savaşla birlikte çarpıcı birtakım örneklerle ortaya çıktı. Önce resmî ekonomik yaptırımlarla başlayacak olursak, bunların geçmişte biz emperyalizmin savaş olasılıklarını arttırdığını hatırlattıkça dünyanın ekonomik olarak bütünleştiğini ısrarla tekrarlayan ve bu nedenle savaş olamayacağını söyleyen solun liberallerine karşı neredeyse bir alay unsuru gibi durduğunu hatırlatalım. Batı “aaa, ben onunla ticaret yapıyorum, savaş edemem” diyeceğine tam tersine savaşın sonucu olarak ticarete, iş ilişkilerine, yatırımlara özel olarak zarar vermeye girişmiş bulunuyor.

Küba ve Kuzey Kore gibi istisnai vak’alar dışında bütünü kapitalist ekonomilerden oluşan bir dünya ekonomisinde sadece devletlerin değil çokuluslu şirketlerin kendilerinin de ekonomik mübadelelere doğrudan zarar verecek davranışlara girmiş olması (birçok şirket Rusya’dan çekilmiş veya faaliyetlerini askıya almış bulunuyor) “ekonomik bütünleşme var, savaş olmaz” türü budalalıkların suratına vurulmuş birer tokat işlevini görmektedir.

Öte yandan, “Batı” dünyasının bütün hoşgörü, düşünce özgürlüğü, kişisel tercih, ayrımcılığın reddi gibi standartları ayaklar altına alarak tek ses tek yürek halinde Rus insanlarına salt Rus oldukları için ırkçı tutumlarla saldırması, sanatçılara, sporculara, akademisyenlere kapıyı kapatması, görevlerine devam etmek için “Rusya’yı kınama” şartını ileri sürmesi, insanın içini paralayan bir kararla Rus ve Belarus sporcuları paralimpik yarışmalardan bile dışlaması, Batı uygarlığının yıllardır “liberal değerler” adına bütün dünyanın ensesinde boza pişirmesinin ne denli sığ bir hoşgörü kültürüne dayandığını ortaya koymuştur.

Bakın, bu kararları veren kişilerin çoğu, Nazi rejiminde yer kapmak için taklalar atan filozof Heidegger, müzisyen Carl Orffya da bugün tam bir cinnet nöbeti sayesinde moda olan Carl Schmitt gibi şahsiyetleri okuyan, dinleyen, onları çağın önemli düşünürü veya sanatçısı sayan insanlardır. Batı, ölçülerini toptan yitirmiş bulunuyor!

SSCB geçmişi, Rusya’yla ilgili gelişmeler söz konusu olduğunda aslında solun tutumunu da gündeme getiriyor. Sağ, tarihsel süreç içerisinde “Rus emperyalizmi” veya “Moskof saldırganlığı” olarak isimlendirdiği bir şekilde, Rusya’ya varoluşsal bir şekilde “ezeli ve ebedi düşman” olarak yaklaşıyor. Öte yandan solda biraz daha farklılıklar söz konusu gibi. Mesela Grup Yorum’un Moskova’daki Rusya’ya destek konseri de sosyal medyada oldukça gündem oldu ve tartışma yarattı. Bu durum bir kırılma yaratabillir mi?

SSCB geçmişi, Rusya’ya sosyalistlerin gözünde bir ayrıcalık tanımanın bir gerekçesi olamaz. Tam tersine, Rusya ve onun bugünkü yöneticileri, “oligarklar” olarak anılan, halkın mallarını yağmalamayarak zenginleşmiş yeni yetme kapitalist sınıf ve Putin’in etrafında toplanmış eski istihbaratçılar kadrosu, sosyalizme karşı bir yıkıma giriştikleri için bütün ülkelerin hâkim sınıflarından daha suçludurlar. Kimse onları soldan temize çıkarmamalıdır.

Rusya’nın bir ülke olarak emperyalizmin manevraları karşısında haklı konumda olması başka, Rusya’nın bugünkü yöneticilerinin ve hâkim sınıflarının sosyalizm açısından yüceltilmesi başka. Bu ikincisi gerçekten absürt bir çabadır.