Sudan devriminde dar geçit
Devrimin hası anlaşılan tam durduğu zannedildiğinde birden aslan gibi kükreyerek yerinden kalkıp aynı hayatiyet içinde düzenin kalelerini topa tutmasıyla farkını gösteriyor! Hâkim sınıflar için bir korku filmi gibi. Tam her şey hallolmuşken, ortalık süt liman görünürken, aniden bir yeni tehlike patlak veriyor! Bakın Cezayir’de, Irak’ta, Lübnan’da devrim cılız protestolara döndü. Şili’de tatlı su sosyalistlerinin elinde esneyip duruyor. Kolombiya da aynı yolun yolcusu görünüyor. 2019 ve sonrasının devrimci atılımlarından geri kalan bir tek Sudan hâlâ korku salıyor.
25 Ekim’den Ocak sonuna üç ay geçti. Sudan’ı 2019’daki büyük devrimci mücadeleden sonra güya demokrasiye taşıyacak olan, asker-sivil ortaklığı garabetine dayanan Egemenlik Konseyi, Ekim sonunda askerî kanat tarafından dağıtılmıştı o tarihte. Orduyla uzlaşmış siviller kovuldu, ABD ile Birleşmiş Milletler’in adamı başbakan Hamdok gözaltına alındı, Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el Burhan ile onun yardımcısı konumunda olan, Darfur bölgesinde soykırım yapmakla suçlanan eski milis komutanı, sahte general Muhammed Hamdan Dagalo (Hemeti diye anılıyor) yönetimi ellerine aldılar.
Askerler sivilleri kovdu ama halkı kovamazsınız ki! Sudan üç aydır durulmak bilmeyen kitle eylemleriyle sarsılıyor. Eylemlerde ölü sayısı yüze yaklaşıyor, binlerce insan yaralandı, düzen güçleri onlarca kadına tecavüz etti, ama kimse geri çekilmiyor. 2019’da, devrimin Müslüman Kardeşler iktidarının 30 yıllık lideri Ömer el Beşir’i devirdiği aşamada, önderlik meslek örgütlerinin (doktorlar, gazeteciler, avukatlar vb.) başını çektiği Özgürlük ve Değişim Güçleri’nde iken, devrimin 2021-2022 evresinde, orduya karşı bu isyanda, önderlik adım adım yoksul işçi mahallelerinde ve küçük kent ve kasabalarda kurulmuş olan Direniş Komiteleri’ne geçmiş durumda. Halk bu sefer 2019’daki hatayı yapıp orduyla ortaklığı kabul etmiyor. Sokaklar “Medeniyye” diye çınlıyor: yani sivil yönetim.
Üç taraf
Gerçek gazetesi, başından beri söylüyor: Sudan’da üç taraf var. Birincisi, devrimi oyalayan ve şimdi de tasfiye etmeye çalışan ordu. Ordu dediğimizde akla sadece bir baskı aygıtı gelmesin. Ordu aynı zamanda bir holding şirketi, bir sermaye grubu! Burhan ve Hemeti beraberce yüzlerce kamu iktisadi teşebbüsünü (KİT’leri) kontrol ediyorlar. Başta altın olmak üzere madencilikten canlı hayvan ticaretine, inşaat malzemesinden ilaç sanayiine sayısız sektörü ellerinde tutuyorlar. En büyük KİT olan Savunma Sanayii Sistemleri’nin başında da bunlar var. KİT’lerin geliri çoğunlukla bütçeye değil generallerin hesaplarına akıyor. 25 Ekim’den sonra ordunun ilk işi altı devlet bankasının ve KİT’lerin müdürlerini görevden almak oldu. Bunların yerine Ömer el Beşir rejiminde ön planda olan Müslüman Kardeşler’den unsurlar yerleştirildi. General Burhan’ın böyle en az 860 üst düzey kamu görevlisini değiştirdiği bildiriliyor.
Bütün bu ekonomik çıkarların göz önüne aldığınızda askerlerin iktidarı neden bırakmak istemediğini ve yenilgiye uğratılmadıkları takdirde bırakmayacağını anlamak çok kolaylaşıyor. Bir de geçerken söyleyelim. Bu işin sonu Burhan ile Hemeti’nin bütün bu zenginlik kaynağının üzerine tek başına oturma hırsıyla kendi aralarında bir iç savaşa tutuşmalarına bile yol açabilir. Bir ipte iki cambaz oynamaz demişler.
Bunun karşısında 2018 sonlarında benzin fiyatlarının artışına karşı başlayan gösterilerin sonunda bir politik devrime dönüşmesiyle yepyeni bir devlet biçimi uğruna mücadele eden bütün bir halk var. Devrimci hareketin bir kısmı, bu yoksul toplumun biraz daha ayrıcalıklı katmanlarını oluşturan modern küçük burjuva unsurlarından (serbest meslekler, ücretli sınıfların üst düzey eğitimli katmanları, Amerika’ya, Avrupa ülkelerine yerleşmiş ve devrimin esas duyulan sesi haline gelmiş olan unsurlar vb.) oluşuyor. Özgürlük ve Değişim Güçleri ittifakının başını bunlar çekiyor. Ama geri kalan büyük kitle başkent Hartum’un, Kızıldeniz kıyısında en önemli liman kenti Port Sudan’ın ve diğerlerinin yoksul işçi mahallelerinde ve kasabalarda yaşayan, işsizliğin nüfusun yüzde 65’ine ulaştığı sefil hayat koşullarına katlanmak zorunda olan halk. Bunlar Direniş Komiteleri’nde örgütlenmiş durumda.
Üçüncü taraf ise “uluslararası toplum”, yani emperyalizm. ABD ve AB’nin yanı sıra, Afrika’da hep çok faal olan Birleşmiş Milletler (BM) ile Norveç gibi devrimlerde itfaiyeci rolünde uzmanlaşmış ülkeler. Bir de bunlara kapılanan Arap ülkeleri ittifakı var: Suud, Birleşik Arap Emirlikleri ve Sudan’ın güçlü kuzey komşusu Mısır. 2019’da Ömer el Beşir devrildikten sonra bile devrim devam edince itfaiyeciler koştular, devrimin küçük burjuva kanadıyla anlaştılar, askerle sivilin yan yana oturduğu, güya demokratik rejimi kuracak olan Egemenlik Konseyi’ni kurdular. Hükümetin başına da BM sisteminin güvenilir memuru Hamdok’u getirdiler. İşte 25 Ekim’de çöken bu rejimdir.
Dikiş tutmuyor
Halk o kadar güçlü ve dirençli ki, ordunun kurmaya çalıştığı yeni rejim bir türlü dikiş tutmuyor. 25 Ekim’de tek başımıza yöneteceğiz dediler, Hamdok’u da göz altına aldılar. Emperyalizm, karşı devrimci askerî manevranın etki-tepki yasasınca devrimi yeniden ayağa kaldırdığını görünce işe karıştı. ABD para musluklarını kesti. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ve onun temsilcisi Volker Perthes askerleri Hamdok’la iş birliğine ikna etti. Gerçek gazetesi hep vurguladı: Hamdok emperyalizmin adamıdır. Darbeden yaklaşık bir ay sonra, 21 Kasım’da Burhan ile Hamdok bir anlaşma imzalayıp bu sonuncusu yeniden başbakanlığı üstlendiğinde bu yeni bir yangın söndürme operasyonu idi.
Halk bu sahtekâr manevrayı bütünüyle reddetti. Çünkü inisiyatif artık, yüzlerle sayılan Direniş Komiteleri’ne geçmişti. Ülkeyi sarsan dev gösteriler sonunda 2 Ocak’ta Hamdok “ben bu işi beceremiyorum” diyerek istifa etti! Teyeller ikinci defa atmıştı. Önce askerî yönetim çuvalladı, ardından Hamdok tiyatrosu.
Şimdi artık bilek güreşinde ordu halk kitleleriyle karşı karşıya. Saflar temizlendi, devrim ile karşı devrim boy ölçüşüyor. Ama karşı devrimin yamağı emperyalizm ve BM sistemi durur mu? “Demokraside çare tükenmez” derken Süleyman Demirel de herhalde bu kurnazlıklardan söz ediyordu. Hamdok 2 Ocak’ta istifa etti. BM temsilcisi Volker Perthes 8 Ocak’ta yeni bir plan açıkladı. Plan Direniş Komitelerince kategorik olarak reddedildi! Teyeller üçüncü kez attı!
Emperyalizmin kurnaz yöntemleri
Ama işte şimdi en önemli aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Çünkü çok yaygın olarak konuşulmasa da ABD Direniş Komiteleri ile görüşmeye başladı! İşte bu emperyalizmin devrim açısından son derecede tehlikeli bir manevrası. Bir yandan, Direniş Komiteleri’nin gücünün nerelere geldiğini gösteriyor. Ama bir yandan da bu sefer onların sistemin içinde eritilmesine giden bir kapının açılması olasılığı doğuyor. Ki işte bu, devrimin gerçekten çözülmesine bir giriş kapısı olabilir. Bu yöntemin ne anlama geldiğini şöyle anlatabiliriz: Eylül 1917’de Britanya başbakanı David Lloyd George Petrograd Sovyeti başkanı Trotskiy ile görüşme teklifi yapıyor! (Tabii Trotskiy bu öneriye düşmanını sert bir şekilde yeren mizahi üslubuyla bir red cevabı veriyor. “Too little, too late, Sir David!” yani "biraz geç kaldınız Sör David!". Proletarya iktidarı almanın eşiğine gelmiştir artık.)
Sudan Direniş Komiteleri’nin Rus devrimindeki Sovyetlerle aynı türden yapılar olduğunu söylemiyoruz, o gülünç olurdu. Sudan devrimi Ekim devriminden çok geride. Sadece emperyalizmin nasıl ince taktikler uygulayabildiğini vurgulamaya çalışıyoruz.
Emperyalizm ekonomik, politik ve entelektüel gücüyle modern tarihin bütününün sınıf mücadelelerinin yarattığı dinamiklerin bilgisini cisimleştiren uzmanlarını seferber ediyor. Bastıramadığını satın almaya, satın alamadığını kandırıp kazanmaya çalışıyor. Devrimci bir önderlik bunun için gerekli. Bu kurnazlıkla ancak eşit bir güç ve bilgi sayesinde başa çıkılabilir. Parti ve Enternasyonal bunun için devrimin vazgeçilmez araçlarıdır.