Fransa bitmeden Katalonya, Ekvador bitmeden Şili, Irak bitmeden Lübnan... uyan uykudan artık uyan

Lübnan sungur savran

Kimler uyanıyor kimler! 1989’da tarihin sona erdiğine olmasa bile uzun bir süre derin dondurucuya konulduğunu düşünen post-Leninistler. TİNA’ya, yani Margaret Thatcher’ın “there is no alternative”ine, yani “başka seçenek yok”una inandığını itiraf etmese de liberalizmin, özelleştirmenin, piyasa yöntemlerinin kaçınılmaz olduğuna ikna olan sözde solcular.  “Küreselleşme”nin kendisine biat ettiğini açıkça söyleyemese de ona karşı Seattle’da başlayan isyanı zamanla “alternatif küreselleşme”ye dönüştürmeyi marifet sayacak kadar teslimiyetçi, dolayısıyla ulusal devletler çağının ebediyen kapandığını açıktan söyleyemeyese de küreselcilere inançta kusur etmeyen, bu yüzden ezilen halklara, mesela Kürtlere ulusal ezilmeye karşı mücadelenin anlamsızlığını kanıtlamak için bin dereden su getiren hâkim ulus sosyalistleri.

Daha önce derin uykuya dalıp şimdi uyanan, hayır uyandırılan kimlerdir? En çok aydınlar, entelektüeller, o kendilerini herkesten üstün görenler. Ne derinliklerden, ne ulaşılamaz doruklardan, ne anlaşılmaz kavramların içinden konuşuyorlardı! “İçi boş göstergeler”den, “merkezin kaybolması”ndan, “büyük anlatıların sonu”ndan, her şeyin önüne taktıkları “post” ön ekinden geçilmiyordu. Sayfalarca birbirlerinin dahi anlamadığı, dahası anlaşılmasın diye yazılan, “dil oyunları”nın inceliklerinden başka hiçbir hakikat tanımayan ve taşımayan, gerçeğin mutlaka “parçalı” olması gerektiği tezinden başka hiçbir şeye dayanmayan metinler yazıp kendinden başka kimsenin derdiyle ilgilenmeyen, hele “yoksulluk edebiyatı”na karşı tükürür gibi öfke ifade eden bir aydın tipi, bütün dünyanın ufkunu kapatmıştı. İşte onlardı, postmodern, post-kolonyal, post-Fordizm ideologu, post-Leninist ve, katiyen atlanamaz, sol liberal aydınlardı derin bir uykuya dalan. “Sınıf mücadelesi bitti” diyen, “elveda proletarya” diye provokatif başlıklarla kitaplar yazıp şöhret oluveren aydınlar. Burjuvazi tarihin en uzun, 1930’lu yılların esip gürlediktan sona 15 yılda tarih sahnesinden çekilen klasik faşizminden bile daha istikrarlı bir sınıf taarruzuna geçmişken, neoliberalizm ve “küreselleşme” atağıyla işçi sınıfını atomize ederken, Ağustos böcekleri gibi şarkı söyleyip duran o aydınlar. İşte kış geldi, Ağustos böceği yine hazırlıksız yakalandı.

Eğiticinin kendisi eğitilmek zorundadır[i]

Peki uyandıran kim? Önce genel cevabı verelim: sıradan, “kaba saba” ve “cahil” diye aşağılanan, (sevilmeyen “yoksulluk edebiyatı”na inat söyleyelim) yoksul mu yoksul, sömürülen işçi sınıfı, emekçi kitleler, işsizler, emekliler. Aydınları, facebook diliyle, bugün bunlar “dürtüyor”. Uyandırmaya çalışıyor. Uyanıyorlar mı?

Can Yücel şarkılara can veren o güzelim şiirinde “Köylükler uykusunda/Döndü dönüyor sola” demişti. 1970’li yılların gerçeği buydu çünkü. Uyanan işçi sınıfı, köylüleri de alıp götürüyordu. Aydınların hepsi henüz aymadılar. Uykularında bile sola dönmeleri zor. Ama teker teker uyanıp geriniyorlar. Gözlerini ovuşturuyorlar. Gördüklerine inanamıyorlar.

Aydınlarımızın gördüğü ne? Bağımsızlık hareketinin önderlerine salt bir referandum düzenlediler diye 9 ila 13 yıl arasında ceza veren demokratik Avrupa Birliği üyesi İspanya’nın Yüksek Mahkemesi’nin kararına cevaben, yeniden ve daha güçlü olarak “bağımsızlık” çağrısı yapan, başka Katalan kentlerinden Barselona’ya yolları kapatarak yürüyen, Barselona’nın Plaza de Cataluña’sını bir insan seliyle dolduran 650 bin Katalan. Polis kendisini itip yere düşürünce ayağa kalkıp bir kaplan gibi polisin üzerine sıçrayan genç kadının cesareti!

Aydınlarımızın gördükleri ne? Lübnan’ın, bir zamanlar “Ortadoğu’nun Paris’i” diye bilinen o bankalar kenti Beyrut’un, ünlü ve şatafatlı Hamra semtinin, Osmanlı’nın Trablusşam adını taktığı üç bin yıllık tarihi olan ikinci büyük kentinin altını üstüne getiren, ekonomik krize, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı, Lübnan toplumunu bölen din ve mezhep bölünmelerini aşarak ayağa kalkan gençler, işçiler, komünistler, Filistinliler. Daha bir hafta önce işsizliğe, su gibi, elektrik gibi en basit hizmetlerin yokluğuna ve korkunç yolsuzluk uygulamalarına karşı on binleriyle, yüz binleriyle ayağa kalkan, bu yüzden 100’den fazla şehit veren Iraklı kardeşlerinden devraldıkları isyan duygusunu Beyrut’u ve Trablusşam’ı sadece lastik alevleriyle aydınlanmış birer karanlık kent haline getirerek ifade eden Lübnanlılar.

Aydınlarımızın gördükleri ne? Ülkenin petrol gelirine rağmen And dağları ve Amazon ormanları bölgelerinde olduğu gibi başkent Quito’da da yoksul, hatta sefil bir yaşam sürerken benzin, mazot, motorin  fiyatlarındaki İMF destekli artış karşısında ülkeyi on gün sarstıktan, çanak uydularını, evlerindeki lavabolarını kalkan yaparak sokaklarda polisle ve askerle savaşa giren o kısa boylu, toprak rengi benizli, işçi, köylü ve kent yoksulu Amerika yerlisi kitleler, fiyat artışı kararını başkana geri aldırarak zafer kazandıktan henüz üç-beş gün sonra Latin Amerika ölçülerine göre zengin, eğitimli, “Avrupai” Şili’nin gençlerinin, kent yoksullarının, işsizlerinin metro fiyatlarındaki artışa karşı isyana durmasını, cumhurbaşkanının ilan ettiği sıkıyönetim uyarınca askeri kendi halkına karşı baskı uygulamalarında kullandığını görüyorlar.

 

Katalonya isyan

Pratiğin tekzibi

İşte böyle aydınlanır aydınlar! İşte böyle uyanır uyandırma “misyonunu” kendine atfedenler. Dünyanın emekçi ve ezilen halkları bir bayrak yarışındaymışçasına bayrağı birbirinden devralıp isyana ve devrime durdukça, aydınlar “uykusunda sola dönüyor”, sonra geriniyor, en sonunda gözlerini, inanmaz gözlerini, gerçeği nihayet görebilmek için ovuşturuyor.

Onyıllar sonra hayat, tarih, pratik bir kez daha eğiticiyi eğitiyor.[ii]

Sudan, Cezayir, Irak, Mısır, biraz daha önce Ürdün ve İran, hiç bitmezcesine Tunus, onlardan önce Gezi isyanının, Kobani serhildanının, Türk Metal başkaldırısının Türkiyesi, Tahrir meydanının Mısır’ı, Yemen, Bahreyn, iç savaşa dönmeden önce sadece altı ay Suriye.

Sarı Yeleklilerin Fransası, “kölelik yasası”na karşı ayağa kalkan Macar işçisi, aydını, gençliği, Amerika’da greve çıkan öğretmenler ve bir aydır grevde olan 49 bin otomobil işçisi, Katalonya isyanı.

Bir yılda altıncı kez sokaklara dökülen o talihsiz deprem ülkesi Haiti, petrol içinde yüzerken petrol yoksulu Ekvador halkı, birçok konuda suç üstü yakalanan valisini haftalarca sokaklarda yaşayarak sonunda deviren ABD sömürgesi Porto Riko halkı, metroyu ve meydanları altüst eden Şili halkı.

Ve daha nice saymadıklarımız. Afrika’nın güneyindeki Zimbabve’den Afrika’nın kuzeyindeki Fas’ın Rif bölgesine, tarihin en büyük grev rekorunu kırıp duran Hindistan’dan ikide bir milyon olup sokağa çıkan Balkan halklarına...

Siz isyan eden ülke sayısını sayabiliyor musunuz? İşte işçi, emekçi ve yoksul halk böyle devrimci ateşle dolu. Bir tek devlet kararı, kimi yerde petrol ürünlerine zam, kimi yerde toplu taşımacılık ücretlerine yapılan zam, kimi yerde bir başka İMF kararı, kimi yerde yolsuzluk, illa ki işsizlik ve sefalet, halkı artık susmaktan vazgeçiriyor.

Dünyanın bütün halkları hızla isyan, ayaklanma, devrim yoluna koyuluyor. Her şey var. Devrimci aydın yok! Foucault var, Lacan var, Deleuze var, Zizek var. Marksist yok! Komünizm Fikri diye kitaplar okunuyor. Oysa komünizm gözlerimizin önünde yaşanan devrimci kitle pratiğidir. Bir fikir değil, bir programdır. Komünizm fikri var, devrimci parti ve devrimci Enternasyonal yok!

şili isyan

[i] Koşulların ve eğitimin değiştirilmesi hakkındaki materyalist öğreti, koşulların insanlar tarafından değiştirildiğini ve eğiticinin kendisinin eğitilmek zorunda olduğunu unutur. Bu nedenle, toplumu, -biri toplumun üzerinde olan- iki bölüme ayırmak zorunda kalır. Koşulların değiş[tiril]mesi ile insan etkinliğinin ya da insanın kendisini değiştirmesinin çakışması, yalnızca devrimci pratik olarak kavranabilir ve akla uygun şekilde anlaşılabilir. (Marx, Feuerbach Üzerine Tezler, 3. Tez, Çeviren: Erkin Özalp, yanlış anlamayı önlemek için bir küçük değişiklikle.)

 [ii] İnsan düşüncesine nesnel doğruluk atfedilip atfedilemeyeceği sorunu, teorik bir sorun değil, pratik bir sorundur. İnsan, düşüncesinin doğruluğunu, yani gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini pratikte kanıtlamak zorundadır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçek olmayışı hakkındaki tartışma, tümüyle skolastik bir sorundur. (Marx, Feuerbach Üzerine Tezler, 2. Tez. Çeviren: Erkin Özalp