Faşizmin yeni zaferi
11 Eylül 2022’de yapılan İsveç genel seçimleri çok çarpıcı ama aynı zamanda şaşırtmayan bir şekilde sonuçlandı. Kesin sonuçlar bu yazı yazılırken henüz açıklanmadı, ancak bazı şeyler net biçimde ortada. Ana akım medya tarafından “sol” olarak adlandırılan partilerin toplam oyu ile sağ partilerin oyu arasındaki fark kıldan ince. Açıklanan kısmi sonuçlarda ibre sağ partilere doğru. (“Sol” sayılan Yeşil Parti, kıl payı geçtiği %4 barajının altında kalsaydı, fark çok daha büyük olacaktı.) Bu durumda, dünya çapında iktidarda olan ön-faşist partilere büyük ihtimalle bir yenisi eklenecek; çünkü sağ partiler arasında en yüksek oyu “merkez-sağ” değil, bir önceki seçimlerde %17,5 olan oy oranını %20’nin üstüne taşıyarak ülkedeki en büyük ikinci parti konumuna yükselen, faşist parti İsveçli Demokratlar aldı. Bu sıçramadan daha korkunç olan ise, daha önceki seçimlerde diğer partiler tarafından “neo-nazi” veya “ırkçı” olmakla suçlanan ve bu nedenle asla bir koalisyona dahil olamayacağı söylenen bu partiye bu seçim döneminde çok daha ılımlı yaklaşılması. Bir yandan diğer sağ partiler, İsveçli Demokratların dışarıdan destekleyeceği bir azınlık hükümeti seçeneğini dillendirirken, diğer yandan medya bu partiyi “artık neo-nazi değiller, daha ılımlılar” diyerek pazarlamaya başladı bile. Hitler’in hapisten çıktıktan sonra benzer argümanlarla pazarlandığını (“artık uslandı”!) yeri gelmişken hatırlayalım. İsveçli Demokratlar ise çok daha iddialı, “dışarıdan destekleyecekleri” değil bizzat başında olacakları bir koalisyonu öneriyorlar!
Yukarıda yazılanlar bazı okuyuculara aşırı karamsar gelebilir. Ayrıca sol yazında her tür burjuva diktatörlüğüne “faşizm” etiketi yapıştırmak da âdettendir. Okuyucu bizim de böyle yaptığımızı düşünebilir. O yüzden burada İsveçli Demokratlar partisinin tarihini kısaca tanıtalım. İsveçli Demokratlar, 1988 yılında iki ırkçı partinin birleşmesi ile kuruldu: İsveç İsveçlinin Kalsın Partisi ve İlerleme Partisi. Bu partilerin seçim sloganlarına örnekler şöyle: “kızlarınızı zencilere oyuncak etmeyin”, “AIDS’i yabancılar getiriyor” ve “kadınlar mutfağa geri dönsün”. Zannetmeyin ki bu partinin faşizmle ilişkisi sadece ideolojik düzeyde. Birleşmeden sonra partinin ilk mali denetmeni olan Gustaf Ekström, Alman Nazi partisinin, gönüllülerin de katılımına açık paramiliter bir örgütünün eski üyesiydi. Kuruluşundan sonra bu partinin ilk uluslararası ilişkileri ise faşist “Almanya Ulusal Demokrat Partisi” ve ABD’den “Beyaz Halkların Haklarını Geliştirme Derneği” ile oldu. 1990 yıllarda Avrupa çapındaki diğer faşist partilerle ilişkisini güçlendiren İsveçli Demokratlar, 2000’li yılların başından itibaren bir imaj yenileme dönemine girdi. Doğrudan Nazi sembolleri kullanan üyeler terbiye edildi ya da uzaklaştırıldı. Ancak faşist çetelerle, özellikle de bölgedeki en büyük ve etkili faşist çete örgütlenmesi olan “Kuzey Direnişi Hareketi” ile ilişkiler hiç koparılmadı. Partinin temel programatik hattını oluşturan, İsveç’te ırk saflığının sağlanmasının yanında ordunun güçlendirilmesi ve daha aktif bir özne olması etrafında şekillenen bir “Savaş Keynesçiliği” hedefi olduğu yerde duruyor.
İsveçli Demokratların bu seçimlerde aldığı sonuçlar, ülke açısından bir kırılma noktası oluşturabilir. Sosyal Demokratların ortalamacı cambazlığının, yani toplumsal çelişki ve çatışmaları iç politikada geçiştirip, dış politikada Batı emperyalizmi içinde daha etkin bir konum alma çabalarının etkisiz kaldığı söylenebilir. Öyle gözüküyor ki çelişkilerin büyüklüğü, ekonomik ve kültürel anlamda içe kapanmacı, askerî açıdan ise çok daha aktif olmayı öneren siyasetleri öne itiyor. Bunun özel bir örneği olarak, sıkı bir NATO taraftarı olan İsveçli Demokratlar, örgüte giriş pazarlığının dinamiklerinin yanına kendi ırksal saflık projesini de koyarak, ister vatandaş olsun ister mülteci, Kürtleri ülke dışına çıkarmak da isteyebilir.
İsveç’teki seçim sonuçları sadece ülke için değil, bölge ve hatta tüm dünya için sarsıcı olabilir. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, günümüzde faşizm dünya çapında bir bütün olarak gelişiyor. Sosyal demokrasinin kalesi olarak bilinen bu ülkede faşist partinin başında olduğu bir koalisyon hükümeti, hele de kısa bir süre sonra İtalya’da da benzer bir gelişmenin yaşanması olasılığı bu kadar yüksekken, faşizmin iktidara çok yakın olduğu ama henüz ulaşamadığı ülkeler için yeni bir itki oluşturabilir. En başta Fransa bunun için büyük bir örnektir. İsveç’in komşusu, ve birçok açıdan “ekürisi” olan Finlandiya da böyle. Ülkemizde Zafer Partisi başkanı Ümit Özdağ’ın resmi sosyal medya hesabında yaptığı “İsveçli Demokratlara oy vermeyenler pişman” paylaşımı, yine bu dinamik için bir örnektir.
Faşizm, önündeki tüm engelleri teker teker aşarak yükseliyor. Artık lafı geveleyecek zaman kalmadı, devrimci Marksistlerin uzun süredir işaret ettiği bu tehdidi görmezden gelenler artık gümbür gümbür gelen faşizm dalgasına gözünü açsın. Zaman aşikar olanı tartışma değil, faşizme karşı aktif mücadele etme zamanıdır. Bunun için de en başta, işçi sınıfının öfkesinin temsilini faşist sahtekârlardan geri almanın mücadelesini vermemiz gerekir. Ya bu işi başaracağız, ya da bu öfkenin altında ezilerek yok olacağız.