Emperyalizmin medeniyeti: Faşizme övgü, ezilenlere hakaret
Geçtiğimiz hafta İsveç’te Müslüman göçmenler, özellikle de gençlik, beş gün süren eylemlerde Stokholm ve Malmö şehirlerinin altını üstüne getirdi. Olaylar Danimarka ve İsveç vatandaşı olan Rasmus Paludan adlı faşist provokatörün, Stokholm’un bir göçmen mahallesine gelip, gelecek günlerde bir Kur’an yakma eylemi yapacağını açıklamasıyla başladı. Buna karşı başlayan protestolar, yakın zamanda RT gibi Rusya devleti ile bağlantılı medya kurumlarını yasaklayan ifade özgürlüğü sevdalısı İsveç hükümetinin bu eyleme engel olmamasıyla birlikte şiddetlendi. Daha sonra ülkenin güneyinde Malmö şehrine giden provokatör ve grubu, orada da anladığı dilden karşılandı. Hem faşist provokatöre hem de ona kol kanat geren güvenlik güçlerine yönelen bu protestolar tüm Paskalya bayramı boyunca devam etti.
Olayların ardından İsveç medyası ne ders çıkardı dersiniz? Onlara göre suçlu, göçmenler arasındaki “aşırıcılar” ve arkalarındaki Müslüman devletler. Yani bildiğiniz “dış güçler”. Dolayısıyla onlara göre yapılması gerekenler “olaylara müdahale etmede yetersiz kalan” kolluk kuvvetlerinin güçlendirilmesi ve göçmenler arasındaki aşırıcıların ve dış-bağlantılı olanların tespit edilmesi için istihbarat çalışmalarının artırılması. Ukrayna savaşının geldiği evrede, ilk başta Azov ve Aydar olmak üzere faşist birliklere “bunlar önemsiz azınlıklar” diyenler artık onlara kahraman, onlara karşı en ufak eleştiri getirenlere de Rus propagandacısı demeye başlamışken, faşizm ve faşistler açık açık övülürken, faşizm karşıtlığı Rus ajanlığı ve hatta terörizm olarak gösterilirken bu olayların yaşanmış olması oldukça anlamlı.
Böylesi önemli bir olayda, çeşitli sol parti ve sendikaların ne söylediğine bakmak, o ülkedeki sol hareketin durumunu anlamak için önemli bir ipucu verecektir. Ancak bu örnekte, değerlendirmeyi söylenmeyenler üzerinden yapmak zorundayız, çünkü sayısız sendika ve irili ufaklı sol partiler arasında bu konu ile ilgili haber veya açıklama yapan sadece iki kaynak bulabildik. Bunlardan ilkinde, İsveç Komünist Partisi (SKP) işin kolayına kaçarak, Hristiyan Demokrat Partisinden bir milletvekilinin olayla ilgili “polis daha şiddetli tepki vermeliydi, çapulculardan daha fazla yaralananlar olmalıydı” demesi üzerine bu kişinin ırkçılığını eleştiren kısa bir yazı yayınlamış. Diğeri ise kendine Trotskist diyen Sosyalist Partinin açıklaması. Bu açıklamanın başındaki not şöyle: 1) Biz şiddeti desteklemiyoruz, bu yazı şiddete destek vermek anlamına gelmez, 2) Bu yazı en ufak eleştiriden kolaylıkla incinen dini fanatikleri savunmayı hedeflemiyor, 3) İfade hürriyeti mutlaktır ve buna bir engel getirilemez ve 4) Kısa süre önce sosyalist ve komünistlerin dine getirdikleri eleştiriler yüzünden hapse atıldıkları unutulmamalı. Böyle başlayan bir yazının nasıl devam ettiği kolaylıkla tahmin edilebilir. Bu parti 2019 yılında parti olarak varlığını lağvedip kendisini bir “ideolojik örgüte” dönüştürmüş ve seçimlerde Sol Parti’ye oy çağrısı yapmış. Pek isabetli bir karar. İşte size “demokratik sosyalist” hareketlerin öve öve bitiremediği, dünyada sol hareketin geleceğini temsil ettiğini düşündüğü ülkenin sol partilerinin durumu.
Emperyalizmin medeniyet aşkıyla gözü kararmamış olanlar için ise olayların nedeni ve çıkarılacak sonuçlar açık olmalı. Bu protestoların şiddeti, ezilen, sömürülen ve içinde bulunduğu toplumdan yalıtılmış yaşayan göçmen işçi ve işsizler ile sığınmacıların öfkesinin bir dışa vurumudur. Bireysel olarak maruz kaldıkları aşağılama ve hakaretleri içine sindirmek zorunda olanların, bu toplu hakarete karşı yeter artık demesidir. Bunun dinî bir konudan dolayı patlak vermesi, o kitlenin değil, o ülkedeki komünist hareketin geriliğinin bir işaretidir. Eğer bu insanlar hayatlarını doğrudan ilgilendiren iş koşulları, düzensiz çalışma ve sömürüye karşı aynı öfkeyi dillendiremiyorsa, bu konuda önlerinde bir örnek olmadığı, öfkelerini bu yönde örgütleyecek partinin hayatlarında olmaması nedeniyledir. Göçmen işçiler arasında biriken öfke nesnel veridir, gerisi ise örgüt işidir. Örgüt sorunu dışındaki her konuda kılı kırk yaran solun kendine gelmesi, yerel ve uluslararası bağlamda örgüt sorununu önüne alması bu nedenle elzemdir.