Cezayir başkanlık seçimi: boykotta yeni dünya rekoru
Aşağıdaki yazı 12 Aralık Perşembe günü düzenlenmiş olan Cezayir başkanlık seçimi ertesinde partimizin uluslararası sitesi www.redmed.org’da yayınlanmış olan İngilizce yazının bir yoldaşımızca yapılan Türkçe çevirisidir.
Cezayirliler, İngilizlerle aynı gün başkanlık seçimi için sandık başına gitti. Ya da gitmediler demek daha doğru. Gitti dememiz yalnızca lafın gelişi. Cezayir, muhtemelen barış zamanında yapılan bir başkanlık seçiminde en yüksek katılmama rekorunu kırdı.
En düşük katılım Becaya vilayetinde idi. Bu vilayette toplam oy veren insan sayısı sadece 1181’di. Bu yüzde 0,21’lik bir katılım anlamına geliyordu! Gözlerinize inanamıyorsanız ekleyelim, gerçekten yüzde 1’den daha düşük, ! Aynı katılım oranları Tizi Uzu vilayetinde ve Boumerdes, Buyra, Borc Bu Arreric, Setif ve Jijel vilayetlerinin bazı bölgeleri için de geçerli.
Yüksek Seçim Kurulu’na (sözüm ona “Ulusal Bağımsız Seçim Kurulu – ANIE”) göre genel katılım oranı yüzde 39,93’tü. Gurbetçiler arasında katılım son derece düşüktü (yüzde 8,69), bu da yüzde 41,14 olan Cezayir içi katılım oranına göre genel katılım oranını göreli olarak düşürüyordu. Bu, tabii, “bağımsız” kurul tarafından açıklanan orandır. Herkes, gerçek oranın yüzde 20 civarında olduğuna inanıyor.
Rejim, elbette seçimlerin ikinci tura kalıp bu maskaralığın tekrarlanmasından o kadar endişeliydi ki, beş adaydan biri olan Abdülmecid Tebbun oyların yaklaşık yüzde 60’ını aldığı açıklanarak apar topar seçimin galibi ilan edildi. Beş adayın yarıştığı ve tüm adayların bir önceki cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’nın tıpatıp kopyası olduğu düşünüldüğünde bu sonucun son derece düşük bir ihtimal olduğu görülüyor.
Önümüzdeki tablo açık: Katılım oranlarında muazzam bir şişirmenin yapıldığı şüphe götürmez olan resmi rakamlarla hesaplasak bile, 43 milyonluk ülkenin 24 milyon seçmeninden yaklaşık yüzde 40’ı oy kullanma zahmetinde bulunmuş oluyor. Bu yüzde 40’ın, sözüm ona yüzde 60’ı, resmi rakamlara göre yeni başkan Abdülmecid Tebbun’a oy verdi. Bu hesap gösteriyor ki, en iyi ihtimalle, yeni başkan 5.8 milyon oy almış. Bunu da cömert bir şekilde 6 milyona yuvarlayabiliriz. Bu da seçmenlerin yüzde 25’i demek! Ne muhteşem bir zafer!
Aktif boykot
Cezayir halkı oy vermemekle kalmadı, öfkelerini ve seçimi tanımadıklarını aktif bir şekilde gösterdiler. Seçim günü, gösteriler düzenlemeyi seçtiler. Başkent Cezayir ile beraber Buyra, Tizi Uzu, Becaya, Tilemsen, Oran ve daha pek çok vilayette halk on binlercesi, belki de yüz binlercesiyle sokaklardaydı. Her şehirde polis gösterilere, belli bir andan sonra saldırsa da, kitleler şehrin sokaklarına hâkimdi.
Belirli şehir ve kasabalarda, kitleler sandıkların önünde toplandı, bazılarını basıp oy pusulalarını aldı ve bir demet konfeti gibi havaya fırlattı! Ardından çoğunluğu gençlerden oluşan kalabalık oy pusulalarının üstünde tepindi. Sonrasında seçim merkezinin önüne nöbet tutması için polis getirildi ancak göstericiler polisin gözü önünde oy pusulalarını aldı ve yırttı. Hiç şüphesiz, başka şartlarda bu davranışın çok daha hafifi bile göstericilerin başını belaya sokardı ama bu olayda polis donakalmıştı. Niye? Çünkü bu bir devrimdi!
Bunların hepsi 12 Aralık Perşembe günü yaşandı. Ayın 13’ünde, büyük kalabalıklar arka arkaya 43’üncü Cuma günü bir kez daha sokaklara çıktı. Cezayir halkı 22 Şubat’tan bu yana her Cuma gösteriler yapıyor, yeni bir rejim ve ekonomik değişim talep ediyor. Öğrenciler her Salı sokağa çıkıyor, gerekirse okula gitmiyor. Son derece başarılı olan boykot ve bununla ilişkili faaliyetler kitlelerin ruh halinin yeni bir göstergesidir.
Mücadele ne üzerine?
Gerçek gazetesi okuyucularının hatırlayacağı gibi, Cezayir devrimi, dört dönemdir başkan olan felçli, ölüm döşeğindeki Abdülaziz Buteflika’nın 2019 yılında yapılacak seçimlerde beşinci kez başkanlığa aday olmasıyla tetiklenmişti. Kitle baskısı o kadar güçlüydü ve ara vermeden devam etti ki, Buteflika geri adım attı ve istifa etti. Diğer bir deyişle, beşinci dönem başkanlığını düşlerken, trajik bir şekilde dördüncü dönemini dahi bitiremedi! (bu konudaki yazımız için bkz. https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/cezayir-zombi-devlete-meydan-okumak). Aslında Buteflika, 1956-1962 yıllarında Fransız sömürgeciliğine karşı verilen özgürlük savaşının bir zamanlar saygıdeğer bu eski mücahidinin oluşturduğu cephenin arkasında iktidarı elinde tutan çete için sadece sessiz, uyumlu bir piyondu (2013’te geçirdiği inmeden beri üç beş kelimeyi zor bir araya getiriyordu). Buteflika’nın başkanlık döneminde, bu özel rejimin en önemli kişileri kardeşi Said Buteflika ve Genelkurmay Başkanı Kayid Salih idi. Petrol ve doğal gaz bakımından zengin bir ülkede, Said ve Kayid’in arkasında, kayırmacı ve korumacı bir kapitalist birikim sürecinin meyvelerini toplayan Cezayir burjuvazisinin büyük bir çoğunluğu vardı.
Cezayir devriminin gücünü gören Kayid Salih, önce Buteflika’yı yönetimden çekilmeye zorladı, ardından sabık ortaklarına karşı harekete geçti, eski rejimin kötü şöhretli aktörlerinin çoğuna karşı yaygın bir dizi hukuki süreç başlattı, Said Buteflika ve önde gelen birçok iş adamı hapse atıldı. Böylece kitle hareketini yatıştırmaya çalışıyordu. Ayrıca, çoğunlukla eski rejimle işbirliği yapan insanlardan oluşan, kitlelerin içindeki bazı popüler ve aynı zamanda sembolik figürlerin yer aldığı diyalog ve müzakereler için bir organ kurdu. Böylelikle Hirak’a, yani devrimci harekete, önderlik eden tüm örgütlere ve insanlara sözde danışılacak ve devrimin önüne koyduğu program yerine tarafsız bir çözüm bulunacak. Kitleyi massetmenin kurnaz bir yöntemiydi bu. Sonucu, bu organın daha önce itibarını toptan yitirmiş olan eski seçim kurulu yerine bir yenisinin seçilmesinin ardından 2019 sona ermeden yeni cumhurbaşkanlığı seçimini yapılmasını tavsiye etmesi oldu. Ne tuhaf tesadüftür ki, Kayid Salih’in kendisi de tam aynı sırada apaynı öneriyi yapıyordu. Üstüne üstlük, seçimlere girmesine izin verilen beş aday da eski rejimin bürokratlarıydı; ikisi Buteflika döneminde başbakanlık yapmıştı, diğer üçü ise kabinede bakanlık yapmışlardı.
Hirak bütün bu planı tamamen reddetti (bu konudaki yazımız için https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/devrimin-kiyisindaki-cezayir-systeme-degage). Hareket, seçim günü yekvücut davrandı. Daha olağan bir zamanda, “oy kullanmalıyız” argümanını beklemek en normal şey olurdu. Şöyle denirdi: “Öyle güçlüyüz ki, eğer Hirak bir aday çıkaracak olsa, seçimi kesin kazanır. Üstüne üstlük, karşı tarafın oyları beşe bölünecek, bu yüzden kesinlikle kazanırız.” Ve hiç şüphesiz kitle içinde çok etki yaratırdı bu görüş. Ancak devrim koşulları altında, kitleler bir milim dahi kımıldamadı. Kitleler şunu biliyordu: Eski rejimin olduğu gibi muhafaza edilmesiyle birlikte, üstelik ordunun başındaki Kayid Salih bu kadar güce sahipken, göreve gelen herhangi bir cumhurbaşkanı “çetenin” (bu ünvan Hirak tarafından iktidar gücünü elinde tutanlar için kullanılıyor) elinde basitçe tutsak olacaktı. Bu çok yüksek bir bilinç seviyesidir. Bunu, kitleleri olağan şartlarda daha radikal bir seçim tutumuna ikna etmeye çalışan her devrimci acı acı hatırlayacaktır. Hirak’ın benimsediği tutum, eldeki mevcut bilgilerimize göre, etkileyiciydi ve bizim bu on aylık isyanı devrim olarak değerlendirmemizin doğruluğunu teyit eden bir sağlama oldu.
Bu, Cezayir devriminin geniş ve açık bir yolda zafere doğru ilerlediği anlamına gelmiyor. Aksine durum bundan çok uzaktır. Hareketin çok heterojen yapıdaki önderliği, yirminci yüzyılın düş kırıklıklarından kaynaklanan hatalı ideolojik kavrayışlara tutsaktır. Devrimci heves içindeki kitlelere zafer yolunu göstermesini bekleyebileceğimiz siyasi partilerin kendileri kafa karışıklığı içinde, yolunu şaşırmış bir haldedir. Tabii ki eski rejim, gerekirse hareketi kanla bastırmak için hazırdır. Bu ihtimale karşı Hirak’ın en ufak hazırlığı yoktur. Hali hazırda başka ülkelerde meydana gelen devrimci kabarmalarda da pasifist yanılsamalar üstünlüğü elde tutuyor.
Marksist yöntem ile silahlanmış aklı başında bir önderlik kitle hareketi içinden çıkmadıkça, Cezayir devrimi aldatmaca ve tuzaklarla dolu bir gelecekle karşı karşıyadır.
İngiltere ve Cezayir
Okumayı bitirmek üzere olduğunuz yazının ilk cümlesi şuydu: “Cezayirliler İngilizlerle aynı gün başkanlık seçimi için sandık başına gitti.” Bu cümleyi boş yere yazmadık. Yazıyı, bazı istisnalar dışında yüzünü tamamıyla İngiltere seçimlerine çevirmiş, Cezayir seçimlerine dikkat etmişse bile pek az etmiş olan, özellikle emperyalist ülkelerde “majestelerinin solu” olarak davranan solculardan emperyalist dünyanın kendilerine “Troçkist” diyen kendine özgü devrimcilerine kadar uzanan yelpazedeki tüm dünya solcularına işaret ederek bitirmek istiyoruz.
Cezayir seçimlerinin solcular tarafından ihmal edilmesi, hangi akım söz konusu olursa olsun, bu akımlar için ufuk kaybının ciddi bir göstergesidir.
Aslında iki seçimin aynı günde yapılması aklı başında devrimciler için beklenmedik bir şanstı. Bu denk geliş, günümüzün iki belirleyici eğilimini çakıştırıyor ve vurguluyor. İngiltere seçimleri elbette çok önemliydi, ancak sol bunu yanlış sebeplerle mühim gördü. Halkın durumunda ciddi bir değişim yaratacak olan şey Jeremy Corbyn’in galibiyeti değildi. Seçilseydi, tıpkı bir Hirak adayının Cezayir’in kurulu düzenine hizmet edeceği gibi, Corbyn de İngiltere ve Avrupa kapitalist düzeninin bir tutsağı olacaktı. Hayır, İngiltere seçimi özünde, solun büyük çoğunluğunun AB taraftarı liberalizm ve kimlik siyasetine tam teslimiyeti yüzünden, gözlerimizin önünde yükselen ön-faşist tehdidin hızlanmasının uğursuz bir alametini oluşturuyor (bu konudaki yazımız için bkz. https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/britanya-secimleri-isci-partisini-kureselcilikle-bogmak). Boris Johnson’ın kendisinin ön-faşist olarak kabul edip edilmeyeceği bu noktada önemli değil. Muhafazakâr Parti henüz ön-faşist bir partiye dönüşmüş değil. Aynı sebepten ötürü Boris Johnson’ın patronu Donald Trump’a “serseri mayın faşisti” demiştik.
Cezayir başkanlık seçimi de başka bir sebepten ötürü ciddi bir öneme sahip. Seçim, kitlelerin devrimci kararlılığını sınamak için en açık sınama ortamlarından biriydi ve kitleler bu sınavı rahatça geçtiler. Şu an Arap dünyasında gerçekleşen devrimler dizisi (kronolojik sırayla Sudan, Cezayir, Irak ve Lübnan), Latin Amerika’daki isyanlar dizisi (kronolojik sırayla Haiti, Ekvador, Şili, Kolombiya ve ikili karakteriyle Bolivya) ve Ortadoğu’da tetikte bekleyen İran, ufukta yükselmekte olan ön-faşist tehdidin panzehiridir.
Emperyalist ideoloji yalnızca kendi ideologlarını kör etmez. Solun ufkunu da karartır. Marksizmin, ama sadece Marksizmin değil ilave olarak Leninizmin de ışığıyla dağıtılabilir ancak bu karanlık.