Bozgun
Önce Ertuğrul Özkök. Soruyoruz, Hürriyet gazetesinde 9 Ekim 2001 tarihindeki şu manşeti hatırlayınca şimdi ne hissedersiniz? “ABD eziyor”. Kimi? Tabii ki Afganistan’ı. Hürriyet o zaman şimdiki gibi yandaş basın değil, henüz Demirören’e satılmamış, Doğan’ın elinde, daha AKP seçim kazanmamış bile, tam 20 yıl öncesindeyiz. “Türk basınının amiral gemisi” diye parlatılıyor. Ve siz, beyefendi, o gazetenin anlı şanlı Genel Yayın Yönetmeni olarak Türkiye’nin ve dünyanın her işine burnunuzu sokuyorsunuz o zamanlar. Ne demek istediniz daha savaşın başlamasından bir gün sonra “ABD eziyor” demekle? Yoksa Amerikan emperyalizminin uşaklığına soyunmuş olabilir misiniz, bir kez daha, her savaşta olduğu gibi? Bir de şöyle bir başlık atmıştınız (yoksa bu Milliyet miydi?): “Yedi kent yerle bir”. Kentlerde kim yaşar Ertuğrul Özkök? Kentler bombalanınca, “yerle bir” olunca kimler ölür? Siz sivillerin katledilmesinden de zevk mi alırsınız? Size insaniyet dersi vermek mümkün değil, çoktan o özellikleri vestiyerde bırakmışsınız o rezil basına intisap ederken. Ama bugün gazeteci olarak ne duruma düştüğünüzü görüyor musunuz? Ne öngörü kapasiteniz varmış efendim? ABD Afganistan’ı “eziyor” ha?
Sonra Hikmet Çetin. Siz Türkiye devleti adına Afganistan’daki NATO işgalinin sivil kanadının baş yöneticisi olarak (“NATO Afganistan Kıdemli Sivil Temsilcisi”) o ülkede tam üç yıl boyunca (2003-2006) sömürge valisi görevi yapmış olmaktan hiç mi utanmıyorsunuz bugün? Efendileri Amerikalılar çekildiği anda buharlaşan “Afgan ulusal ordusu” size aslında Taliban’ın karşısında emperyalizmin uşaklarından başka bir gücün olmadığını göstermiyor mu? Ne yapıyordunuz orada? Siz güya “solcu” Cumhuriyet Halk Partisi’nin kısa bir süre genel başkanı bile oldunuz. “Solculuk”ta ne zamandan beri emperyalistlerin emir eri olmak var? Biz biliyoruz sizin partinizin Türkiye’deki partiler arasında emperyalist yardakçılığında en önde giden parti olduğunu da maalesef gönlü solda olan halk daha bilmiyor. O yüzden işaret diyoruz. Asıl başka bir sorumuz var size: Kürt halkının Liceli bir evladı olarak, bir sömürgeden başka bir sömürgeye vali gitmeye utanmıyor musunuz?
Sonra Bülent Ecevit’in bütün parlatıcıları. Güya 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısından sonra o dönemde başbakan olan Ecevit ABD’ye “ulusalcı” direnç gösterdiği için düşürülmüş. (Teorinin başka gülünçlüklerine girmiyoruz.) Afganistan savaşı, NATO Antlaşması’nın ta 1949’dan beri geçerli “birimize saldırı hepimize saldırıdır, hep birlikte cevap veririz” diyen 5. maddesinin ilk kez uygulanışıdır. ABD 11 Eylül saldırısından sonra, saldırıyı Afgan hükümeti düzenlemediğine göre, onun da suçlu olduğuna dair deliller göstermek amacıyla bütün müttefiklerine bir dosya yolladı. Avrupa’nın bazı ülkeleri yollanan dosyayı kuşkuyla karşıladılar. Ecevit ise dosyanın kapağını bile açmadan şöyle dedi: “ABD’nin kanıtları inandırıcı bulması benim için de inandırıcıdır.” Bu mu “ulusalcılık”, bu mu ABD’nin önünde engel olmak? Türkiye NATO’nun Afganistan işgaline hem asker verdi, hem de Kürt Hikmet Çetin’i sömürge valisi!
Kemalistlerin kahramanlarına çok dokunduk, kendine İslamcı süsü veren AKP’yi unutmak olur mu? AKP 18 yıldır hükümet, Türkiye 18 yıldır Afganistan’ın işgaline destek veriyor. O yetmedi, herkes döndükten sonra Afganistan’da göreve hazırlanıyordu Tayyip Erdoğan ve hükümet. Son anda bile ABD’ye koltuk değneği olmaktan vazgeçmedi Türkiye’nin hâkim sınıf güçleri. Türkiye “oyun kurucu” ülke olmuş ha? Ne oyunmuş, ne öngörüymüş! Haydi alın bakalım “Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı”nı şimdi üzerinize!
Türkiye burjuvazisi işte böylesine hizmet etmiştir ABD emperyalizmine ve NATO’ya. TÜSİAD üyesi Ertuğrul Özkök’ten “ulusalcı” kahraman Ecevit’e, dünya çapında Müslümanların avukatlığına soyunduğu izlenimini yaratmaya çalışan Tayyip Erdoğan’a kadar. Bugün tarihin mahkemesinde hepsi utancın en ağırı ile yargılanıyor.
Afganistan’da ne oldu?
Bizimkiler böyle de Afganistan savaşının esas mucitleri Amerikan burjuvazisinin emperyalist temsilcileri farklı mı? Burada bozgunun ne kadar ağır olduğunu anlatmak için önce en genç kuşak okurlarımıza Afganistan işgalinin nasıl ve neden başladığını kısaca anlatalım, yaşça daha büyük olanların da belleğini tazeleyelim.
ABD 11 Eylül 2001’de, yani neredeyse tam tamına 20 yıl önce, büyük bir saldırıya maruz kaldı. New York’ta dünyaca ünlü İkiz Kulelere ve Washington’da ABD Savunma Bakanlığının Pentagon olarak bilinen binasına sivil uçaklarla saldırıldı, kuleler çöktü, binlerce insan öldü, Pentagon yaralandı, bir dördüncü uçak ise hedefine ulaşamadan düşürüldü. Bu saldırıyı El Kaide adını taşıyan bir İslamcı örgütün yaptığı açıklandı. Örgütün lideri Usame bin Ladin Suudi Arabistan yurttaşıydı ama örgüt bütün ülkelerden Müslümanlara açık bir yapıdaydı, iddiaya göre bin Ladin Afganistan’da yaşıyordu, örgütün merkezi de o ülkede idi. Afganistan’ın başında ise şimdi ülkeyi yeniden ele geçiren Taliban vardı, lideri de Molla Ömer adıyla bilinen biriydi (artık hayatta değil).
El Kaide’nin bu saldırı için Afganistan’dan destek aldığını iddia eden ABD yönetimi neredeyse olayın hemen ertesi günü, yani şaşırtıcı bir süratle Afganistan’a savaş açarak Taliban hükümetini cezalandırmaya ve El Kaide’yi de temizlemeye karar verdi. Ama aynı anda bunun “sürekli savaş” olacağı, on yıllara yayılacağı, birçok başka ülkeleri de içereceği açıklanıyordu. O dönemde bu dev savaş kampanyasına birçok ad konuldu, ama bu planın adı tarihe “Teröre Karşı Savaş” olarak geçti. Bunun İslam ağırlıklı ülkeleri hedef alacağı belliydi. Düpedüz salak biri olan o dönemin başkanı George W. Bush ağzından birçok şey kaçırdı, mesela “haçlı seferi” gibi! Afganistan bütün bu savaşın ilk adımı olacaktı. Derhal, daha 11 Eylül’ün üzerinden bir ay bile geçmeden, 7 Ekim’de ABD ve diğer NATO ülkeleri ülkeyi bombalamaya başladı. Yıl bitmeden Taliban devrilmiş, ülke işgal edilmişti. Ama ondan sonra tam bir bataklık olacaktı ülke emperyalist işgal için. İşte bugün tam bir zaferle başa gelen Taliban 20 yıllık bir yurt savunmasından sonra ABD’yi ve NATO’yu kovmuştur.
Emperyalizmin hezimeti
Bugün yaşananlar, özellikle hava limanındaki manzaralar Amerikalılara 1960’lı ve 1970’li yıllarda Vietnam’ı ezmek için verdikleri savaşta yaşadıkları hezimeti hatırlatıyor. Orada da ABD karargâhından ve elçiliğinden hareket eden helikopterlere asılarak kaçmaya çalışan asker ve sivil Amerikalıların ve uşak Vietnamlıların görüntüsü yıllar boyu unutulamamış bir travma yaratmıştı emperyalistlerde ve ABD ordusunda. Şimdi, “Vietnam sendromu” tam aşılmışken, ABD ordusu tam halkın güvenini yeniden kazandığı umudunu beslerken Afganistan yeni bir bozgun olmuştur. Dikkat edilsin: Burada kapitalizmi devirmek üzere savaşan kahraman Vietnam halkını, Vietkong’u, Kuzey Vietnam’ı gerici Taliban ile karşılaştırmıyoruz. İki olay sadece ABD emperyalizminin içine düştüğü durum bakımından birbirine benziyor.
Afganistan bozgununun ilk ve en önemli sonucu budur. Amerika ve NATO emperyalizmi, 20 yıldır yoksul bir ülkenin yurt savunması yapmakta olan silahlı bir hareketini yenilgiye uğratamamış, sonunda kendisi madara olmuştur! Bunun İran’dan Venezuela’ya, Küba’dan Kuzey Kore’ye birçok uluslararası mesele açısından önemi büyüktür. Yalnızca ABD ile çelişki içinde olan güçler cesaretlenmeyecektir. Belki daha bile önemlisi, ABD’ye güvenerek iktidara geçebileceğini sanan güçler, Guaidó’lar, Meryem Recavi’ler, Florida’nın kurtçukları ve diğerleri büyük bir umutsuzluğa düşecektir.
ABD 2020’li yıllara Çin’i sıkıştırmak ve gerekirse savaşmak niyetiyle girmiştir. Şimdi Pentagon’dan think tank’lere kadar herkes, 1979’dan beri, yani 40 yıla yakın süredir savaş yaşayan, barış yüzü görmemiş sefalet içinde bir ülkeyi bile dize getiremeyen bir Amerika’nın dünyanın ikinci deviyle nasıl başa çıkacağını yeniden ve uzun uzun düşünmek zorunda kalacaktır!
Bush, Obama, Trump, Biden
Amerikan toplumunun gözünden bakıldığında durumun ne kadar büyük bir skandal olduğunu iyi saptamak lazım. İkiz Kuleler’de ölen insan sayısı önce çok abartılmıştı, ama bugün eldeki bütün veriler saldırılardaki toplam kaybın ancak 3 bini bulduğunu gösteriyor. Buna karşılık, 20 yıl boyunca süren savaşta Afganistan’da 50 bin sivil Afgan hayatını yitirdi! Ne cezaymış Afgan halkına ödetilen. Buna Afgan ordusunun 70 bin askerinin ölümünü katın. İşgalcilere karşı yurdunu savunmakta olan Taliban askerlerini kimse saymıyor bile!
Sadece Amerikan askerlerini alın. En dar kafalı, en şoven, en emperyalist ruhlu Amerikalı’nın gözünden bakın: 11 Eylül’de 3 binin altında insan öldü dedik. Afganistan’da 2500’e yakın Amerikan askeri canını verdi!
Bir de savaşın parasal maliyeti var. Sefalet içinde yaşayan Afganistan halkının bu savaştan ne kadar büyük zarar gördüğünü kim hesaplayabilir? 20 yıl! (Aslında 42 yıl, ama ona birazdan değiniriz.) Amerika’ya gelince, tablo o kadar komik ki! Emperyalist ya da yayılmacı savaşlara harcanan para ile bunun sonucunda sağlanan askerî-siyasi kontrol sayesinde elde edilen emperyalist kârların karşılaştırılması ilginç sonuçlar verebilir. Afganistan savaşı ABD Kongresi’nde Eylül 2001’de ilk kez oylanırken savaşa uygun görülen tahsisat 20 milyar dolardı. Başkan Bush daha sonra bunun 40 milyar dolara çıkarılmasını sağladı. Bugün 20 yıl sonra Afganistan işgali için ABD’nin harcadığı parayı Biden (bozuk plak gibi aylardır aynı sayıyı veriyor, anlaşılan taksimetre çalışmıyor!) 1 trilyon dolar olarak veriyor. Evet, yanlış okumadınız: ABD’de yoksullara, yollara, başka birçok yararlı işlere harcanabilecek 1 trilyon dolar. (Bu, çok kabaca, ABD’nin bir yıllık gayrisafi hasılasının yüzde 5’i oluyor.) Biden’ın verdiği rakam bu. ABD medyasında “multi-trillion dollar expenditure” (birkaç trilyon dolarlık harcama) dendiğini biz kulaklarımızla duyduk. Güvenilir bir gazete olan Fransız Le Monde gazetesinin verdiği rakam ise 2 trilyon dolar.
Bu kadar paraya ve daha önemlisi bu kadar can kaybına karşılık Amerika açısından elde edilen sonuca bakın! Hezimet değil de ne? Amerika’nın savaşlarının serapa sorun olduğunu göstermekten başka ne gösteriyor bu? Üstelik bu kepazelik sadece bir partinin veya tek bir yönetimin sırtına yüklenemez. Bu 20 yıl boyunca iki Cumhuriyetçi, iki Demokrat başkan görev yaptı. Hepsi Afganistan hezimetinden sorumlu.
Bush çok gericiydi. Yok alay etmiyoruz. Biz de hep yazdık. “Neocon’lar” (yeni muhazakârlar) adı verilen bir çetenin Holivud dekoruydu. Obama ise çok ilericiydi. Şimdi alay ediyoruz! Aradaki fark? Obama 2009’da göreve gelirken, Bush’un Müslüman ülkelere karşı yaptığı korkunç ayıbın üzerini kapatmak için adını Barack Hussein Obama diye yazdırdı (baba tarafından Müslüman kökenli imiş). O ismi bir daha gören olmadı! 11 Eylül’den sonra insanlık ayıbı olarak kurulan Guantánamo Üssü’nü kapatacağını söyledi, kapatamadı. (ABD başkanlarına dünyanın en güçlü insanı derler. Anlaşılan orduya karşı değil!) Irak Savaşını bitireceği sözünü verdi. 2011’de ise ABD çıktı dedi. Daha 15 gün önce Biden Irak başbakanı ile Beyaz Saray’daki görüşmesinde, Amerikan birliklerinin Irak’tan nihayet çekileceğini açıkladı! 10 yıl sonra! Afganistan’da ise Bush’un kuyruğundan ayrılmadı. Savaşı devam ettirdi. Bir de üstüne üstlük Nobel Barış Ödülü verildi kendisine! Obama’nın seçildiği gece CNN Türk’teki tartışma programında bütün bunları öngörüp teker teker anlattığımızda Cengiz Çandar isimli bir beyefendi bizi indirgemecilikle, herkesi aynı değerlendirmekle suçlamıştı!
Sonra gerici Trump geldi. Alay etmiyoruz. Adam faşistti. Bunu baştan söyledik. 6 Ocak’ta taraftarlarına Kongre’yi bastırtarak bu tespitin doğru olduğunu kanıtladı. Sonra o gitti ilerici Biden geldi. Şimdi alay ediyoruz. Dedi ki, “Trump çıkma kararı almıştı, ben de onu izledim”. Biden seçileli beri söylüyoruz: Bu “ilerici” başkan Trump’ın politikalarını devam ettiriyor, bir tek diğer emperyalistlere biraz daha iyi davranıyor, farkı o. Başka alanlara şimdi giremeyiz. Bu konuda Biden kendi itiraf etti.
Somut durumun somut analizi iyidir. Ama o somut durumun ardında ne tür bir sistemin yattığını unutacak kadar değil. Bush’un “neocon’ları”, Obama’nın “Hussein”i, Trump’ın çeteleri, Bush’un Bernie Sanders kaygıları, bütün bunları bilmek ve göz önüne almak iyidir. Ama bir siyahi yüz gördüğünüzde, hele orta adı hiç kullanmadığı bir Hüseyin diye, Amerikan emperyalizminin doğası değişecek sanıyorsanız, ona somut durumun somut analizi değil budalalık denir.
Amerikan emperyalizmi bir sistemdir. Dünya halklarını inleten. Ama artık sık sık yenilmektedir.
Biden’ın balayı bitti!
Donald Trump Amerikan burjuvazisi içinde bir iç savaş doğurdu. Amerikan toplumunun yarısında da bir travma yarattı. O gitsin diye insanlar on milyonlarıyla bir ayağı çukurda bir “uykucu Joe”ya oy verdi. Herkes aylardır Biden’ı el üstünde tutuyor(du). Trump döneminde bulunmuş aşıları kullanıp Covid-19’da hızlı adımlar attı. Herkes Biden’dan memnun(du). Hem solundaki Sanders ve diğerlerinden, hem daha da önemlisi Trump’ın desteğinin artmasından korktuğu için muazzam bir harcama programını uygulamaya girişti. Ekonomi canlandı, herkes Biden’a medyun(du).
Afganistan bozgunu Biden’ın itibarını un ufak etti. Amerikan istihbaratı bir hafta önce Taliban’ın başkent Kâbil’e girişi için 30 ila 90 günlük bir süre veriyordu. Sonra iki gün içinde bunu 72 saate çevirdiler. Onlar 72 saat dedikten 24 saat sonra Taliban Kâbil’e girdi! Biden’ın istihbaratı bu! Şimdi Biden’a soruyorlar “bu nedir, böyle bir yenilgiye nasıl yol açtınız?” diye. “Ne var ki?” diyor. Hatta daha ileri gidiyor, “kararımızın doğru olduğu anlaşılmıştır, işte Afgan’lar kendi memleketleri için savaşmıyor” diyor. İyi de beyefendi senin ordun 20 yıldır orada. 20 yılın bütün çalışmasını sıfıra indirmeden çıkamaz mıydın? Oysa daha üç-beş gün önce “Taliban’ın bütün Afganistan’ı eline geçirmesi son derecede düşük olasılık” diyen kendisi! Ne güzel teknoloji artık büyük politik gafların unutulmasını önlüyor. Biden’ın biz Türkiye insanları için en güzel laflarından biri de Afgan hükümetine ve ülkenin başkanı konumundaki Eşref Ğani’ye sitemi: “Afgan hükümetine ihtiyaç duyduğu her şeyi verdik.” Yani “ne istediniz de vermedik bugüne kadar?” Tanıdık gelmiyor mu?
ABD Dışişleri Bakanı’nın açıklaması da müthiş ikna edici: “Amerika Afganistan’da hedefini elde etti” diyor, işgal dolayısıyla Afganistan’dan kaçmak zorunda kalan Usame bin Ladin’in Pakistan’da yaşadığı evde Obama tarafından yargısız infazını kast ederek. Sorarlar insana: Taliban iki ay sonra devrildi. Usame bin Ladin 11 Eylül’den on yıl sonra öldürüldü. Madem amacınız buydu, neden Afganistan’da bir on yıl daha kaldınız?
En utanmazı ama duruma en iyi aynayı tutanı da Pentagon’un şefi Savunma Bakanı’nın şu sözleri: “İnsanların vatanlarını koruma arzusunu satın alamıyorsunuz.” Demek başka her şeyi satın aldınız!
Biden’ın balayı bitti. Bakın şimdi Trump nasıl onu yemeye geliyor.
Amerikalılar aklınızı başınıza toplayın!
11 Eylül’ün yarattığı infial içinde Amerikan halkı büyük bir histeriye kapıldı. Ağustos ayında kamuoyu yoklamalarında beğenilme oranı yüzde 50 olan Bush’un reytingi yüzde 85’e fırladı. Ülkenin yüzde 70-80’i Afganistan savaşını destekledi.
Her defasında aynı hatalar yapılmaz ki! Amerika’yı Vietnam savaşına halkın sevgilisi John F. Kennedy taşıdı! 15 yıl sonra “Yankee go home” gerçek oldu! Afganistan savaş ve işgaline halk büyük destek verdi. 20 yıl sonra bozgun! Irak savaşı Afganistan’dan hemen sonra geldi: Mart 2003. Fransa ve Almanya destek vermedi bu savaşa. Onun üzerine Amerikan halkı geleneksel olarak “French fries” (Fransız kızartması) dediği kızarmış patatesin adını değiştirmeye kalkıştı! Irak şimdi Amerika’nın değil İran’ın etkisinde daha ziyade!
Halk bu savaş, işgal, askeri güç, askeri üs sisteminin ne anlama geldiğini kavramak zorunda.
Türk solcuları ve laik cumhuriyetçiler aklınızı başınıza toplayın!
Türkiye’de kendini “ilerici” sayan kim varsa şimdi ah vah ediyor. “Afganistan düştü”. Kimin eline? Afganların eline. Kimden? Emperyalistlerin elinden. Bu üzüntünün bir de başka ifade tarzı var: Ah, Afgan tercümanlar şimdi ne yapacaklar? O Afgan tercümanlar ülkelerini işgal eden emperyalistlere kendi iradeleriyle hizmet eden birer İngiliz Kemal’dir. Onların geleceğini düşünmek bize yakışıyor mu?
Tabii, Afgan kadınlarının üzerinde dolaşan tehlikeye, Hazara Şiilerinin başındaki tehdide, Afganistan’ın gerici bir yönetimin sultasına düşmesine hep birlikte çözüm aramalıyız. Ama ezilen bir halkın kurtuluşunu ABD emperyalizmine ve NATO’ya havale etmek söz konusu olamaz. ABD bugün radikal İslamcı hareketleri kendisi için tehdit olarak gördüğünden Talibanı devirdi ve ezmeye çalıştı ama başaramadı. Ama başka bir konjonktürde bambaşka politikalar izlemişti. ABD 1979-1989 arası sosyalist bir hükümete ve Sovyet ordusunun o hükümetin çağrısıyla Afganistan’da konuşlanmasına karşı Mücahidin denen gerici hareketi Pakistan’la el ele sonuna kadar desteklemişti. Sonra Sovyetler Birliği çekilip 1992’de hükümet de devrilince, Afganistan bu gerici siyasi güçlere kaldı. 1992-1996 bu gericilerin kendi arasındaki iç savaşı ile geçti. Savaşı Taliban kazandı. Bunlar 1996’da iktidara geçtiğinde bile Amerika ile araları açılmamıştı. Çatlak 1998’de doğdu. 2001’de ABD Taliban’ı devirdi. Yani ABD Taliban’ın da içinden geldiği geleneği 1979-1998 arasında 20 yıl destekledi. Sonra fikir değiştirdi, 20 yıl da savaştı onlarla. Ya kendi çıkarları öyle gerektirdiği için yeniden desteklemeye başlarsa?
Her şeyi bir yana bırakın. Emperyalizm bugün tekfirci, gerici bir hareket diye Afganistan’ın hükümetini devirmeye giriştiğinde alkışlar, yenildiğinde de üzülürseniz, yarın anti-emperyalist bir hükümet, hatta bir işçi sınıfı iktidarı bu topraklarda ya da başka yerde iktidara geldiğinde ABD onu devirmeye kalkınca ne diyeceksiniz?
Devrimci Marksistlerin politikası
Gerçek gazetesinin atası olan İşçi Mücadelesi’nin eski (kapaklı) dizisinin ilk sayısı tam Afgan savaşının başlamasının ertesinde Ocak 2002’de yayınlanmıştı. İşçi Mücadelesi devrimci Marksist bir odak olarak Afganistan savaşı politikasını “Avrasya Savaşları Üzerine Tezler. Sürekli Savaşa Karşı Sürekli Devrim” başlığını taşıyan ve 11 Eylül sonrası dünyadaki bütün gelişmeleri inceleyen, dergi Yayın Kurulu’nun imzasını taşıyan bir bildiride şöyle özetliyordu:
“4. Afganistan’a karşı açılan savaş, emperyalist bir savaştır. Böyle bir savaş karşısında, Marksistlerin temel amacı emperyalizmin yenilgiye uğratılmasıdır. Dolayısıyla, Afganistan savaşı sırasında solda ileri sürülen ‘ne cihat, ne haçlı seferi’ tavrı, savaşa karşı barış savunusu ve ‘savaşa hayır’ şiarı yetersiz, hatta yanlıştır. Elbette böyle durumlarda barış hareketi içinde yer alınacaktır. Elbette savaşın durdurulması talep edilecektir. Ama bunun yanı sıra ABD (ve müttefik) birliklerinin Ortadoğu ve Orta Asya’dan çekilmesi mutlaka talep edilmelidir. ‘Birliklerin geri çekilmesi’ talebi devrimci bozgunculuğun başlangıç noktasıdır. Koşullar uygun olsaydı, Marksistler bölge halklarını ve devrimci hareketleri ABD’ye karşı savaşmaya çağırırlardı. Bütün bunlar Taleban’a ya da bin Ladin’e karşı en ufak bir politik destek içermeyen tam bir siyasi bağımsızlık temelinde yürütülmelidir. Taleban ve bin Ladin bugün kendilerini emperyalizmin karşısında konumlandırıyorlar. Ama anti-emperyalist bir tavır içinde değiller: daha düne kadar Amerika’nın müttefiki, hatta maşası idiler. Ama Taleban’ın gericiliği bu savaşta Marksistlerin ‘ne o, ne o’ tavrı almasını haklı kılamaz. Emperyalizm ile ezilen bir halkın ülkesi arasında tarafsızlık mümkün değildir.”
Kimilerinin “Taliban için ABD ile savaşacak mıydınız gücünüz olsa?” dediğini duyar gibiyiz. Onları yine de önemsiyoruz. Cevap verelim: Hayır, Taliban için değil. Amerikan emperyalizmi yenilsin diye. Bir düşünsenize, şayet Ortadoğu’nun bütün ezilen halkları ABD’ye örgütleri ya da devletleri aracılığıyla savaş açmış olsaydı, ABD, 2003 yılında, radikal İslam’la en ufak bir ilişkisi olmayan Irak’a saldırabilir miydi? Ambargonun katlettiği bir milyon çocuğa ve yetişkine, bir-bir buçuk milyon ölü daha ekleyebilir miydi?
Bir düşünün bakalım.
Türk ve Kürt gençliği aklınızı başınıza toplayın!
Genç arkadaş! Emperyalizme kapılma. Kısa vadede ne kazanırım oportünizmine girme. Damarlarına emperyalist zehri sokma.
Yoksa başına ne geleceğini bu birkaç gündür öğrenemediysen hiç öğrenemeyeceksin! Kâbil’in Hamid Karzai hava limanının görüntülerini görmemiş olamazsın. Yaşlısı çocuğu, kadını erkeği emperyalist işgalcinin kollarına sığınmak için koşuştu hava limanına. Ama sen o kargo uçağının kapılarını gösteren sahneleri aklından çıkarma. Emperyalistin ayaklarına kapanırcasına “beni de götür” diye yalvaran o genç insanları hiç unutma.
Emperyalizme tutunduğunda, ey Kürt genci, ey Türk genci, yarın emperyalizme artık faydan dokunmadığında, uçaktan bir safra atılır gibi göklerden yere fırlatılan Afgan gençleri misali sen de tarihin çöplüğüne fırlatılırsın.
Nasıl mücadele ederim mi diyorsun? Sınıf dayanışmasıyla, sınıf mücadelelerinin tarihine yaslanarak!