Amerikan emekçileri Wall Street işgalini neden destekliyorlar?
(New York) Wall Street işgalcilerinin ve ABD halkının öfke ve hayal kırıklığı son krize bağlı olarak birdenbire patlak vermedi. Tam tersine, son otuz yıldır uygulanan bazı iktisat politikalarının sonuçlarına halk artık tahammül edemez hale geldi. Bu politikalara ve ekonomideki gelişmelere emekçi kesimler açısından bakmak yararlı olabilir.
Bilindiği gibi ABD İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızlı bir büyüme dönemi yaşadı. Bu yıllarda işçi sınıfı örgütlülüğü Avrupa’daki kadar olmasa da güçlü idi. Dolayısıyla ücretlerde düzenli artışlar elde edildi. Oysa 1970’li yılların başından itibaren ortaya çıkan ve kapitalizmin iç dinamikleriyle iligili olan ekonomik kriz karlılık oranlarında düşüşlere neden olmaya başladı. Değişen bu koşullarda Amerikan burjuvazisi iktisat politikalarında yeni arayışlara girdi. Nitekim Reagan’ın başa geldiği 1980’li yıllardan itibaren sermayeye büyük serbesti kazandıran neoliberal politikalar uygulanmaya başladı. Bu politikalar ücretler ve sendikalar üzerinde bir dizi baskı yarattı.
Sendikalara indirilen darbeler
Muhafazakar Cumhuriyetçi Parti adayı Reagan’ın seçildikten hemen sonra gercekleştirdiği ilk emek karşıtı eylem hava trafik kontrolörlerinin grevine son vermek oldu. Gerekçesi bu grevin kamu yararına aykırı oluşuydu!! Reagan’ın bu kararı işçi sınıfı haklarına doğrudan saldırı olarak değerlendirildi ve ABD’de yön değiştiren rüzgarların habercisi sayıldı. Daha sonra işverenlerle işçiler arasındaki anlaşmazlıkları inceleyip, emekçilerin şikayetlerini değerlendi ren Ulusal Emek İlişkileri Bürosu yeniden yapılandırılarak sermaye yanlısı elemanlara teslim edildi. Böylece emekçilerin şikayetleri ve talepleri giderek gözardı edildi. Öte yandan neoliberal politikalardan yararlanan ABD çokuluslu şirketleri üretimlerini emeğin ucuz olduğu ülkelere aktarmaya başladılar. Emekçiler, tıpkı ülkemizde olduğu gibi, örgütlenirlerse ya da taleplerini arttırırlarsa işlerini kaybedecekleri korkusunu yaşamaya başladılar. Sonuçta sendikalar eski güçlerini yitirdiler. Savaş sonrasında % 35 olan sendikalaşma oranı 2011’de % 10’a düştü. Özel sektör sendikalaşmaya geçit vermediği için sendikalıların büyük çoğunluğu kamu sektöründe. Bu gelişmeler sonucu işçi sınıfı kazanılmış bir dizi hakkını koruyamaz, taleplerini dile getiremez durumda. İş güvencesi, sağlık sigortası, emeklilik fonu, hastalık ve tatil izinleri gibi çalışanlar açısından temel sayılan haklar sürekli erozyona uğruyor.
Ücretlerdeki durgunluk
Emekçilerin yüzde sekseni açısından reel ücret artışları 1970’li yılların sonuna kadar süregiderken (1973-79 arası % 8.1 oranında) daha sonra durağanlaşıyor. Hatta bazı yıllara toplu bakılınca artış yerine azalma görülüyor. (Örneğin, 1979-2007 döneminde – % 1.0 ) Oysa müdür ve genel müdür (CEO) gelirleri katlanarak yükseliyor. Ortalama genel müdür maaşı 1965’te ortalama ücretin sadece 24 katı iken 2008’de 275 katına fırlıyor. Emek piyasasındaki bu eşitsizlikler emekçi kesimin dikkatinden kaçmıyor.
Gelir dağılımındaki eşitsizlik ve artan yoksulluk
Emek piyasasında büyüyen uçurumlar gelir dağılımında vahim noktalara varan eşitsizliklere yol açıyor. OECD verilerine göre ABD sanayileşmiş ülkeler arasında gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu toplum. ABD’deki gelir eşitsizliği azgelişmiş ülkelerininkini andırıyor. Nüfus beş gruba bölünüp incelendiğinde, 2007 yılı rakamlarına gore, üst gelir grubu milli gelirin % 47.3’ünü alırken en alt gelir grubu ise sadece % 4. 1’ine sahip olabiliyor. Ülkedeki yoksulluk oranı da bu gelişmelere bağlı olarak artıyor. 1959’daki % 22.4 yüksek oranından 2000 yılında % 11.3 oranına indirilen yoksulluk oranı, 2007’de % 12.5’e fırlamış durumda. Çocuk yoksulluğu açısından ABD sanayileşmiş ülkeler arasında % 21.5 oranıyla başı çekiyor. Yani ABD’de her 5 çocuktan biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
İşsizlik
1970ilerin başına kadar devam eden genişleme döneminde ABD’de işsizlik oranı % 3 civarında seyretti. 1980’lerden sonra birçok Avrupa ülkesi yüksek işsizlik sorunu ile boğuşurken ABD’de neoliberal paketin bir parçası olarak yaygınlaşan esnek üretim ve istihdam uygulamaları yüksek oranlı işsizliği önledi. 1984’ten sonra işsizlik % 4-5 civarında seyretti. İşsizlik oranı düşük tutulabildi ama emekçiler yüksek ücretli, sağlık sigortalı, emeklilik fonu ve iş güvencesi olan tam zamanlı işleri yitirip, sürekliliği ve güvencesi olmayan düşük ücretli ve yarı zamanlı işlere geçmek zorunda kaldılar. Tüm bu olumsuz gelişmelere 2008 yılındaki finans krizinin yarattığı iş kaybı da eklenince işsizlik oranı hızla yükseldi. Resmi verilere gore, Obama’nın uyarı paketlerine karşın işsizlik oranı şu an yaklaşık % 10; başka bir deyişle 15 milyon kişi iş arıyor. Gayrı resmi işsizlik rakamlarının çok daha yüksek olduğu kesin. Bu işsizlerin % 40’ı uzun dönemli işsiz; yani altı aydan fazla bir süredir iş arıyorlar.
İşte ABD halkının geniş bir kesimi açısından durum böyle vahim. Toplumdaki kaynaklar çok küçük bir azınlığın kontrolinde ve gelir bölüşümü giderek bozuluyor. Finans krizi sırasında milyonlarca kişi işsizliğin yanısıra ev kredisini ödeyemeyip evlerinden atılma sorunuyla da karşılaşınca toplumdaki hoşnutsuzluklar ve gerilim artmakta. ABD artık bir Üçüncü Dünya Ülkesi görünümü veriyor. Wall Street işgalcileri bu nedenle “biz % 99’uzuz, onlar % 1!!” sloganını kullanıyorlar. Emekçi kesimler işgali bu nedenlerle destekliyorlar.
Bu yazı 11 Ekim 2011’de BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.