“Erdoğan sevdalıları” karşısında Selahattin Demirtaş

Kürt halkının haklarını hep sonuna kadar destekledik ama HDP’nin politikalarına 2011’de ilk taşı konulduğundan bu yana eleştirel yaklaştık. HDP’nin ön biçimlenmesi olan Halkların Demokratik Kongresi, bizim bakış açımıza göre, “emek-barış-özgürlük” üçlüsünün “emek” ayağını neredeyse bütünüyle ihmal ettiği için sakat doğmuştu. Ama ne de olsa bir cepheydi. Partileşme, yani “Kongre” biçiminden “parti” biçimine geçiş, sorunu katmerleştirdi. Parti oluşumu sosyalistler açısından hayati bir önem taşır. Cephelerde farklı programlar kısa vadeli birtakım amaçlar uğruna bir araya gelebilir. Ama parti dediğiniz, her şeyden önce programdır. Biz, HDP’nin, sınıf mücadelesinin reddine dayalı  “radikal demokrasi” hedefine, Marksist kapitalizm-sosyalizm karşıtlığını yadsıyan “demokratik modernite” yönelişine, sosyalizmin sınıf karakterini ortadan kaldıran “ekolojik, demokratik, cinsiyet özgürlükçü” bir toplum arayışına kilitlenmiş bir programın ne Kürt özgürleşme mücadelesine, ne de Türkiye sosyalist hareketinden HDP’ye katılan çok sayıda gruba hayır getirmeyeceğine eminiz.

Buna rağmen Devrimci İşçi Partisi olarak, birleşik cephe anlayışıyla, HDP ile birlikte ne yapılabilecekse yapmaya, birlikte yürünebilecek yolu yürümeye, seçimlerde uygun ve gerekli olduğunda HDP lehine oy kullanmaya taraftarız. Hem 7 Haziran’da, hem 1 Kasım’da HDP’ye oy çağrısı yaptık. İşçi sınıfı içinde, diğer katmanlar nezdinde ve gençlikte kim bize kulak veriyorsa ona “oyunu HDP’ye ver” dedik.

Buna rağmen politikalarına hep eleştirel yaklaştık. 7 Haziran seçimi öncesinde, partinin seçim sonrası AKP ile koalisyon yapması ihtimali belirdiğinde kesin biçimde bu olasılığa karşı bir tavır takındık. 7 Haziran-1 Kasım arasındaki ataletini ise dostça ama acımasızca eleştirdik.

Selahattin Demirtaş’ı tasfiye operasyonu

Ama şimdi HDP üzerinde muazzam bir Erdoğancılık baskısı başladığı aşamada, partide yaşanmakta olan tartışmaya kayıtsız kalmamız düşünülemez. Çünkü bu tartışma Selahattin Demirtaş’tan kurtularak partiyi yeniden Tayyip Erdoğan’a destek çizgisine döndürmeye yöneliktir. Demirtaş’ın büyük günahı Erdoğan’a muhalefeti öne çıkarması, onun başkanlık projesini karşısına almasıdır. Zaman zaman partinin başka kanatlarının baskısı altında olsa gerek, AKP ile koalisyona yatkın açılımlarda bulunduysa da esas çizgisini muhafaza etmiştir. En önemlisi bugün bu konuda ısrarcıdır. Demirtaş’ın bundan on gün önce Cumhuriyet gazetesinden Mahmut Lıcalı’ya verdiği demeçte tartışmanın terimleri çok açıktır. Lıcalı soruyu “seni başkan yaptırmayacağız” yaklaşımıyla ilişkili olarak soruyor. Demirtaş da tam bunun üzerinden cevap veriyor.

Demirtaş’ın ne dediği ortadadır. “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışının “partinin bütün organlarında tartışılmış” olduğunu ileri sürüyor. Dolayısıyla, çıkışı muhaliflerinin iddia ettiği gibi kişisel değildir. Demirtaş’ın kullandığı terimle “yalnızca” parti içindeki Erdoğan taraftarları bunun Demirtaş’ın kişisel çıkışı olduğunu iddia etmektedir. Yani ortada bu konuda Demirtaş’ın pozisyonuna muhalefet edenler vardır, ama bunlar yalıtılmıştır.

Lıcalı soruyu “eski vekiller ve yöneticiler” diyerek sorduğu için Demirtaş da öyle cevaplamıştır. Söz konusu eski vekillerden en azından birinin kim olduğu artık gizli değil: Eski Hakkâri milletvekili Adil Zozani Erdoğan yanlısı bir gazeteye demeç vererek “başkanlık sistemi” konusuna herkesin katkı vermesi gerektiğini belirtmiştir. Demirtaş da Zozani’nin zaten bu yüzden “eski vekil” olduğunu söylüyor. Yani savunduğu pozisyonun parti tarafından reddedilmiş olduğunu ima ediyor.

Böyle olsaydı sorun kalmazdı. Demirtaş da bu çıkışı yapmak zorunda kalmazdı. Biz meselenin farklı olduğu kanaatindeyiz ve bunun HDP’nin ve daha genel olarak Kürt hareketinin çok asli bir sorunu olduğunu düşünüyoruz.

“Parti içinde Erdoğan sevdalısı bir damar”

Nitekim Cumhuriyet’e verdiği röportajda Demirtaş’ın başka sözleri sorunun daha köklü olduğunu doğruluyor. Şunları söylüyor Demirtaş: “Parti içinde Erdoğan sevdalısı bir damar her zaman vardı. Bunlar gizli Erdoğancılardı aslında. Bizden çok Erdoğan’ı sevip sayarak, AKP ile ilişki kurarak, AKP’ye neredeyse yalakalık yaparak sorunun çözüleceğine inanıyordu bu tipler.” Biz HDP’nin ve Kürt hareketinin içinde Erdoğan’ı destekleme yolundaki bu eğilim kendini parti çizgisine her dayattığında eleştirdik ve bunun ne Kürt halkının, ne de daha genel olarak işçi-emekçi kitlelerin çıkarına uygun düşmeyeceğinin altını çizdik. Ama hevallerimiz bundan hep rahatsız oldular. Şimdi Demirtaş bu eğilimin varlığını kendisi ifşa ediyor. Böylece bir tartışma daha berraklığa kavuşuyor. Demirtaş bu söylediklerinde sonuna kadar haklıdır!

Bu da gösteriyor ki bir veya daha fazla milletvekilinin listelere yeniden alınmamasıyla çözülecek bir sorun değildir bu. Parti içinde “Erdoğan sevdalısı bir damar” vardır. Damar kelimesini vurgulamamızın nedeni bunun bazı bireylerle, hatta odaklarla, hatta eğilimlerle sınırlı olmadığını hatırlatmak içindir. HDP bu damarı yenilgiye uğratmadıkça Kürt halkının düze kavuşmasını sağlayamayacaktır. Bu damar, vurgulayarak söylüyoruz, Kürtlerin başının belaya girmesinde büyük sorumluluk sahibidir.

“Demirtaş rahatsız”

Meselenin milletvekili olamamış bazı şahsiyetlerden ibaret olmadığı Cumhuriyet gazetesinin Kürt hareketinden iyi haber alan gazetecilerinden Ayşe Yıldırım’ın kendi köşesinde yazdıklarından da bellidir. Yıldırım’a göre Zozani’nin demecinden ve kendisinin günlerce hedefe konulmasından partide rahatsızlık duyulmamış ve Zozani’ye gereken cevabın verilmemiş olması Demirtaş’ta büyük rahatsızlık yaratmıştır (“Demirtaş rahatsız”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2015).

Partide bazı eski milletvekilleri (Sırrı Sakık, Hasip Kaplan vb.) “kimmiş bu eski milletvekilleri, isim açıkla” diye oklarını Demirtaş’a çevirmiştir. Demirtaş’ın Eş Başkanı Figen Yüksekdağ ise bu mesele kendisine sorulduğunda şöyle konuşmuştur:

“Selahattin bey bir röportajda, kullandığı o ifade başkanlık, başkanlık rejimi, başkanlık sistemi hakkında yapılan bir polemikle ilgilidir öncelikli olarak. O polemiğe cevaben, o polemiğin hatırlatılması, polemiğin gündeme gelmesi üzerinden yapılmış bir değerlendirmedir. Buradan genel bir sonucun çıkarılması öncelikle yanlış. Ve oradaki röportajın ve Selahattin beyin ortaya koyduğu söylemin çarpıtılması yada daha iyi niyetli bir ifadeyle yanlış yorumlanması anlamına geliyor. Partimiz bakımından Selahattin beyin kesinlikle öyle bir ifadesi olmamıştır.

"Bir Erdoğancılar kanadı, Erdoğan seviciler, Erdoğan sevenler diye tabir edilecek bir kanat yoktur. Daha önceki süreçlerde de aslında böyle bir kanat yoktur. Ancak bu röportaj vesilesiyle yapılan yorumlar ve değerlendirmeler ve bu konunun üzerine yanlış yöntemlerle gidilmesi başka bir yanlışı açığa çıkarmıştır aslında. Konuşulması gereken başka bir yanlışı açığa çıkarmıştır. Partimizin ve Selahattin beyin, Selahattin bey şahsında bütün partimizin aslında ortaya koyduğu tutum, yaklaşım, söylemler, bunların yeniden sorgulanması, yeniden deşilmesi ve hedef haline getirilmesi yaklaşımı sergilenmiştir. Bu tutum oldukça yersiz ve yanlış bir tutum olarak görüyoruz.

"HDP'nin böylesi bir süreçte, oldukça ciddi ve kritik siyasi gündemlerle karşı karşıya olduğunu ve böyle bir siyasi mücadele içerisinde olduğunu bilmeyen hiç kimse yok. Bu kadar ciddi, bu kadar hayati sorunlar varken, doğrusu bir röportajdan hareketle HDP içerisinde bir ayırım icad edilmesi ve Selahattin beyin söyleminin buna gerekçe haline getirilmesi yanlış ve art niyetli bir yaklaşımdır.”

Bu açıklamanın Selahattin Demirtaş’ın rahatsızlığını olsa olsa arttıracağını anlamak için allame-i cihan olmak gerekmiyor.

“İdeolojik bir çatışma”

Demirtaş’ın nihayet açtığı Pandora’nın kutusu içinde, bize kalırsa, çok çeşitli unsurlar vardır. Kürt toprak ağaları ve burjuvazisinin ihtiyaçlarını parti içine taşıyanlardan açık Barzanicilere, İslamcı politikacılardan Kürt siyasi hareketini yükselme ve zenginleşmenin basamağı haline getirmiş olanlara kadar koskoca ve çok güçlü bir yelpaze HDP’yi Erdoğan’ın peşine takmaya yatkındır ve bunu neredeyse gizlememektedir.

Bu kategorilere bakıldığında meselenin sınıfsal temellerde oluşan, dolayısıyla ideolojik boyutlar taşıyan bir ayrışmanın ifadesi olduğunu anlamak kolaylaşır. Nitekim Demirtaş kendisi de Lıcalı’ya verdiği demeçte işin bu yanına herhangi bir ikircikliliğe yer bırakmayan bir berraklık getiriyor:

“ 'Seni başkan yaptırmayacağız’ klasik bir kişisel sürtüşme veya bir kişinin başkan olup olmamasının üzerine ortaya çıkmış bir slogan değildir. İdeolojik bir çatışmanın formüle edilmiş halidir. Bir tarafta sağ, neoliberal, Türk-İslamcı ve hilafeti esas alan bir yapı vardır. Bu yapının kurucusu Türkiye’de başkan olmak istemektedir. Onun dayattığı başkanlık sistemine karşı çıkarak sol, emekten, Kürt halkının özgürlüğünden, inançların özgürlüğünden, kadın özgürlüğü ve özerklikten yana bir sistem önerdik.”

Erdoğan’a destek vermek ile karşı olmak tam da bu kadar açık bir ideolojik, politik, ilkesel bir seçişi içerir. Demirtaş neoliberalizmin karşısında emekten yana olduğunu söylüyor. Çok güzel. Ama bu seçişi yaptıktan sonra gerçekten işçi sınıfı ve emekçilerin yaşadıkları sorunları mücadelenizin merkezine almazsanız, seçişiniz yarı yolda kalır ve yenilgiye uğrar.

Diclekent’ten mi yanasınız, Sur’dan mı?

Bugün bu farklılaşma bir mekân olarak Diyarbakır’da açık seçik biçimde ortaya çıkmıştır. Sur (Sûr) devlet baskısına karşı direnirken Diclekent, Metropol, Dicle Vadi villaları ışıl ışıl eğleniyor. Bu da Sur’u Kürt direnişinin merkezi haline getirmiş olan binleri, on binleri, Kürt hareketinin emekçi damarını öfkeye boğuyor. Devletin baskısı Kürt halkı içindeki sınıf farklılığını ortaya çıkarmıştır. Bir yanda Kürt burjuvazisi ve zengin küçük burjuvazisi ile öte yanda emekçi sınıfların, en başta işçilerin ve yoksul köylülerin Kürt özgürleşmesine ilişkin tavrı, pratikte davranışı, adanmışlığı dağlar kadar farklıdır. Devletin Sur’un üzerine çöküşü ile birlikte bu farklılık kitlelerin bilincinde de açığa çıkmaya başlamıştır.

İşte Demirtaş’ın yaptığı ideolojik farklılık tespiti tam da buna karşılık veriyor. Demirtaş’ın var olduğunu belirttiği “Erdoğan sevdalısı” damarın karşısında Kürt hareketinin tarihsel kökeninde de esas unsur olan işçi-yoksul köylü-emekçi bileşenleri bir başka damar olarak mevcuttur. Gelecek orada yatıyor. Şayet Demirtaş bu damarın bayrağını yükseltir, Kürt özgürlüğüne gerçekten ve sonuna kadar destek olan sınıf ve katmanların bütün ihtiyaçlarına karşılık verecek bir çizgiyi partiye hâkim kılacak bir mücadele içine girerse, bu başka türden bir “açılım” olur. Biz bu “açılım”ın yanında oluruz.