“Akil” Kürt kadını yorumu: ne platonik barış, ne platonik çözüm!
Newroz’dan beri bütün Türkiye ve Kürdistan coğrafyası, Kürt sorununda barışa ve çözüme ilişkin önerileri, düşünceleri, uygulamaları tartışıyor. Biz de; Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkına duyduğumuz inançla, bu sürece ilişkin esaslı noktalardaki bazı eleştirilerimizle birlikte, enternasyonalizm adına barışı, ona eşlik etmesi gereken siyasi çözümle birlikte sonuna kadar destekliyoruz. Ancak ne Kürt halkının on yıllardır barışa susamışlıkla duyduğu haklı heyecan, ne sürecin çelişkili hızı, eleştirel düşünceyi elden bırakmamıza ve bazı somut gerçeklikleri gözden kaçırmamıza neden olmamalı.
“Ez ji te re, tu ji kê re?”
(“Ben senin için, sen kimin için?”)
Kürt Anasözü/Atasözü
Newroz’dan beri bütün Türkiye ve Kürdistan coğrafyası, Kürt sorununda barışa ve çözüme ilişkin önerileri, düşünceleri, uygulamaları tartışıyor. Biz de; Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkına duyduğumuz inançla, bu sürece ilişkin esaslı noktalardaki bazı eleştirilerimizle birlikte, enternasyonalizm adına barışı, ona eşlik etmesi gereken siyasi çözümle birlikte sonuna kadar destekliyoruz. Ancak ne Kürt halkının on yıllardır barışa susamışlıkla duyduğu haklı heyecan, ne sürecin çelişkili hızı, eleştirel düşünceyi elden bırakmamıza ve bazı somut gerçeklikleri gözden kaçırmamıza neden olmamalı.
Kimilerine fazla temkinli gelebilecek bu yaklaşımın arkasında en yakın örnek olarak Ekim 2009 AKP’nin “açılım” diye pazarladığı dönem sonrası yaşanan dramlar, skandallar var. Hatırlanacak olursa Öcalan’ın çağrısı üzerine 19 Ekim 2009’da, PKK’nin Kandil ve Mahmur Kampı’ndan seçilen ve aralarında kadınlarla çocukların da bulunduğu 34 “barış elçisi” Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yapmış, on binlerce kişilik karşılama töreni ile, bugünküne yakın bir “barış” rüzgarı esmişti. Bundan sadece 2 ay sonra başlayan KCK operasyonları sonrasında ise bugün sayıları 10.000’i bulan Kürt cezaevine atıldı, o 34 “barış elçisi”nin tamamı bugün ya cezaevinde, ya da aranıyor, hatta o törenin sunucusu bile “örgüt üyeliği” cezası aldı. Biz, henüz o günler yaşanırken, aynı “temkinlilikle”, AKP ve Türkiye sermayesinin amacının “açılım” değil, Kürt Hareketi’nin tasfiyesi olduğunu söylemiştik.
Bugün yaşanan dönem için de aslında, ABD emperyalizminin ve İsrail siyonizminin de ağırlıklı olarak işin içinde olduğu, benzeri bir senaryo gündemde. Kürt Hareketi’ni fiziken tasfiye edemeyeceğini bir kez daha idrak eden ulusal ve emperyal egemenler, bu kez başka yöntemlerle, Ortadoğu’daki müstakbel operasyonlarında (Önce Suriye, sonra İran) ayak bağı olmaması, hatta mümkünse destek olması için politik tasfiyeye dayalı başka bir “çözüm” peşindeler. Kürt Hareketi’nin bu senaryoya uyup uymayacağı, uyarsa ne kadar uyacağı elbette zaman içinde belli olacak. Ama Barzani’nin Irak Savaşı’ndaki rolü ve bugün burjuva medyasının manşetlerinde “Ortadoğu’nun yeni Paris’i” diye lanse edilen Hewler (Erbil) örneğinde sembolik ifadesini bulan Barzani Kürdistanı’nın sermaye cenneti görüntüsü hepimize ders olarak orta yerde duruyor.
Bütün bu tartışmaları aşan önemde, hatta çok daha ironik bir manzara var aslında bugün karşımızda. Müzakere görüşmeleri yürütülürken ve son olarak Öcalan’ın (çok uzun tartışılmayı hak eden) Newroz mesajından sonra burjuva devleti cephesinde yaşananlar, aslında “yaşanmayanlar”. Meselâ Erdoğan ve AKP kadrolarının sözleşmiş gibi, “barış ve çözüm” sürecine ilişkin her sözlerine, yorumlarına “terör” ve “terörle mücadele” kavramı ile başlamaları. Meselâ Erdoğan’ın, son olarak sadece dün (29 Mart) katıldığı televizyon programında ısrarla yaptığı “tek vatan, tek bayrak, tek millet.” vurgusu.Meselâ 9 Mart tarihli bütün gazetelerde yer alan habere göre Bitlis’te açılan 1.150 (evet binyüzelli) korucu kadrosu. Meselâ Kandil’in hâlâ çeşitli aralıklarla bombalanıyor olması. Meselâ sınırötesi “terörle mücadele” keşif uçuşlarının hemen her gün devam etmesi. Meselâ KCK tutuklarının birkaç istisna dışında hemen tamamının tutukluluğunun sürmesi. Meselâ Öcalan’ın çağrısı üzerine hemen ateşkes ilan eden ve adım adım sınır dışına çekileceklerini açıklayan PKK’nin son derece haklı bir biçimde çekilme süreci için hukuksal düzenleme talebinin ısrarla reddedilmesi, Erdoğan’ın dalga geçen“Böyle bir kararı meclis almaz, hükümet olarak söz veriyoruz. Hiçbir saldırı vs olmayacak.” yanıtı. Meselâ BDP’nin bu konu için mecliste komisyon kurulması önerisinin yok sayılması. Meselâ “kasıt yok, suçlu yok” diye biten Roboski Raporu’nun aynı mecliste kabulü. Meselâ bizim “tutsak müzakereci” olmaz sözüyle ifade etmeye çalıştığımız, PKK’nin, BDP’nin, Kürt halkının ezici bir çoğunluğunun sahiplendiği “Öcalan’a Özgürlük” talebine son olarak adalet bakanı Sadullah Ergin’in: “Öcalan dosyası açılmamak üzere kapandı” cevabı. (Bkz.29 Mart tarihli gazeteler) Kürt halkı ve temsilcilerinin bütün iyi niyetine rağmen AKP ve devlet cephesinden hâlâ bir tek somut söz, öneri, proje yok! Zaten JİTEM’in, koruculuk sisteminin lağvedilmesi, özel harekât kuvvetlerinin bölgeden çekilmesi, savaş suçlularının yargılanması, köye dönüş tazminatları talepleri çoktan unutuldu. Seçim barajının düşürülmesi, TMK’nın kaldırılması, TCK ve Siyasi Partiler Yasası’ndaki anti-demokratik hükümlerin temizlenmesi, KCK tutsaklarının salıverilmesi önerilerini ağzına alan yok! Burjuvazinin dilinde varsa yoksa, sadece artık magazin düzeyine inmiş bir “akil insanlar komisyonu” tartışması! Üstelik bu “akil insanlar”ın neyi, ne zaman yapacağı bile belli değilken. Barış ve çözüm isteyen Kürt halkına ve temsilcilerine sürekli saldırı, sürekli küçümseme, sürekli alay, sürekli boş vaat.
Bütün bu sürece ilişkin en güzel yorumu, 18 yıl ceza yemiş KCK hükümlüsü Perihan’ın kendisi kadar “siyasi” ablası, tanıdığım en “akil insanlar”dan Şêrin yaptı: “Karşılıksız (platonik) aşk olur, hatta bu insanı bazen teselli bile edebilir, ama karşılıksız barış ve çözüm beklentisi bir halkı adım adım çürütür, yozlaştırır. Onlar bunu yapmak istiyor. Biz ne çürümeye, ne de yozlaşmaya razıyız. Ne kardeşim, ne de arkadaşları özgürlüklerini bunun için feda etti. Biz sadece özgürlüğe ve eşitliğe hazırız!”
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Nisan 2012 tarihli 42. sayısında yayınlanmıştır.