Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği: Geleceğin devletinin doğuşunun 100. yıldönümü!
Bundan tam 100 yıl önce bugün tarihte hiç görülmemiş bir tür devlet kuruldu. Ne imparator ne Sezar, ne kral ne emir, ne şah ne padişah, ne kardinal ne halife, ne de zengin kapitalistler yönetiyordu bu devleti. Tarihte ilk kez eli nasırlılar bir devleti yöneten hâkim sınıf olmuştu. Devletin bütün yapısı da ona göre yeniden biçimlenmişti. Bu, tarihin hiç görmemiş olduğu bir devletti. Bu, kendinden önceki Paris Komünü 72 gün ayakta kalırken 75 yıla yakın yaşayan bir işçi devleti idi. Bu, ulusların arasındaki ilişkileri modern tarihte görülmedik biçimde yeniden biçimlendiren bir devletti.
Bu, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği idi.
Yüz yıl önce bugün, 30 Aralık 1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin ilk sovyetler kongresi toplanarak bu özel devletin kuruluşunu ilan etti. Bu aşamada SSCB’yi oluşturan kurucu unsurlar yalnızca Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti (RSFSC) ile Ukrayna, Belarus ve Güney Kafkasya ya da Transkafkasya (Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan) Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyetleri idi. Ama 1920’li yılların geri kalanında ve kısmen 1930’lu yıllarda SSCB özellikle Müslüman halkların kurmuş olduğu yeni cumhuriyetlerin katılımıyla devasa bir devlete dönüşecekti. Bu devlet, 1991’e kadar dünya tarihinin gidişatını belirledi.
SSCB’nin ne kadar özel ve var olan devletlerden farklı bir devlet olduğunu çok çeşitli çalışmalarımızda özetlemiş bulunuyoruz. Burada, hiç ayrıntıya girmeksizin, dayanaklarımızı uzun uzadıya anlatmaksızın, basit, kısa, yalın bazı tezler aracılığıyla SSCB’nin modern tarihte nasıl eşi olmayan bir devlet olduğunu özetleyeceğiz.
SSCB hakkında altı tez
1. SSCB’nin kuruluşu ile Ekim devrimi politik devrim olarak tamamlanmıştır.
Rusya’da proleter devrimi, günümüz takvimiyle 8 Mart 1917’de başlamıştı. Bunu Ekim devriminin zafere ulaştığı 7 Kasım 1917’de tamamlanmış bir devrim olarak nitelemek yaygındır. Oysa Rusya’da devrimin nihai ürünü olan SSCB, Rusya dışında birçok coğrafyayı, 1917’de henüz devrimin bir parçası haline gelmemiş olan Ukrayna’dan Kafkasya’ya ve Orta Asya’ya, en başta da Müslüman halkların yaşadığı toprakları da kapsayan bir devlet olduğuna göre, demek ki devrim 1917’de işini henüz tamamlamamıştı. Devrim bu toprakları, iç savaş temelinde ve Lenin başta olmak üzere Bolşeviklerin uyguladığı çok ustalıklı politik taktikler sayesinde kendi coğrafyasına katmıştır. Bu sadece coğrafi bir sorun da değildir. Aynı zamanda proletaryanın köylülükle ittifakı temelinde iktidarının konsolidasyonu 1922 sonlarında ancak sağlanabilmiştir. Bu yüzden Rusya’da devrim 1917’ye özgü bir olgu olarak değil, 1917-22 arasında yaşanan beş yıllık bir süreç olarak kavranmalıdır.
2. SSCB tarihin kalıcı olarak kurulabilmiş ilk proletarya diktatörlüğüdür, 20. yüzyılın diğer sosyalist devrimlerinden doğan diğer işçi devletlerine yol gösteren fener olmuştur.
Proletarya diktatörlüğü ya da devleti olmanın bir dizi koşulu vardır. Biz sadece en vazgeçilmez olanlara, yoklukları halinde SSCB’yi işçi devleti olmaktan çıkaracak olanlara değinelim. Her şeyden önce, proletarya diktatörlüğünün kurulabilmesi için siyasi iktidarın burjuvazinin ve onunla birlikte devleti elinde tutan diğer kapitalizm öncesi sınıflardan koparılıp alınması ve eski devletin parçalanarak proletarya iktidarına uygun bir devlet yapısının kurulması gerekir. İşçi, köylü, asker sovyetlerinin iktidarı somut olarak ele alması SSCB’de bunu en ileri biçimiyle çözmüştür. Bir devlete proletarya diktatörlüğü ya da işçi devleti denebilmesi için o devletin yerine getirmesi gereken bir başka koşul, o devletin işçi sınıfını (ve aynı zamanda köylülük gibi başka yöntemlerle sömürülen sınıfları) sermayenin sosyo-ekonomik sultasından kurtarması ve artı değer üretimine son vermesidir. SSCB bu koşulu erkenden yerine getirmiş, büyük üretim ve dolaşım araçlarının ezici bölümünü kamulaştırmış, kapitalistlere istisnai anlar dışında üretim ve dolaşım süreçlerine hâkim olma olanağı vermemiştir. Ancak kapitalist özel mülkiyeti kaldırmak esas olarak hukuki-siyasi bir tedbirdir. Bunun kalıcı ve yapısal hale gelmesi için üretimin ve diğer ekonomik faaliyetlerin merkezî planlamaya tâbi hale getirilmesi gerekir. Bu yolda da daha 1920’li yılların başında ilk adımlar atılmış, Gosplan adlı planlama örgütü kurulmuş, bu örgüte bütün Sovyet topraklarının elektrifikasyonunun planlı biçimde gerçekleştirilmesi (Goelro) görevi verilmiştir. Bu plan 1920’li yılların sonuna gelindiğinde büyük ölçüde uygulanmış durumdadır. O aşamadan sonra Gosplan’ın ekonominin tamamını tek bir merkezden planlaması süreci başlamıştır. İşte bu, emekgücünü meta olmaktan çıkararak sınıfsız topluma geçiş ekonomisini kapitalizmden bütünüyle koparmıştır. Bu üç koşulun yanı sıra başka koşullar da vardır (tek banka, dış ticarette devlet tekeli vb.) ama bunlar bu üçüne dayanak olarak görülebilir.
3. SSCB modern tarihte ilk kez, ulus-devletler dünyasında ulussuz bir devlet olarak kurulmuştur ve sonuna kadar öyle kalmıştır. Bu özelliği onu dünya sosyalist federasyonu için hazırlanmış esnek bir geçiş biçimi yapar.
Modern tarihte adını, geçmiş bir kavimden ya da kapsadığı coğrafyadan almayan ve kendine özgü bir ulusun inşasını neredeyse temel hedefi haline getirmeyen bir başka devlet yoktur. Aslında tamamen yapay beyaz yerleşimci sömürge devletleri olan ABD, Kanada, Avustralya Yeni Zelanda, Güney Afrika gibi ülkeler bile egemenliklerini başta hayalî, sonradan ete kemiğe bürünen uluslara dayamışlardır. SSCB bilinçli biçimde tersini yapmış tek devlettir. Eski hâkim ulusun adını kasıtlı olarak devlet adına katmamıştır. Böylece bütün dünya proleterlerine ve onların müttefiklerine kendileri de muzaffer sosyalist devrimler yaşadıklarında katılabilecekleri bir proleter sosyalist yuva sunmuş olmaktadır. Bu bütün ulusların, aralarında hiçbirinin “hâkim ulus” konumunda olmaksızın kaynaşabileceği bir biçimi erkenden sağlamıştır.
4. Dışarı doğru ulussuz bir karakter taşırken, SSCB içeride ezilen ve küçük ulusların serpilip gelişmesinin önünü sistematik tarzda açan bir devlet biçimidir.
Devrim coğrafyasında eski hâkim ulus olan Rus ulusunu devletin adını değiştirecek kadar zapturapt altına alan yeni devlet yapısı, tam tersi yönde bütün ezilen ve/veya küçük uluslara da dillerini, yazılarını, eğitimlerini, kültürlerini o güne kadar hiç görülmemiş ölçüde geliştirebilmeleri amacıyla özel olanaklar yaratmıştır. Ayrıca devlet yapısında ayrı bir birim olarak örgütlenmiş bütün halkların kendi işlerini kendi yöneticileri eliyle yürütmesi ilke haline getirilmiştir. Bu politikanın adı korenizatsiya’dır. Bu politikadır ki, esas olarak bir Ortadoğu halkı olan ama küçük azınlıklar halinde Kafkasya’da da yaşamakta olan Kürtlerin ilk kez Kurdistan e Sor adında bir siyasi birimde örgütlenmesini sağlamıştır.
5. SSCB 20. yüzyılın önemli bir bölümünde dünya devriminde proletaryanın hegemonya sağlamasının aracı olmuştur.
20. yüzyılın dünya sosyalist devriminde köylü uluslar baş rolü oynamıştır. Özellikle gerçek politik devrimlerin yaşandığı Çin, Yugoslavya, Arnavutluk, Vietnam, Kore, Küba gibi ülkelerde (Çin hariç) köylülüğe önderlik edecek doğru dürüst bir sanayi proletaryası henüz oluşmamıştı bile. SSCB hem (Küba hariç) bu ülkelerin devrimci öncü partilerinin kuruluşunda proleter karakter kazanmalarını sağlayarak hem de kendi sosyo-ekonomik ve politik yapısının örnek olmasıyla bu devrimlere proleter damgası vurulmasını mümkün hale getirmiştir.
6. Kapitalizmin ilgasının ve komünizme geçiş sürecinin başlatılmasının ötesinde, SSCB modern tarihte en sorgulanamaz ideolojik çimentoyu oluşturan milliyetçiliğin inişe geçmesinin ilk anıdır.
Aslında Avrupa’da mutlakiyetçi imparatorlukların kurulmasına ve 1648 Vestfalya Antlaşması’na kadar geri giden, ama Fransız devriminin bütün dünyaya örnek olan etkisiyle dünya çapına yayılan bir süreçte, milliyetçilik uzun yüzyıllardır “yükselen ideoloji” konumunu elde etmişti. İster kapitalist dünyada ister sömürge statüsünden kurtulan topraklarda bir ulus-devlet oluşturmak bütün halklara var olabilmenin koşulu olarak dayatılıyordu. SSCB bunu ilk kez tersine çevirmiş, milliyetçiliğe büyük bir darbe vurmuş, proleter enternasyonalizminin yükselen ideoloji olarak öne çıkmasının cisimleşmiş hali olmuştur. Elbette burada, bitmiş bir süreçten değil, aynen milliyetçiliğin kendi çağında yükselme aşamasında olduğu gibi, yüzyıllar boyunca sürecek sancılı, iniş çıkışlı, karmaşık bir süreçten söz ediyoruz.
Yedinci tez
Şimdi, son olarak, doğası diğerlerinden farklı olduğu için ayrı ele alacağımız bir noktaya geliyoruz. Bunu diğerlerinden ayıran en önemli yön, tarihin nesnel süreçlerinden ziyade öznel faktörün, devrimci politikanın öne çıktığı, ana rolü nesnel faktörün oynamadığı bir mesele olmasıdır.
7. SSCB’nin kuruluşu, hayatının sonunda büyük başarısının ellerinin arasından kayıp gitmekte olduğuna elemle tanık olan Lenin’in ölüm döşeğindeki son büyük zaferidir.
Bu konuyu da çeşitli çalışmalarımızda ayrıntılı olarak ele aldığımız için burada sadece ana hattını ortaya koyacağız. Yazacaklarımız bazılarının hoşuna gitmeyebilir. Ama her yazdığımızı belgelendirmek mümkündür.
Lenin, Ağustos 1918’de bir Sosyal Devrimci genç kadının, Fanya Kaplan’ın suikast girişiminde aldığı yaralar dolayısıyla bir süre sonra çok ciddi sağlık sorunları yaşamaya başlamıştır. Genellikle Lenin’in 1923 Mart’ından sonra konuşma yetisini de yitirdiği bir felç durumunda olduğu bilinir ama ta Aralık 1921 tarihinden başlayarak 1922’nin belirli dönemlerinde sağlığının, çalışmasını değişik derecelerde etkilediği unutulur. Burada bir buçuk yıla yaklaşan bir süre boyunca sık sık yatağa düşen büyük devrimcinin, en büyük katkıyı tartışmasız biçimde kendisinin yapmış olduğu sürecin adım adım başka bir mecraya girdiğini görerek en zor koşullarda mücadeleye atılmasından söz ediyoruz.
Lenin, 1922 yılı içinde, partinin genel sekreteri olarak elinde büyük bir güç toplamış olan Stalin ile bir dizi sorun dolayısıyla çatışmaya girer. Bu sorunlar çok kısaca şöyle özetlenebilir: dış ticaret tekelinin gevşetilmesine karşı verdiği mücadele, Gosplan’ın gücünün arttırılmasını engellemeye çalışan eğilime karşı koyma, devletin ve partinin bürokratlaşmasına karşı benimsediği çizgi, ulusal sorunlarda Stalin ve yakın çevresinin Rus şovenisti bir tutuma yönelmesi karşısındaki büyük telaşı (burada en önemli nokta Rus partisinin Gürcistan partisine uyguladığı baskıdır), bu ulusal sorunun bir uzantısı olarak SSCB’nin hukuki ve siyasi biçimlenmesi. Bütün bu mücadeleler sonucunda Lenin’in Stalin’le şahsi ilişkileri de kopuşun eşiğine gelmiş, devrimin önderi, “Vasiyetname” olarak anılan bir belgede Stalin’in görevden alınmasını tavsiye etmiştir.
Burada Sovyet devletinin daha sonra yaşayacağı ağır sorunların ilk biçimlerini görmemek mümkün değildir. Bunların arasında Lenin’in belki de en çok önemsediği konu, ulusal sorun ve bunun bir ifadesi olarak SSCB’nin yapısıdır.
Stalin devrimin ilk zaferine ulaştığı 1917 Kasım ayından itibaren Milliyetler Komiseri idi. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, devrim Çarlığın diğer coğrafyalarında da üst üste zaferler elde ettiğinden 1922 yılının ortalarında bütün yeni Sovyet cumhuriyetlerinin birleşmesi gündeme geldi. Stalin’in Milliyetler Komiseri olarak önerisi “özerkleştirme” olarak anılan bir politika idi. Yani Ukrayna, Belarus ve Kafkasya’daki üç cumhuriyeti bir araya getiren Güney Kafkasya Sovyet Cumhuriyetleri, teker teker ilk kurulmuş olan ve en büyük coğrafi birimi oluşturan Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti’ne (RSFSC) katılacak, onun içinde “özerk cumhuriyetler” olarak bütünleşme süreci yaşayacaklardı.
Lenin buna karşı çıktı. İlk formülü “Avrupa ve Asya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği” idi. Yani devlete Rus karakteri atfetmek, daha en baştan onun için dışlanması gereken bir seçenekti. Ama daha sonra “Avrupa ve Asya”yı da kaldırdı. Dünya devriminin hangi kıtada gelişeceğini önceden sınırlamak doğru değildi. Böylece Rusya’nın da herhangi bir coğrafyanın da adını taşımayan devlet SSCB, Stalin ve çevresine rağmen, Lenin’in büyük ısrarı sonucunda kuruldu.
Bir de buna eşlik eden Gürcistan tartışması vardı. Dağlı Gürcü halkı bağımsızlığına kıskançça sahip çıkan bir halktı. Gürcü komünistleri de halkın bu eğilimine cevap verebilmek için mümkün olduğunca bağımsız bir manevra alanı arayışı içindeydi. Stalin ve arkadaşları bunu “milliyetçi sapma” olarak niteliyorlardı. Rus komünistlerinin bir temsilcisinin bir Gürcü komünistini tokatlayacak kadar ileri gittiği bir mücadele tarzı Lenin’i çıldırtmaya yetti. Eski Rus şovenizminin hortlaması endişesiyle bütün ağırlığını Gürcülerden yana koydu. Bu yüzden de Stalin tarafından “millî liberalizm” ile suçlandı!
İşte SSCB’nin kuruluş öyküsü, Lenin’in hayatının, bürokrasiye karşı çeşitli alanlarda verdiği bu büyük son mücadelesi ile iç içe geçer.
Lenin bu meseleleri o kadar önemser ki, 30 Aralık 1922 günü SSCB kendi savunduğu formüle göre kurulmuş olduğu, yani pratik amacının büyük bölümüne ulaşmış olduğu halde aynı gün başladığı ve ertesi gün devam ettiği zehir zemberek bir metinde (“Milliyetler Sorunu ya da ‘Özerkleştirme’") Stalin ve arkadaşlarını ulusal sorunda “küçük burjuva” bakış açısıyla suçlamış, günün birinde “burjuva bakış açısına kadar gerileyeceklerini” ileri sürmüştür.
Tarihin dramatik bir anıdır bu. Büyük toplumsal güçler arasındaki çelişkiler aynı partinin yöneticileri arasında bir çelişi olarak yaşanmaktadır.
Sonuç
Bazıları “SSCB kuruldu da ne oldu?” diyecektir, “20. yüzyıl dolmadan çöktü, dağıldı”. İroniktir, bunların önemli bir bölümü, biz Büyük Ekim Devrimi’nin ürünü olan geçiş toplumu ve işçi devletinin kötü yolda gitmekte olduğunu ve bu gidişatın sonunun kapitalist restorasyon olacağını ısrarla söylerken, Sovyet partisine, hatta Gorbaçov’a bile sahip çıkanlardır!
Bunlar o zaman olduğu gibi şimdi de tarihin gelişmesinden hiçbir şey anlamayanlardır. Fransız devriminin programı cumhuriyetti. Fransa kalıcı olarak cumhuriyete ancak devrimden 80 küsur yıl sonra, 1871’den itibaren kavuştu. Hem de bir işçi devrimiyle, Komün sayesinde! Amerikan devriminin 1776 bildirgesinin ilk ilkesi “bütün insanların eşitliği” idi. Ama bu ilkeyi yazanlar arasında yüzlerce kölesi olanlar vardı! Amerika bütün insanların yasalar önünde eşit olduğu bir rejime 90 yıl sonra, üstelik kanlı bir iç savaşla kavuşabildi ancak!
Bugün tarih yeniden komünizmi çağırıyor. Proletarya harekete geçtiğinde, geçmişin ağırlığını üzerinden attığında, Bolşevik bir Marksizmle yeniden buluştuğunda, SSCB yeniden kurulacak.
Ne “yeni Türkiye” denen uyduruk düzen, ne eskisi! İşçi sınıfı Türkiye’yi bu yeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin bağrında, en başta Kürt kardeşleriyle, ama aynı zamanda devrime kalkışan bütün öteki halkların işçi, emekçi ve ezilenleriyle birlikte insanlığın yeni kardeşçe dünyasına, tarih öncesinden çıkıp gerçek insanlık tarihine taşıyacak.