Sınıf ilişkisinin kaynağı

Köle alım satımı da biçimi açısından meta alım satımıdır. Ama para, kölelik var olmadan bu işlevi yerine getiremez. Kölelik varsa, o zaman para köle alımına yatırılabilir. Buna karşın, alıcının elindeki para, köleliği mümkün kılmaya hiçbir şekilde yetmez.

Dile getirildiğinde, “ne var bunda, biz zaten bunu biliyoruz” dedirtecek türden bir paragraf. Yazarı da, tahmin edeceğiniz üzere Karl Marx! Ama, duyanların çoğunun tahmin edemeyeceği üzere Kapital’in I. cildinden değil, II. cildinden, o pek okunmayan kitabın “Para-Sermaye Devresi” başlıklı ilk bölümünden (s. 42) . Evet, Kapital’in II. cildi, Almanca aslından Mehmet Selik’in çevirisine dayalı kolektif (N. Satlıgan, E. Özalp ve O. Türel) bir çalışmayla Yordam Kitap tarafından ilk kez Türkçeye kazandırıldı. Kitapçılardan, Tüyap Kitap Fuarı’nda Yordam’ın tezgahından sağlanabilir. 

Kapital’in I. cildine aşina olanlar bilir, o ciltte de zaman zaman “ne var bunda, biz zaten bunu biliyoruz” dedirtecek türden, yukarda II. ciltten verdiğim örnek misali pasajlara rastlamak mümkündür. Ama, dikkatli okuyucu bunun Marx’a özgü adeta biçimsel bir taktik olduğunun da farkındadır. Mesela, yukardaki kısa paragraf Marx’ın (P - M…Ü….M’- P’) şeklinde ifade ettiği para-sermaye devresi formülünün ilk aşamasına (P – M) ilişkin, okuyucunun mutlaka kavramasını istediği bir hususu berraklaştırmak amacıyla yazılmıştır. Hem de, o husus olanca berraklığı ile aktarıldıktan sonra! Marx’ın bu metni en olgun çağında, ölmeden 5 yıl önce yazmış olduğunu da ekleyelim bu arada. Soralım o zaman: Kavramamız gereken o husus nedir acaba?

En temel hususlardan biri olduğuna şüphe yok. “…Kapitalist ile ücretli emekçi arasındaki sınıf ilişkisi(nin)..” nereden kaynaklandığı, neyin ürünü olduğu hususu (s. 41). Soruyu sorar ve hemen ardından, Marx, her okumuş yazmışın vereceği cevabın kimi yanılgılar içerebileceğini hatırlatır: “Para-sermaye …. hakkındaki görüşler, genellikle, yan yana duran ya da birbirlerine karışan iki yanılgı içerir. Birincisi: Sermaye değerinin para-sermaye olarak yerine getirdiği ve tam da para biçiminde bulunduğu için yerine getirebildiği işlevler, yanlış bir şekilde, bu değerin sermaye olma niteliğinden türetilir; oysa bu işlevler, yalnızca, sermaye değerinin para durumundan, para olarak görünüş biçiminden kaynaklanır. İkincisi, ilkinin tersidir: Para işlevinin onu aynı zamanda bir sermaye işlevi kılan özgül içeriği, paranın doğasından türetilir (dolayısıyla, para, sermayeyle karıştırılır); oysa bu işlev, buradaki P – E işleminde olduğu gibi, salt meta dolaşımında ve buna karşılık gelen para dolaşımında hiçbir şekilde verili olmayan toplumsal koşulların varlığını şart koşar.” (altını ben çizdim; s. 41) 

Marx, yukardaki alıntıda “sermaye işlevi” şeklinde ifade ettiği “..kapitalist ile ücretli emekçi arasındaki sınıf ilişkisi(nin)..” dolaşımda verili olmayan toplumsal koşulların ürünü olduğunu söylemektedir. O toplumsal koşulların ne olduğunu da açıkça belirtmiştir tabii: “…emek gücünün gerçekleştirilmesinin koşullarının (geçim araçları ve üretim araçları), başkasının malları olarak, emek gücü sahibinden ayrı olmaları..” (s.41). Demek ki, tıpkı cebinde köle satın alacak kadar para ile dolaşanlar yüzünden kölelik vuku bulmadığı gibi emek gücü satın alabilecek para babaları yüzünden de kapitalizm (yani kapitalist ile ücretli emekçi arasındaki sınıf ilişkisi) vuku bulmazmış. Sözkonusu ilişki, geçim araçlarını ve üretim araçlarını emekçilerden koparıp, onları başkasının malları haline getiren toplumsal süreçlerin sonucu imiş. 

Toprağı bol olsun, benim İTÜ yıllarımın öğrenci lideri Harun Karadeniz’in Kapitalsiz Kapitalistler diye bir kitabı vardır. Harun, orada (P –M)’nin diğer ayağına, (P – Üa)’ya, para ile üretim araçları satın alınmasına yoğunlaşarak, kapitalistlerin para-sermayesiz, dolayısıyla Üa’sız oluşlarını Türkiye gerçekliğinde inceliyordu. Yukarda ise, Marx’ın (P –M)’nin öbür ayağına, (P – E)’ye yoğunlaştığında ufkumuzu nasıl genişlettiğine sadece küçük bir örnek verdik. Kapital II’nin nasıl elzem, nasıl harika bir metin olduğunu sezdirtebildiysek ne ala..

Bu yazı 18 Kasım 2012 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.