Şili’de “barışçı yol” ve iflası: Brejnev dönemi Sovyet politikasının anti-Marksist niteliği

Şili & SSCB

Şili’de 1970-1973 döneminde Allende’nin liderliğinde Halk Birliği ittifakının yaşadıklarını bu yazının ilk bölümünde ele almıştık. İkinci yazımızda ABD emperyalizminin nasıl yılanın başı olduğunu Amerikan belgeleri ışığında ortaya koyduk. İlk yazımızda verdiğimiz özette sözünü ettiğimiz dört noktadan üçünü (“barışçı” denen geçiş stratejisinin geçersizliğinin kanıtlanması, Leninist partinin gerekliliği, emperyalizmin rolü) böylece tamamlamış durumdayız. Geriye “barışçı geçiş” stratejisinin aslında Şili solunun değil, Sovyet doktrininin bir buluşu olduğunu, Halk Birliği felaketinin asıl sorumlusunun Sovyet devletini yöneten bürokrasi olduğunu, hem Sovyetler’in Şili politikasının hem de Sovyet doktrinini bire bir savunan Şili Komünist Partisi’nin (Pcch) yaşanan yenilgide en büyük sorumluluğa sahip olduğunu ortaya koymak kalıyor.

Sovyetler Birliği’nde iktidarı ele geçirmiş olan bürokrasinin 20. yüzyıl boyunca komünist harekete yaşattığı yenilgilerin en ağır olanlarından birinin Şili’de Halk Birliği’nin stratejisinin 1973’te yaşanan Pinochet darbesi sonucunda çökmesi olduğunu vurgulamak gerekir. 1925-1927 Çin devriminde yaşanan büyük felaket, İspanya’da 1936-1939 arasında yaşanan iç savaşta koskoca bir devrimin heba edilmesi, İkinci Dünya Savaşı sonunda Fransa, İtalya ve Yunanistan’da komünist partilerin neredeyse ellerine geçmiş olan iktidarı burjuvaziye devretmeleri, 1968 dalgasında Fransa ve Portekiz’de devrimci olanakların engellenmesi ve daha birçok örnek arasında Şili Halk Birliği deneyimi de tarihî yerini almıştır. Sorumluluk katiyen yalnızca Allende’nin ve Halk Birliği’nin üzerine yıkılamaz. Yenilgiye uğrayan strateji, yani “barışçı geçiş” stratejisi Sovyet bürokrasisinin büyük icadıdır, yenilgiyi hazırlayan da budur. Aşağıda göreceğiz ki, bürokrasinin aygıtı yenilgiden sonra eski pozisyonundan 180 derece çark ederek zeytinyağı gibi üste çıkmıştır. Ama bu onu tarih önünde sorumluluktan kurtaramaz.

Sovyet devletinin Üçüncü Dünya ülkelerine ilişkin politikası

Sovyet bürokrasisinin Şili’de Halk Birliği hükümetine ilişkin politikasını kavrayabilmek için önce 1960’lı yılların sonuna gelindiğinde Üçüncü Dünya konusunda genel politikasının ne olduğunu kısaca hatırlamak gerekiyor. Bilindiği gibi, Stalin’in 1953’te ölümünden sonra başa geçen ve 20. Kongre’de “destalinizasyon” denen politikayı başlatan Hruşçof, daha sonra 1964’te Brejnev-Kosigin ikilisi tarafından iktidardan indirilmişti. Aralarında başka alanlarda epey bir politika farkı olmasına rağmen iki ekibin Üçüncü Dünya’ya, yani yoksul, çoğu eski sömürge olan Latin Amerika, Asya ve Afrika ülkelerine ilişkin politikalarında sabit kalan birkaç nokta vardı.

Birincisi, sosyalist devrim bu ülkelerin hiçbirinde söz konusu olamazdı. Bu ülkelerin önündeki evre henüz feodalizm ve emperyalizmle mücadele ile tanımlanıyordu. Bu mücadelede ise işçi sınıfının ve dolayısıyla komünist partilerin öncülüğü değil, “ulusal burjuvazi”nin önderliğinde bütün yurtsever, anti-emperyalist, anti-feodal sınıfların birliği aranmalıydı.

İkincisi, mücadele yer yer radikalleşirse, mesela 1950’li yıllarda Mısır’da, 1960’lı yıllarda ise Cezayir’de olduğu gibi dünya düzenine kafa tutan bir rejim kurulur, emperyalist sermayenin ve sömürgeci işgalcilerin varlıkları kamulaştırılmaya başlanırsa, yine sosyalizm gündeme gelmemeliydi. Bu yüzden Sovyet bürokrasisi “kapitalist olmayan yol” adını taşıyan bir geçiş toplumu modeli icat edecekti. Ama burada da işçi sınıfı ve komünistler öncülüğü ele almıyordu.

Üçüncüsü, yeni topluma geçiş için yuvarlak ve belirsiz bir “barışçı yol” öneriliyordu. Büyük halk kitlelerini etrafında toplayan bir ittifak kurulabildiği takdirde bu ittifakın var olan düzenin meşruiyetini olduğu gibi kabul etmesi ve yeni toplumu şiddete hiç başvurmadan kurması ilke olarak benimseniyordu. Burada aslında bir gerilim vardı: Madem sosyalizm söz konusu değildi, “barışçı geçiş” nereye geçiş olacaktı? Gerilim Şili’de başından sonuna kadar hissedilecektir. Allende lideri olduğu Sosyalist Parti’nin (Ps) sağ kanadında olduğu halde, Halk Birliği hükümetinin “sosyalist bir hükümet” olduğunu ve amacının “sosyalizmin inşası” olduğunu sık sık tekrarlıyordu. Sosyalist Parti’nin Genel Sekreteri Carlos Altamirano’nun önderi olduğu Ps’nin sol kanadı ve üçüncü büyük güç olan Hıristiyan Demokrasi’den kopma MAPU da bu yönelişe sahipti. Aslında büyük bileşenler arasında bir tek Şili Komünist Partisi (Pcch) “sosyalizm”i ağzına almıyordu. Sovyet bürokrasisinin temsilcileri ancak belirli istisnai anlarda sosyalizmin sözünü ediyordu. Onlar için Şili deneyimi, anti-emperyalist, anti-feodal, büyük toprak sahipleri karşıtı gibi sıfatlarla anılmalıydı. Oysa gördük ki Halk Birliği’nin ekonomi politikası planlı bir sanayi üzerinde yükselen kendi ayakları üzerine basan bir ekonomiyi amaçlıyordu. Olsa olsa sosyalizme giden bir yöne işaret ediyordu. Bu, aslında, Sovyet bürokrasisinin emperyalist kapitalizmle ilişkilerin gerilmesinden daima kaçma stratejisinin güncel biçimiydi.

Dördüncüsü, bu dürtü Allende başkanlığa seçildiğinde en üst düzeye çıkmıştı. 1970 yılı aynı zamanda Sovyetler’in “detant” ya da yumuşama denen politikaya angaje olduğu yıldır. Amaç emperyalist ülkelerle ve en başta ABD ile gerilimleri asgari düzeye indirmek, bu sayede o ülkelerle işbirliği yoluyla Sovyet ekonomisini etkin hale getirebilmek, silahlanma yarışının ekonomik yükünü bir nebze azaltmak ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda oluşan uluslararası sınırları güvenceye alabilmekti. Bu politika Sovyet devletinin emperyalizm karşısındaki manevra kabiliyetini ciddi şekilde sınırlıyor, aradaki ilişkilerin bozulmasının önüne geçmek asli bir dürtü haline geliyordu. “Detant” politikasının SSCB’nin 1972 ortalarından itibaren Şili ile ilişkisinde çok ciddi bir ayakbağı olduğunu aşağıda göreceğiz. Ekleyelim ki, “detant” politikası en önemli meyvesini 1975’te yapılan Helsinki Senedi ile vermiştir. Ama bu bizim konumuzun sadece dış koşullarını belirliyor.

Sovyet devleti ve Latin Amerika

Üçüncü Dünya’yı oluşturan üç kıta arasında Latin Amerika, Sovyet dış politikası açısından 1950’li yılların sonuna kadar hep Amerika’nın “arka bahçesi” olarak görülmüştür. Bu durumu değiştiren Küba devrimidir (1958-59). Devrimin 1961’de Küba’nın sosyalist bir yola girmiş olduğunu ilan etmesi Amerika ile ilişkileri bütünüyle koparmıştır. SSCB Latin Amerika’da Amerikan hâkimiyetine meydan okuyan bir politikaya ilk kez bu aşamada dönmüş, Küba’ya nükleer başlık taşıyan füzeler yerleştirmiştir. Bu keşfedilince 1962’de ünlü “füze krizi” yaşanmış, SSCB nükleer füzelerini çekmek zorunda kalmıştır. Küba’ya hiç danışmadan. Daha önce de yazdık, Fidel’in bu yüzden Hruşçov hakkında kullandığı “hijo de puta” deyiminin anlamını okurumuz Google translate İspanyolca-Türkçe çevirisi yoluyla bulabilir.

Bu deneyim sonrasında Küba Che’nin yönetiminde Latin Amerika çapında (aslında bir aşamada Afrika’ya da taşan) yoğun bir devrimci faaliyete girişmiştir. Bu da Sovyet bürokrasisinin ve ona bağlı “Komünist” Partilerin ciddi tepkisini çekecektir. Ardı ardına kurulan Tricontinental (neredeyse bir Enternasyonal) ve OLAS (Latin Amerika devrimi için bir çerçeve) meseleyi bir stratejik mücadele konusu haline getirecektir. Che’nin 1967’de Bolivya’da hayatını yitirmesi ve Küba’nın Sovyetler’in ekonomik desteğine muhtaç olması Fidel’in geri adım atmasına yol açacaktır. Ama barışçı geçiş stratejisi karşısında silahlı mücadele alternatifi 1971-72’ye kadar, hatta daha da öteye zaman zaman gündeme gelecektir.

İşte Allende’nin 1970 seçim zaferi bu bağlam içinde ortaya çıkmış çok önemli bir olaydır. Sovyet bürokrasisi bunu kendi barışçı geçiş stratejisinin bir zaferi olarak görmüş ve bir süre boyunca “detant”a ve Latin Amerika’nın ABD tarafından kendi kapalı av alanı olarak görülmesine rağmen Halk Birliği hükümeti ile iyi ilişkiler kurmuştur. Hatta Halk Birliği hükümetinin başarılı kamulaştırma girişimleri, toprak reformu ve benzeri diğer önlemleri yanı sıra Küba’yı tanıması ve bağlantısızlara katılması da Şili hükümetine gittikçe artan ölçüde destek vermesine yol açmıştır. 1970’ten 1972 Ocak ayına kadar bu destek artan oranda devam edecektir.

Öykünün bundan sonrasını anlatmadan önce şu noktayı vurgulamalıyız: Sovyet temsilcileri ve ideologları Şili’nin “barışçı geçiş” stratejisini tamamen kendi görüşlerinin doğrulanması olarak görmüşler ve zaman zaman tehlikelere karşı Allende hükümetini uyarmanın dışında barışçı stratejiye hiçbir ilkesel eleştiri yapmamışlardır. Sovyet partisi sözcülerinin ve ideologlarının Pinochet darbesinden sonra benimsediği tavrı aşağıda ele aldığımızda bunun mutlaka hatırlanması gerekiyor.

Halk Birliği’ne desteğin azalması ve sönümlenmesi

Ocak 1972’de üst düzey bir Sovyet heyetinin Şili’yi ziyareti vesilesiyle doruğuna çıkan SSCB-Halk Birliği yakınlığı 1972 yılı içinde adım adım gerilemiş, 1972 Aralık ayında ilişkiler neredeyse krize girmiştir. 1973’te ise SSCB artık bir ölçüde seyirci konumundadır. Halk Birliği’nin zaferle çıktığı Mart 1973 seçimlerinin ertesinde yakınlık alevi son bir defa kısacık bir an parlamış ve sonra yeniden düşüşe geçmiştir.

Sovyet devleti ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Halk Birliği’ne verdiği desteği neden kesmiştir? Bizim incelediğimiz ana kaynak (yazının sonunda kaynağı vereceğiz) destekteki gerilemeyi şu faktörlere bağlamaktadır:

  • Ocak ayında Sovyetler ile Halk Birliği ilişkilerinin doruğuna çıkmasından hemen sonra, Şubat 1972’de ABD Başkanı Richard Nixon önemli bir beyanat vererek “detant” önemli olmakla birlikte her iki tarafın da (ABD ve SSCB) değer verdiği ülke grupları olduğunu, bunlardan ABD’ye yakın birinin koparılmaya çalışılması halinde ABD-Sovyet ilişkisinin zora gireceğini vurgulamıştır.
  • Nixon Mayıs 1972’de Moskova’ya başarılı bir ziyaret yapmış, bu da Sovyet devletinin çok önem verdiği “detant”ın artık olgunlaşmaya başladığına dair bir işaret olmuştur.
  • Şili’nin ekonomik durumunda bir bozulma yaşanmaya başlamış, özellikle işçi-emekçi kitlelerinin gelirinin hızla artması dolayısıyla enflasyonist baskı fiyatlarda hızlı bir artışa yol açmıştır. Sovyet bürokrasisi bu durumun Şili’de geleceğe umutla bakılmasına izin vermediği kanısına varmış olmalıdır.
  • Bundan daha da ciddisi, Ekim 1972’de yaşanan kamyoncular grevidir. Aslında bu grev, daha önce de belirttiğimiz gibi bir küçük burjuva grevine dönüşmüştür. Birçok kesim kamyonculara katılmıştır. Orta sınıfların burjuvazinin yanında yer alması anlamına gelen bu sert greve karşı işçi sınıfının “sanayi kuşakları”nı güçlendirmesi ve öz savunma eğilimleri göstermesi, “tedarik ve fiyat komiteleri”nin pıtrak gibi çoğalması, belediyeler ölçeğinde halkın yeni örgütlenmeler yaratması, durumu bir iç savaşa gidiş görünümüne sokmuştur. Bu, Şili Komünist Partisi’nin (Pcch) ve onun ardında Sovyet bürokrasisinin hep karşısına çıktığı, “aşırıcılık” olarak gördüğü bir duruma işaret etmektedir.
  • Allende, ABD’nin, kamyoncular grevinde, bakır şirketleri ve ITT telekomünikasyon şirketinin çıkarlarını savunmakta, muhalefeti parasal desteğe boğarak Şili’yi istikrarsızlaştırma çabası karşısında nihayet sesini yükseltmiş, Eylül’de Birleşmiş Milletler’de açıkça ABD’yi suçlayan bir konuşma yapmış, Meksika ve Peru gibi göreli olarak daha ilerici Latin Amerika ülkelerini ve bağlantısızlar grubunda büyük ağırlığı olan Cezayir’i ziyaret ederek aynı mesajı vermiştir. “İçişlerine karışma”, ikiyüzlülüğün tapınağı olan diplomasi dünyasında hep var olan ama ağır suçlama konusu da olan bir iddia olduğundan bu ABD’yi çok rahatsız etmiş, Amerikan devleti açıklamalar yaparak iddiaları reddetmiştir. Bu gelişmenin SSCB’yi huzursuzlandıracağı açıktır. Zira kendisinin bir müttefiki ABD’ye açık bir politik taarruzda bulunarak ABD-SSCB ilişkisini zora sokmaktadır.

Bütün bunların üzerine Aralık aynıda Allende Moskova’yı ziyaret ettiğinde Sovyet devleti en ufak bir yardım, kredi, destek sözü vermeyince Allende geziyi yarıda keseceği tehdidini yapmış, Sovyetler bunun üzerine biraz yumuşamakla birlikte gezi sonunda durum yine değişmemiştir. (Yazının başındaki fotoğrafa şimdi bir kez daha bakmanız tavsiye edilir.) 1973 yılına bu yaklaşım damga vuracaktır. Darbe tehlikesi yükselirken Halk Birliği kendini giderek yalnızlaşmış bulacaktır. “Detant” ise her geçen gün yoluna girmektedir.

Barışçı geçiş çökünce Sovyet devleti ne yaptı?

Şimdi hikâyenin en acıklı yakına geliyoruz. Yazının başından beri barışçı geçiş anti-Marksist stratejisinin bir Sovyet buluşu olduğunu vurguluyoruz. Allende yönetiminin bir askerî darbe yoluyla devrilmesi ve başkanın kendisi dâhil binlerce, on binlerce işçi sınıfı militanı ile emekçinin hayatını yitirmesi, zorla kaybedilmesi, işkence görmesi, uzun yıllar hapis yatması Sovyet ideologlarının Marksizmin ve Leninizmin en temel ilkelerine aykırı olan bu stratejisinin ürünüdür. Elbette bunu amaçladılar demiyoruz. Sınıf toplumunun doğasına bu kadar aykırı bir strateji kaçınılmaz olarak yenilgiye götürecektir diyoruz.

Peki, Sovyet devleti ve partisi yenilgiden sonra ne yaptı? Vurgulanması gereken ilk nokta şudur: Fidel ve (Yugoslavya lideri) Tito, bu darbeden ABD’nin sorumlu olduğuna dair derhal açıklamalar yaparken Sovyet devleti 1974 ortalarına kadar bu konuda susacaktır. “Detant” bozulmamalıdır.  İsrail ile Arap devletleri arasında yaşanan ve Şili darbesinin hemen ardından gelen 1973 Yom Kippur ya da Ramazan savaşı iki tarafın arasını yeterince açmıştır. SSCB bir süre boyunca ABD ile ilişkisinin onarılması işiyle meşgul olacaktır.

Bunun yanı sıra, Sovyet devleti, partisi ve ideologları müthiş bir şey yapmış ve sanki barışçı geçiş stratejisinin esas sorumlusu kendileri değilmiş ve Halk Birliği’nin üç yılı boyunca kendileri barışçılık, düzene uyma, tedrici ilerleme dersleri vermemiş gibi Halk Birliği’ni ve Allende’yi stratejik ve taktik ağır hatalar yapmakla suçlamışlardır.

Sovyetler’in Halk Birliği’ne yönelttiği eleştirileri ve bu eleştirilerin ne kadar büyük bir ikiyüzlülük içerdiğini adım adım görelim:

  • Sovyet eleştirisine göre “barışçı geçiş” stratejisi yanlış değildir, uygulamada büyük, “inanılmaz” yanlışlar yapılmıştır. Nedir bu yanlışlar?
  • Barışçı geçiş stratejisi uygulanırken kazanımların korunması için belirli bir anda şiddet kullanılması gerekebilir, o zaman kullanılmalıdır. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin en büyük ideoloji uzmanı olarak sunulan Boris Ponomarev Halk Birliği henüz baştayken, yaşanmakta olan süreci “silahlı mücadele olmaksızın devrimi zafere taşıma” konusunda istisnai bir fırsat olarak nitelemişti. Ayrıca, “barışçı geçiş” stratejisinin bir aşamasında şiddet uygulanabileceğini söylemek buna strateji demeyi anlamsız kılar. Bir aşamada şiddet uygulanacaksa, bu, stratejinin “barışçı” olmadığını, belirli bir uğrakta, başlangıçta burjuvazinin düzeninin sağladığı seçim olanaklarının taktik olarak kullanılması ile avantajlı duruma geçebilecek halk güçlerinin yeri geldiğinde bu avantajı kalıcı hale getirmek için meşruiyet dışına çıkmasına, şiddet kullanmasına dayanan bir başka stratejiden söz ettiğimizi gösterir bu çerçeve.
  • Aynı büyük ideolog Ponomarev, darbe sonrası muhasebe yapılırken, durum gerektirdiği takdirde işçi-emekçi kitlelerin şiddet kullanabilmesi için sözde kalmayan, fiili hazırlık gerektiğini ileri sürmektedir. Partinin veya devletin başka sözcüleri ise daha da açık ifadelerle bu amaçla işçi milisleri ve sosyalist ve komünist silahlı mücadele birlikleri kurulmasının gerektiğini ifade etmiştir. Oysa Sovyet sözcüleri, bu tür öz savunma faaliyetlerine ve silahlanmaya önem veren, silahlı kuvvetlerin tabanında dahi bu yolda faaliyet gösteren Mir’i daha sürecin en başından itibaren hedef almış, onu “iradecilik” ve “öznelcilik” sapmalarıyla suçlamıştır. Bunun da ötesinde Halk Birliği içinde Sovyet tipi “sanayi kuşakları” örgütlenmelerinin ve bunun merkezinde olduğu “halk iktidarı” perspektifinin, yani işçilerin öz faaliyeti ile iktidara yönelmesinin en fazla karşısında yer alan kuruluş Şili Komünist Partisi’dir (Pcch).
  • Darbe sonrasındaki muhasebe sırasında, Sovyet devlet ve parti sözcülerinden Allende ve Pcch’nin askerî darbe tehdidini kavrayamamasını “inanılmaz” olarak niteleyen bile olmuştur. Oysa Sovyet sözcüleri başından itibaren Şili ordusunun “meşruiyetçi” geleneğine büyük önem atfetmiş, daima silahlı kuvvetlerin merkezî güçlerinin darbe karşıtı olduğunu, hatta Allende politikalarına taraftar olduğunu ileri sürmüştür. Generaller hükümete davet edilip bakanlık görevi verildiğinde bunu memnuniyetle karşılamıştır. 29 Haziran’da, yani 11 Eylül darbesinden sadece iki buçuk ay önce, akamete uğrayan Tancazo diye anılan darbenin genelkurmay tarafından durdurulmasını “işte merkezî güçler darbeye karşı” çığlıklarıyla karşılamıştır. Şimdi aynı devlet ve partinin Allende’ye orduya inandığı için yüklenmesi tam bir düşünsel sahtekârlıktır.
  • Bütün bunların üzerine Sovyet ideologları bir de böyle süreçlerde Komünist Parti’nin hegemonyasının gerekli olduğunu eklemişlerdir. Bu ilk bakışta diğerlerinden daha az önemli görünebilir. Okurumuz aldanmasın. Başta Latin Amerika olmak üzere, bütün Üçüncü Dünya ülkelerinde devrimci süreçlerin “çoklu sınıf yapısı” ve işçi sınıfının önderliğinde olmaması gerektiği Sovyet stratejisinin tam anlamıyla sabit bir temelidir. Komünist Parti hegemonyası da bu yüzden hep reddedilmiştir. Şimdi bu söylenerek geçmişte, sadece barışçı geçiş için değil her türlü durum için ileri sürülmüş olan koşul sessizce ortadan kaldırılmaktadır!

Sovyet bürokrasisinin 1973 yenilgisinden sonra saptığı yol, suçu kendi üzerinden atabilmek için yüz kızartıcı bir ikiyüzlülüktür.

Dibe doğru yarış

Daha da yüz kızartıcı bir şey yapılabilir miydi?

Okurumuza 1970’li yıllarda Sovyet yanlısı partiler ile Maocu parti ve gruplar arasındaki karşılıklı suçlamaları hatırlatalım bir an bu soruya cevap vermek için.

Maocular Sovyetler Birliği’ne “sosyal emperyalizm” diye saldırmakla yetinmez bir de SSCB taraftarlarına “sosyal faşist” derlerdi. SSCB yanlıları ise onlara “Maocu bozkurtlar” diyerek iade-i hakarette bulunurlardı.

Karşılıklı “faşizm” suçlamasından daha ağır bir şey olamaz elbette. Bunun bir kaynağı var mıdır?

Belki de vardır. Belki de bu kaynak şu iki olgudur.

Şili’de Pinochet iktidarı alınca Çin Komünist Partisi Pinochet rejimini destekledi. Maoculuk için daha yüz kızartıcı bir suç düşünmek zor.

Peki karşı tarafın suçu ne olabilir? Şaka gibi olacak ama Pinochet’den üç yıl sonra 1976’da Arjantin’de Videla’dan Galtieri’ye uzanan bir dizi generalin darbe rejimi yönetime el koyduğunda bu sefer Sovyetler Birliği Komünist Partisi Arjantin Komünist Partisi’ne SSCB için çok önemli bir ekonomik ilişki olan Arjantin’deki katil rejimi desteklemesi talimatını verdi.

20. yüzyılın komünist hareketinin yozlaşması buralara ve başka örneklerde başka alçaklıklara kadar uzanınca çökmesine şaşırmak doğru mu diye sormadan edemiyor insan. Devrimci Marksizm, Bolşevik Marksizm bir gün mutlaka ayağa kalkacaktır. Bu alçaklık asla.

Kaynak

Bu yazı Sovyetler Birliği’nin bürokratik yozlaşmaya uğramasından sonra dünya politikasında oynadığı rol konusunda genel bilginin yanı sıra Sovyet devleti ve partisinin Allende döneminde Halk Birliği üzerine geliştirdiği politikaları çok geniş bir araştırma temelinde ele alan, Sovyet kaynaklarını inanılmaz bir ayrıntıyla sergileyen bir kitaptan yararlanılarak yazılmıştır. Kitabın bibliyografik bilgisi şöyledir: Isabel Turrent, La Unión Soviética en América Latina. El Caso de la Unidad Popular Chilena 1970-1973, Meksiko: El Colegio de México, 1984.