Hikmet Kıvılcımlı’nın ölümünün 40. yılı
Türkiye’de sol hareketin ayrıksı şahsiyetlerinden Hikmet Kıvılcımlı, bundan tam 40 yıl önce, 11 Ekim 1971 günü, o dönemde Yugoslavya adını taşıyan ülkenin başkenti olan Belgrad’da hayatını yitirmişti. Belgrad’da ölmesinin nedeni, hayatının 70 yaşına merdiven dayamış olduğu bir aşamasında 12 Mart askeri rejiminden kaçmak zorunda kalmasıydı. Ölümünün 40. yılında, kendisini partimizin literatüründe daha evvel yayınlanmış bir yazıdan pasajlar yayınlayarak anıyoruz. Aşağıdaki pasajlar, Nail Satlıgan’ın Devrimci Marksizm dergisinin Kasım 2006 tarihini taşıyan 2. sayısındaki “”TKP, Mihri Belli, Hikmet Kıvıcımlı” başlıklı (bir konuşmanın kaydı olan) bir yazısından alınmıştır.
Hikmet Kıvılcımlı, 1960’lı yıllardan bahsediyoruz, ama daha öncesiyle ve sonrasıyla, Türkiye Marksist hareketinin ortaya çıkardığı en özgün düşünür denebilir. Zor tarafları var. Kendine özgü bir üslubu var. Cryptique, şifreli, çözülmesi zor. Okuması zor bir üslup. Garip deyimler filan kullanır. Ama o deyimlerin bir kısmının sonra batı dillerinden bire bir yapılmış çeviri ya da yanlış yapılmış çeviri olduğunu görürsünüz. Zamanla biraz buna alışmak mümkün olabilir.
Birincisi, özgün olması. Özgün olmak derken şunu kastediyorum. Birinci olarak, dünya tarihi çapında, tarihî maddecilik çapında birtakım katkılar yapmaya çalışmış bir insan. Bu tarih tezi denilen görüşleriyle ilgili. Tarih tezi kısaca şu demektir: Tarih devrimler yoluyla ilerler ama bu ilerlemede sosyal devrim denen üretim tarzı değişiklikleriyle, tarihsel devrim ya da “tarihcil” devrim denen üretim tarzı değişikliklerini ayırt etmek gerekir. Sosyal devrim, burjuvazinin feodaliteye karşı devrimi, proletaryanın burjuvaziye karşı devrimi, bunlar örgütlü bilinçli çabalarla olur. Toplum çöküşe uğramaz yani iki taraf birden ortadan kalkmaz. Ama diyelim ki köleci toplumdan, feodal topluma geçiş öyle olmaz. Toplumun her iki kanadının da helak olmasıyla sonuçlanır. Neyse sonuç olarak bu doğrudur, yanlıştır, tarihî materyalizm düzeyinde dünya–tarihsel bir açıklama çabası. Yeni bir şey. Bu özgünlüğünü gösteriyor.
İkinci olarak. Türkiye tarihine eğilen, Osmanlıyı teorileştirmeye çalışan bir tarafı var. Orada fanteziler falan çoktur ama benim açımdan önemli olan şu: Hikmet Kıvılcımlı 60’lı yılların son dönemine kadar pek kimsenin tanımadığı, bilmediği, fazla itibar etmediği, herkesin saygı duyduğu, 20 sene hapiste yatmış, TKP’li, poliste hiç konuşmamış, çok kitabı var, çok kültürlü filan diye bildiği, saygı duyduğu ama örgütsel anlamda izleyicisi pek olmayan bir insandı. 60’lı yılların sonlarına doğru çok kitleselleşen MDD hareketinin ikiye bölünmesinin yarattığı hayal kırıklığı içinde, Hikmet Kıvılcımlı yeniden keşfedilmeye başladı. Benim açımdan önemli olan Türkiye’de finans–kapital tahlilidir. Şimdi bu tahlilin önemi ne? Marksizmin çok temel metodolojik ilkelerinden biri olan eşitsiz ve birleşik gelişme yasasının Türkiye tarihine ilk uygulamasıdır denebilir.
Bu milli demokratik devrim görüşü oldukça ilkel bir görüştü. Şöyle ki: Türkiye emperyalizmin sömürüsü altında bağımsızlığını yitirmiş bir ülkedir, dolayısıyla Türkiye’de kapitalizm az gelişmiştir, Türkiye’de burjuvazi çok büyük oranda iş birlikçi, komprador bir burjuvazidir, bir de milli burjuvazi vardır ve onlarla milli demokratik devrim aşamasında ittifak yapacağız. Emperyalizme bağımlı olmakla, az gelişmiş olmakla Türkiye’de kapitalizmin ortaya çıkardığı bütün toplumsal biçimlerin de geri olması gerektiği noktasında bir anlayış var. Ama Hikmet Kıvılcımlı şunu söylüyor: Türkiye’de meşrutiyetten beri ya da — meşrutiyetle tam ilgili değil tabi — XIX.yüzyılın sonlarından itibaren kapitalizm vardır, bu kapitalizm tekelcidir, yani finans–kapitaldir; çünkü finans–kapitalin Leninist anlamdaki içeriği şudur, biliyorsunuz: sanayi sermayesinin banka sermayesiyle birleşmesi, iç içe geçmesi.
Bu şu demek oluyor: ileri kapitalist ülkelerde kendi kapitalist evrimlerinin tarihlerinin oldukça ileri, geç bir aşamasında ortaya çıkan biçimlerin (finans–kapital gibi, tekelleşme gibi) Türkiye’de daha baştan, dolayısıyla erken bir aşamada ortaya çıkması. Bu ne demek oluyor? Eşitsiz ve birleşik gelişme yasası, yani kapitalizmin her zaman ve her yerde görece ileri biçimlerle, görece geri biçimleri yan yana ve organik bir bütünlük içinde içinde barındırması. Bu görüşün Türkiye topraklarına, Türkiye kapitalizmine benim tanık olduğum ilk uygulaması budur: Türkiye’de finans–kapital egemenliği... Buradan şu sonuç çıkıyor tabi: Türkiye, kapitalizminin olgunluk düzeyi itibarıyla, çok ileri, milli kurtuluş savaşı, anti–feodal savaş, insanların yurttaşlık statüsüne kavuşturulması gibi şeylerle sınırlı olmayan ileri mücadele biçimlerine açıktır.
Bu Hikmet Kıvılcımlı’nın önemli bir özgünlüğü.Yalnız biyografi yazarlarını ilgilendiren bir özelliği var. Hikmet Kıvılcımlı baştan sonuna kadar bu görüşleri savunmuş değil. Bu esas olarak otuzlarda, kırklarda ortaya attığı, daha sonra zaman zaman geri geldiği bir tahlil. Arada, Türkiye gibi bir ülkede ordunun ilerici kanadıyla müdahale etmek, radikal bir müdahale hazırlamak gibi görüşlerden uzak değil. Bunlar iktidarı isteyen insanlar: “ikinci Kuvayımilliye”, “ikinci Kurtuluş Savaşı”, orduyu etkileme, dolayısıyla Millî Birlik Komitesine yazılan mektuplar vs. — bunlar Hikmet Kıvılcımlı’da var. Ama bir taraftan da 1930’lara dayanan bu finans–kapital tahlili de var. (Dinleyicilerden biri “Demokratik devrim yaklaşımı da var, değil mi?” diye soruluyor). Demokratik devrim onun çok sevdiği bir deyim değil ama demokratik devrim o zaman öyle büyük bir hegemonya kurmuş ki yok, demokratik devrim değil, sosyalist devrim, demiyor. Ama demokratik devrimin Mihri Belli tarafından anlatılışıyla dalga geçiyor. Diyor ki mesela: Biz önce bir tepeye tırmanacağız, bağımsızlık tepesi, sonra sosyalizm tepesine doğru devam edeceğiz. Buna alpinizm diyor. Alpinizm, biliyorsunuz, Alp Dağları’ndan gelir, dağa tırmanmak, dağcılık demektir. Böyle dalga geçer. Yani demokratik devrim onun sevdiği bir deyim değil.
Şimdi, ‘30lar, finans–kapital, dedim; bir şeyi de yine hakkını vermek için söylemek lazım. Ama orada da yine dalgalanmalar var. 1930’larda çok önemli bire yapıt kaleme alıyor.Bu Yol dizisidir: Türkiye’de burjuvazinin tahlili, Türkiye’de işçi sınıfının tahlili, Türkiye’de küçük burjuvazinin tahlili vs. — diyelim ki bir programatik yönelişe temel teşkil edecek teorik çalışmalar. Bu Yol dizisinin bir kitabı İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark) adını taşır; Kürtlerden bahseder. Kürtlerin, Türkiye Kürtlerinin Türkiye’deki bir devrim stratejisi açısından değerlendirildiği ilk kaynaktır. Ve enteresandır, Mihri Belli mesela 1960’larda marksist açıdan Stalin’e dayanarak Kürtlerin millet değil, halk olduğunu söylüyor. Burada ise İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark). Bu önemli bir şey.
Ben burada keseyim şimdilik. TKP Mihri Belli’nin şahsiyetinde temsil ediliyordu. Bir de Hikmet Kıvılcımlı diye önemli bir insan vardı. İki cümle daha: Ben şuna da inanıyorum. 1930’larda “halk cephesi” yükselişteyken, her yerde halk cephesi geçer akçeyken, Sovyetler Birliği eliyle, Dimitrov yılları filan, Türkiye Komünist Partisinin kendi kendini tasfiye etmesi diye bir şey var. Bu Vedat Türkali’nin romanlarında anlatılır: desantralizasyon kararı. Desantralizasyon ne anlama geliyor? Yani Moskova “santral”i ile olan ilişkilerin koparılması. Siz kendi başınıza burada demokratik, ilerici, anti–faşist, kültürel çalışmalar yapın. Böyle bir karar. Bu kararların alındığı çok ülke var. Bir, Yalçın Küçük bahseder, Mısır. İkincisi, Amerika, Amerikan Komünist partisi. Daha da vardır, ben bilmiyorum. O sırada TKP’de muhalefet arttı: Hikmet Kıvılcımlı ve Nâzım Hikmet. Bunlar bu halk cephesine, partinin kendini tasfiye etmesine karşı çıkıyolar, Troçkist diye damgalanıyorlar. Hikmet Kıvılcımlı’nın hayatında sonuna kadar. Nâzım Hikmet barışıyor, kendini affettiriyor Moskova’ya. Hikmet Kıvılcımlı onu da yapamıyor; çünkü haberi yok. Şimdi bu çok trajik bir şeydir. Arnavutluk’a geçmek ister. Arnavutluk sınırında, bir taraftan kan işemektedir, prostat kanseri, terminal bir safhası. 12 Mart sonrası günler. Hikmet Kıvılcımlı’yı almazlar. Sonra Yugoslavya’ya döner. Sonra Yugoslavya’da ölür. Yugoslavya tabi “komünist” nüfuz alanı dışında bir ülke. Muhtemelen Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı TKP içinde bir sol muhalefeti temsil etmişlerdir. Sonra uzun yıllar bunlara Troçkist denmiştir. Troçkizmle bağlarının ne kadar olduğunu bilecek durumda değiliz. Ama Hikmet Kıvılcımlı’nın finans–kapital tahlili, aşamalı devrim, demokratik devrim görüşüne olan mesafesini göz önünde tuttuğumuzda bu ihtimalin kuvvetli olabileceğini söylemek gerekir.