Taraf’ta tasfiye: Taşeronluk sözleşmesinin sonu!

Altan ve ekibinin Taraf’taki misyonu, dolayısıyla Taraf’ın misyonu bitmiş olabilir.  Bundan sonra ne yaparlar bilinmez, ancak bugüne kadarki sicilleri, bundan sonra da işçi sınıfı düşmanlığı, anti-komünistlik ve ağır ABD ve AB’cilik faaliyetlerine devam edeceklerini gösteriyor. Bizim de onları teşhire devam edeceğimizi!

Son yıllarda Türk basınına gerçekten “damgasını vuran” Taraf gazetesinin deyim yerindeyse  “amiral gemisi” unsurları Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Neşe Düzel tuhaf ve belirsiz bir biçimde gazeteden ayrıldı. Önce neden “damga vurduğunu” hatırlatalım.

Bilindiği gibi AKP’nin yüzde 46,58'lik oyla büyük başarı kazandığı 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sadece birkaç ay sonra yayın hayatına adım atan Taraf, başından beri, sadece son bir kaç aya kadar koşulsuz bir biçimde AKP’nin açık ve kesintisiz sözcüsü/militanı, ekonomiden, uluslararası diplomasiye, insan haklarından işçi sınıfına yönelik saldırılara kadar AKP’nin sermaye yanlısı politikalarını, net ve berrak bir biçimde liberal ve sol liberal sosla kamuoyuna sunmanın çok “renkli” bir aparatı, Chomsky’nin güzel kavramını kullanırsak, “rıza imâlat” kurumu olarak işlevini çok iyi yerine getiren bir organı oldu. Bu yönüyle AKP’nin iliştirilmiş gazetesi Yeni Şafak ve Pensilvanya Müftüsü Fethullah Efendi ve cemaatinin “iliştirilmiş” gazetesi Zaman’dan farklı olarak çok daha nitelikli, çok kültürlü, çok kimlikli, çok boyutlu bir okur kitlesini etkiledi. Taraf, aynı zamanda AKP ile yaşadığı çelişkileriyle birlikte ABD ve AB emperyalizmi başta olmak üzere uluslararası burjuvazinin güncel taleplerinin ve eğilimlerinin Türkiye kamuoyunda kabul görmesi için yürütülen halkla ilişkiler operasyonunun medya ayağının “ciddi” ve entelektüel bir parçası olmayı başardı. Taraf’ın ve özel olarak Ahmet Altan’ın bu “misyonu” ve duruşu, ana varoluş zemini Batı merkezci burjuva politikası ve felsefesi olduğu için ve Türkiye’nin kendine özgü çelişkileri nedeniyle zaman zaman politik şizofreni nöbetleri geçirmesine neden oluyordu. Aslında bu misyon; ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ile son derece uyumlu, emperyalizmin ve Türkiye burjuvazisinin güncel ihtiyaçlarının doğrudan uzantısı idi. (Bu arada geçmiş beş yıla bakın, Taraf’ın sayfalarının herhangi bir yerinde bir tek ABD ya da AB karşıtı haber bulamazsınız. ABD ve arkasındaki tekeller dünyayı kana bulamış, sadece Irak’ta 1,5 milyon kişi ölmüş, AB’de göçmen karşıtlığı, faşizm yükselişteymiş ne önemi var, haber değeri dahi yok!) Yani ülke içinde, artık yedeğe çekilmesi gereken “askeri vesayet rejimine” şimdilik son verilmesi, Kürt Hareketi’nin ne pahasına olursa olsun tasfiyesi ve yerine “ılımlı-işbirlikçi Kürt” alternatifini ikame etmek.

Bölgede ise Türkiye’yi Afganistan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da öngörülen gelişmeler paralelinde son dönemde Suriye’ye ve İran’a karşı savaşa hazırlamak, “İhvan” muadili AKP’nin “Türk-İslam sentezine” dayalı egemenliğini güçlendirmek ve Vahhabiliğin liderliğine soyunmak,  Arap devrimini her fırsatta “bahar” olarak lanse edip hafifletmek, kitlelerin gözünde değersizleştirmek. Bu anlamda Ahmet Altan ve ekibi AKP ve cemaat açısından gerçekten muazzam bir iş başardılar. Bu misyon o kadar iyi yerine getirildi, imaj yaratma ve manipülasyon öylesine başarılı oldu ki, ayrıldıktan sonra dahi Altan’ın en belirgin özelliği olan Kürt Hareketi düşmanlığının ayyuka çıkmış olmasına rağmen, Kürt basının öne çıkan kalemlerinden Veysi Sarısözen şu sözlerle selamladı:  “Zaman zaman kırıcı olma pahasına bu sonucun kaçınılmazlığı hakkında uyardığım bütün bu değerli insanların, Türkiye’nin demokrasi mücadelesine bundan sonra, asıl katkıyı yapacaklarını düşünüyorum.” (Bkz. 15 Aralık 2012 tarihli Özgür Gündem gazetesi) Üstelik sosyalist gelenekten gelen Sarısözen’e sormak gerekiyor: “Nedir bu insanları değerli kılan? Neymiş ve bundan sonra ne olabilirmiş bunların “demokrasi”ye katkıları?”

Alın size bu pek demokrat “değerli” Altan’dan iki eski “katkı”:

“Ordu ‘operasyonları’ durdurup barışa bir şans tanısa iyi olur ama dağlarda silahlı insanlar dolaşırken kimse orduya “operasyonları” durdurması için çok fazla baskı yapamaz... Uluslararası hukuka göre yeryüzündeki her devletin, dağlardaki silahlı insanlara karşı operasyon yapma hakkı var...” (30 Mayıs 2009 tarihli Taraf gazetesi)

“Peki, silahlar nasıl susacak?  Geçen gün İsmet Berkan da yazdı, “dağda silahlı adamlar gezerken” kalkıp da o devlete “silahları susturalım” dersen, inandırıcı olamazsın. Dünyadaki her devlet, toprakları içinde silahlı gruplara silahlı tepki verir.” (8 Mayıs 2009 tarihli Taraf gazetesi). (Vurgular bana ait-Ş.R.-)

Sarısözen’in düştüğü hataya aynı gazetenin bir başka yazarı Delil Karakoçan da şu sözlerle düşüyor: Altan ve Çongar’ın istifası bu anlamda önemlidir. Doğru, demokratça bir tutumdur. Bu tutum benzer çevrelerdeki sorgulamayı daha da hızlandıracaktır. AKP, kimliğini açığa vurup liberal ortayolcu entelektüellerden soğudukça, kopuş artacaktır. “Ayrışma”, “ayrılma”, “kopuş” devrimcidir.” ((Bkz. 15 Aralık 2012 tarihli Özgür Gündem gazetesi) Ona da cevabı eski sosyalist, şimdinin hızlı liberali Yasemin Çongar versin:

“(…)Bunun karşılığında, Reşadiye’de yedi askeri şehit ederken, sadece devleti değil milyonlarca insanı da yaraladığını ve kendi halkının umutlarına ihanet ettiğini anlamaktan aciz Kürt gerilla zihniyetini ve onun destekçilerini de, açılımdan “zıkkım” diye söz edip “bitti bitti” diye sevinç nidalarıyla ortalıkta gezinen Kürt siyasetçilerini de tanıyoruz.(…)” (Vurgular bana ait-Ş.R.-)

Aslında Karakoçan’ın bu sözleri Kürt hareketinin ezeli ve ebedi sorunu olan sağlı-sollu liberallerle yaşadığı hastalıklı ilişkinin, bir tür “platonik aşk”ın bir yansıması. “Demokrat” diye övülen “devrimci kopuş” yakıştırması yapılan Altan ve ekibi her fırsatta Kürt Hareketi’ni bitirmeye çalışan burjuvazinin özellikle 2009 yerel seçimlerinden sonra yapmaya çalıştığı şeyi medyada harfiyen yapanlar oysa. Yaptıkları ise tam olarak şu: bir yanda yasal parti ve temsilcilerini şahinler-güvercinler, yani onların dünyasındaki tam karşılığı ile söylemek gerekirse;  “İyi Kürt-Kötü Kürt”, hatta “Beyaz Kürt-Kara Kürt” olarak parçalayıp ayrıştırmak, “iyi”leri, yani “beyaz”ları muhatap almak, sistem içine çekmek, mümkünse herhangi bir aparat (maşa) olarak kullanmak.  “Kötü”leri ve “kara”ları ve elbette PKK’yi ise bütünüyle Kürt halkından koparıp tasfiye etmek, PKK’ye, hatta BDP’ye karşı liberal ve işbirlikçi Kürtleri pazarlamak! Üstüne bir de “PKK iki halkın düşmanıdır ve Ergenekon’un işbirlikçisidir” tezini sürmanşetlere varana dek her yolla işlemeye çalışmak.

Bu son ayrılık olayı ise Altan ve ekibinin AKP ile son süreçte Erdoğan’la yaşamakta olduğu şizofrenik durumun bir yansıması. Ayrılma nedeni olarak türlü rivayetler bulunmakla birlikte, bunun bir tür tasfiye olduğu açık. AKP ve Erdoğan’ın an azından şimdilik Altan ve ekibine ihtiyacı kalmadı. Zira Altan bir aşamadan sonra, “demokrasi kahramanı”ndan, “değişimin öncüsü”ne kadar envai çeşit övgüleri yetiştiremediği Erdoğan’a karşı son derece sert, bütünüyle kişisel çıkışlarıyla iktidar için rahatsızlık yaratmaya başlamıştı. Okurlarımıza Altan’ın Türkiye’nin ABD ve AB emperyalizminin güdümüne girmesinde, işçi sınıfına karşı neo-liberal taarruzun zafere ulaştırılmasında öncü olan Turgut Özal’a, ölümünden sonra “Bir Devrimciye Veda” başlıklı yazılar yazacak kadar hayran olduğunu hatırlatmak gerek ki o vıcık vıcık liberal, iktidar yağdanlığı çizgisini daha iyi kavrasınlar. Yani dün Özal, bugün (yakın zamana kadar) Erdoğan! Yarına kim olur artık, “Allah kerim!” Altan, Erdoğan ile girdiği polemiklerin ve yöneltmiş olduğu ağır eleştirilerin bedelini sadece “tazminat” davaları ile ödeyeceğinden emin bir halde, sonunda gazetesinden uzaklaştırılacak noktaya geleceğini tahmin etmemişti herhalde. Yine de ayrılma gerekçelerine ilişkin “romanıma dönüyorum” gibi hiç de inandırıcı olmayan sözler söyleyerek, gerçek nedene ilişkin bir tek imada dahi bulunmayarak, “ne olur ne olmaz kapıyı sert vurmayalım, yarın her şey olabilir” ihtiyatını ve hesapçılığını da elden bırakmamakta kararlı. Geçerken, Altan’a ve arkadaşlarına “cesur ve yürekli demokrat” muamelesi yapanların Kürtler ve sosyalistlere anında tutuklamalar reva görülüp, dava üstüne dava açılıp, ceza üstüne ceza verilirken neden sadece tazminat davaları ile yetindiğini sormak gerek. Altan’ı ve arkadaşlarını teselli etmek bize düşmez ama (!), kendilerine son dönemde AKP ve Erdoğan’ı eleştiren Yeni Şafak ve Zaman gazetesi yazarlarının bile işlerini kaybettiğini hatırlatalım! Yani kullanılıp bir kenara atılan sadece kendileri değil. Burjuva politikacıları bunu hep yapıyor.

Senelerce onca insanı enayi yerine koyup, AKP’yi, cemaati allayıp, pullayacaksınız, sosyalistlere, Kürtlerin temsilcilerine veryansın ederken onlara numune olsun diye bile bir tek satır eleştiri yapmayacaksınız, (aynı şekilde, ne tesadüf ki Zaman ve bu gruba bağlı diğer yayın organlarında da Taraf aleyhinde bir tek satır yazı çıkmamıştır!) Erdoğan ve AKP’nin “askeri vesayete son verme” masallarının pek bayıldığınız “demokrasi” için değil de, bugün artık tamamen biçimsel bir burjuva ilkesi olan  “kuvvetler ayrılığını” bile ortadan kaldıracak düzeyde hırsına, bütün kurgunun “Başkanlık rejimi”nin tesisi ve “cemaatçi polis-yargı vesayetinin tescili ve bekaası” için olduğunu görmezden geleceksiniz, onlar sizden vazgeçince bir de “demokrasi kahramanı” pozları keseceksiniz. Üstüne de bu berbat senaryoya da bizim inanmamızı bekleyeceksiniz. Başka?

Bir de şu meşhur “gazetecilikte devrim” efsanesi var. Cemaat ilişkilerinin gücünden gelen istihbari bilgilerin paylaşılması ne zamandır “gazetecilik devrimi” oldu.  Biz bu tarzı Uğur Mumcu’dan çok iyi biliyoruz. Mehmet Baransu’ya gelen valizler dolusu “istihbarat evrakı”nın (MİT’ten, MOSSAD’a, hatta CIA’ye kadar) kaynağını neden hâlâ kimse bilmiyor?  Sakın Fethullah’la ve onun dünyaya yayılmış yatırım gruplarının çevresindeki işadamlarının (yani sermaye çetelerinin) ilişkileri ile bir bağı olmasın?

Altan ve ekibinin Taraf’taki misyonu, dolayısıyla Taraf’ın misyonu bitmiş olabilir.  Bundan sonra ne yaparlar bilinmez, ancak bugüne kadarki sicilleri, bundan sonra da işçi sınıfı düşmanlığı, anti-komünistlik ve ağır ABD ve AB’cilik faaliyetlerine devam edeceklerini gösteriyor. Bizim de onları teşhire devam edeceğimizi!