Kızıl karanfiller devriminin 40. yılı
25 Nisan, Avrupa’nın öteki ucunda, Atlas Okyanusu’nun kıyısında bulunan Portekiz’de 1974 yılında başlayan ve 1975 yılında kesintiye uğrayana kadar derinleşerek devam eden bir devrimin 40. yıldönümü. Bir askeri darbe olarak başlayan, kısa süre içinde işçi sınıfının ve halk katmanlarının arasında yankısını bulan, alt kademe subayların yanı sıra erlerin de yoğunlukla katıldığı bir devrim söz konusu olan. Devrime o dönemde verilen ad, yani “Karanfil Devrimi” bile ordu ile halkın mücadelesinin iç içe geçmesini simgeliyor. 25 Nisan’da askerler yönetime el koyarken halkı ısrarla sokağa çıkmamaya çağırdıkları halde, on binlerce insan kendiliğinden sokağa çıkmış, ellerindeki kızıl karanfilleri askerlerin tüfeklerinin namlusuna ve üniformalarının yakalarına takarak yapılan müdahalenin yanında olduklarını ortaya koymuşlardı. Belli ki Portekiz bir halk devrimine hazırdı, askeri darbe tetikleyici bir rol oynamıştı.
1908 Hürriyet Devrimi’nin sosyalist versiyonu
1974 Portekiz devrimi, bazı bakımlardan bizim 1908 devrimini andırır. Enver ve Resneli Niyazi, yıllar boyunca Abdülhamid’in ordusunun subayları olarak Balkan dağlarında Makedon “komitacılar” (yani gerillalar) ile çarpıştıktan sonra silahlarını kendi devletlerine çevirir ve devrimci olurlar, kendileri dağa çıkarlar. Portekiz ordusunun subayları da yıllar boyunca Portekiz’in Afrika’daki sömürgelerinde, Angola’da, Mozambik’te, Gine ve Yeşil Burun’da Marksizmden esinlenmiş gerilla hareketlerine karşı kazanılamayan ve kazanılamayacak bir savaş verdikten sonra öfkelerini esas düşmana, kendi memleketlerindeki diktatörlüğe çevirmişlerdir. Portekiz, 1930’lu yıllarda faşizmin ve Nazizmin Avrupa kıtasındaki yükselişi sırasında bu vebanın eline düşmüş olan ülkelerden biri idi. Komşusu İspanya’da General Franco’nun kurduğu rejimden bile önce Antonio Salazar yönetiminde bir faşist rejimin sultasına girmişti. Estado Novo (Yeni Devlet) adı verilen faşist rejim, Salazar’ın 1968’de felç olmasından sonra bile yardımcılarından Marcelo Caetano liderliğinde sürdürülecektir. Rejimin kötü şöhretli istihbarat örgütü PİDE hâlâ muhalifleri işkencelerden geçirmekte ve katletmektedir. “Hür Dünya”nın Soğuk Savaş örgütü NATO bu diktatörlüğü bağrında tutmaktan hiçbir zaman rahatsız olmamıştır. İşte 1974 Portekiz devrimi, aynen 1908 devriminin Abdülhamid istibdadına son vermesi gibi, bu zalim rejime son vermiştir. Sadece bu bile tarihe son derecede olumlu bir atılım olarak geçmesine yeterdi.
Ama Portekiz devriminin olumlu işler hanesinde bir başkası daha vardır ki, 1908 devriminin önderleri, İttihat ve Terakki ve Enver Paşa, bunu yapamamıştır. Portekiz devrimi, tarihte az görülmüş bir hızla Portekiz’in sömürge imparatorluğunu tasfiye etmiştir. 1974-75 yıllarında devrim devam ederken Portekiz sadece Afrika’daki bütün sömürgelerinin bağımsızlığını tanımakla kalmamış, uzak Asya’daki Doğu Timor’a bile bağımsızlığını vermiştir. (Doğu Timor, ondan sonraki çeyrek yüzyılı Endonezya’nın sultasında geçirecek, uzun süren bir bağımsızlık savaşı ve Endonezya’da bir halk ayaklanması sonucunda ancak 1999’da sömürge olmaktan kurtulacaktır.) Bunun ne kadar zor bir şey olduğunu anlamak için, Portekiz’in sömürge imparatorluğunun asırla önce Amerika’nın keşfi ve Afrika’nın güney ucundaki Umut Burnu’nun dolaşılmasıyla Asya’ya geçiş döneminde başladığını, 400 yıl boyunca Portekiz’in ekonomisinin, siyasetinin, ulusal kültürünün bir parçası haline gelmiş olduğunu, devrimden sonra bir milyona yakın insanın (“retornados”, yani geri dönenler) yerleştikleri sömürgelerden metropole dönmek zorunda kaldığını (Portekiz’in nüfusu bugün bile 10 milyonun biraz üzerindedir) hatırlamak gerekir. Enver ve arkadaşları ise çokuluslu imparatorluğu devraldıkları sınırlar içinde korumaya çalıştıkları için her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar ve 1915’te Ermeni soykırımı ile bir devrimi canavarlığa dönüştürmeyi başarmışlardır! Dün 24 Nisan Ermeni soykırımının sembolik yıldönümü idi. Bugün 25 Nisan’da 40. yıldönümünü kutladığımız Portekiz devrimi, 24 Nisan’ın alternatifinin ne olduğunu gösteriyor bize: Leninist ulusların kendi kaderini tayin hakkı politikasının uygulanması!
Portekiz devrimi ordudan gelen her şeyi kötü, “sivil toplum”dan gelen her şeyi iyi gören burjuva demokratlığına da iyi bir derstir. Faşizmin Avrupa’daki son kalıntılarından biri olan bir rejim ordunun içinden başlayan bir hareket ile tarih sahnesinden silinmiştir. Peki, bu nasıl oluyor? Nasıl olduğunu bilmek, ordu konusunda ham hayaller besleyenlerin karşıt yönlü hatalarından da sakınmayı sağlayacaktır. Portekiz ordusu bir NATO ordusudur. Bütün varlığı onyıllar boyunca komünizme karşı “Hür Dünya”nın ABD öncülüğünde savunulmasına adanmış bir ordudur. Burada vatan savunması falan yoktur, uluslararası düzeyde sınıf savunması vardır. Böyle bir ordunun var olan burjuva rejimini yıkmasını, halkın sokaklara çıkmasının önünü açmasını, hele hele sömürge imparatorluğunu tasfiye etmeye girişmesini beklemek mümkün değildir. Nitekim Portekiz devrimi ordunun tüzel kişiliğini ve bütünlüğünü temsil eden komuta kademesi tarafından yapılmamıştır. 25 Nisan devrimini planlayan ve gerçekleştirenler, Silahlı Kuvvetler Hareketi (Portekizce baş harfleriyle MFA) adlı bir örgütü kurup hükümeti genelkurmaydan izinsiz deviren genç subaylardan oluşur. MFA, Caetano’nun karşı olduğu general Spinola’yı başa geçirmiştir. (Bu bakımdan durum, 27 Mayıs 1960 darbesinde iktidarı ele geçiren albayların Cemal Gürsel’i genelkurmay başkanı olarak benimsemesine benzer.) Ama Portekiz bir açıdan Türkiye’den farklı bir yola girmiştir: sürekli devrim yoludur bu!
Sürekli devrim
Aslında kökeni faşist olan, bir askeri diktatörlük karakteri taşıyan Caetano diktatörlüğüne karşı açılan bayrak olağan koşullarda yalnızca demokratik bir devlet biçimine geçişi gündeme getirirdi. 25 Nisan devrimi bunun ötesine geçti. Demokratik bir rejim arayışı içinde tek ve aynı devrimin dinamiği çerçevesinde kendini sosyalist bir iktidar sorununu tartışırken buldu! Bu, sürekli devrim eğiliminin birçok farklı koşullarda ortaya çıkabileceğini doğrulayan bir olay olmuştur. Demokratik bir devlet biçimine geçiş sorununun yolu, kapitalizmin toptan ortadan kalkması sorunu ile kesişmiştir. Bunun nedenini keşfetmek kolaydır. 20. yüzyılın bütün sürekli devrim süreçlerinde gündeme gelen sorun Portekiz devriminin de sorunu oldu: Burjuvazinin devrime hazır olmayışı, Portekiz’de işi işçi sınıfının ve müttefiklerinin eline bırakıyordu. Burjuvazi demokrasinin yanında yer almayı bile bir risk olarak gördüğü için, sürekli devrim gerekli hale geliyordu.
Portekiz devriminin ilk evresi olan ve iktidar sorununu bütün sınıfların önüne getirip koyan 25 Nisan darbesi, zaten bir kısmı olağanüstü derecede solcu olan genç subayları iktidara taşımıştı. Bunlardan Binbaşı Otelo Saraivo de Carvalho gibileri, Portekiz’in en güçlü partileri olan iki sol partiden de daha solda idi! Sosyalist Enternasyonal diye anılan uluslararası sosyal demokrat hareketin Portekiz temsilcisi Mario Soares önderliğindeki Sosyalist Parti ile bütün emirlerini Moskova’dan alan tipik bir Stalinist olan Alvaro Cunhal önderliğindeki Portekiz Komünist Partisi, sürekli devrimin programına iktidardaki subaylardan daha uzak duruyordu!
Ama devrimin dinamikleri bu subaylarla sınırlı değildi katiyen. Portekiz’in bütün emekçi sınıfları, onyıllardır üzerlerine örtülmüş olan ölü toprağı kalkar kalkmaz, çok daha ileri hedefler için mücadeleye hazır, sonuna kadar gitmeye kararlı bir ruh durumuna girmişti. Portekiz işçi sınıfı ekonomik taleplerini siyasi iktidar talepleri ile bütünleştiriyordu. Yoksul köylüler, tarımla uğraşan köylüler kadar balıkçılar, hayvancılıkla iştigal edenler vb. radikal birtakım eylemlere girişiyordu. Bütün bunlar bir yana, darbeyi yapan ordunun içindeki erler, tabanda asker sovyetlerine benzer yapılar kuracak kadar ileri gidiyordu! Avrupa’nın orta yerinde bir büyük ve derin devrim süreci olgunlaşıyordu.
Süreci daha da tehlikeli kılan, Portekiz devriminin bu sosyalist yönelişinin Batı Avrupa’da başka büyük kitle mücadelelerinin mayalandığı bir genel ortamda gerçekleşiyor olması idi. 1968 Mayıs ve Haziran aylarında Fransa büyük öğrenci olaylarının yanı sıra 10 milyon işçinin bir-bir buçuk ay süren işgalli grevlerini yaşamıştı. İtalya, 1969 yazından itibaren muazzam bir işçi sınıfı mücadelesine tanık oluyordu. Britanya 1974 madenciler grevi ile sarsılıyordu. Yunanistan’da 1973 Politeknik ayaklanmasını 1974 yazında Kıbrıs’ta Sampson darbesinin yenilgisi ertesinde Albaylar Cuntası’nın çöküşü izliyordu. Portekiz’in komşusu İspanya, 1930’lu yılların iç savaşının kasabı Francisco Franco’nun 1975 yılında hastalanması ve sonunda ölümü ile birlikte büyük bir mayalanmaya giriyordu. Portekiz devriminin bir işçi-köylü ittifakını iktidara getirmesi halinde bütün Avrupa yerinden oynayacak gibiydi.
İhanet
İşte bu koşullarda Portekiz devrimi siyasi önderlik bakımından büyük bir sorunla karşı karşıya kaldı. “Sosyalist” adını taşıyan sosyal kapitalist Enternasyonal, bu ülkede devrimin önünün kesilmesi, kapitalizmin kurtarılması, demokratik bir burjuva devletinin konsolide edilmesi yolunda çok asli bir rol oynadı. Mario Soares bu sosyal kapitalist Avrupa’nın desteği ile Portekiz’in ilk burjuva demokrat başbakanı oldu, devrimi önlemekte mahir bir rol oynadı.
İş burada kalsaydı, her şey olması gerektiği gibi oldu denebilirdi. Oysa kendine “komünist” adını veren Portekiz Komünist Partisi (PKP) de hain bir rol oynayacaktı. Oysa kimilerine göre PKP, o dönemde birçok Avrupa (İtalya, İspanya, Fransa) ülkesinde, hatta dünya çapında (Japonya, Meksika vb.) komünist denen Stalinist hareket içinde hâkim konuma yükselen “Avrupa komünizmi” ya da daha doğru deyimle “Avro-komünizm” akımının karşısında, Yunan partisi KKE ile birlikte direnen iki önemli Avrupa partisinden biriydi. Avro-komünizm Stalinizmin demokratikleşme kılığında sosyal demokratlaşmasının yoluydu. Buna karşı Stalinistler Yunan ve Portekiz KP’lerinin “devrimci” geleneği sürdürmekte olduğunu gururla öne sürüyorlardı. Oysa partinin çok yüceltilen lideri Alvaro Cunhal Portekiz devriminin fazla büyük çatışmalara yol açmadan söndürülmesinde tam bir itfaiyeci rolü oynayacaktı. Cunhal’in Moskova ziyaretinden sonra devrime kurulan tuzakta PKP’nin oynadığı kirli rol muhtemelen daha ileride daha kesin delillerle ortaya çıkacaktır.
Portekiz devrimi bir askeri birlikte devrimcilerin bir provokasyona kurban giderek erken harekete geçmeleri ve bu girişimlerinde başarısız olmalarıyla karşı devrime yenildi. Daha doğrusu akamete uğradı. Yani sonucuna ulaşamadı. Bunun yenilgiden farkı, devrimin birçok kazanımının Portekiz toplumunun hücrelerine kadar işlemesi, karşı devrimin muzaffer olduğu durumlardan farklı olarak ülkenin anayasal ve yasal düzeninin birçok ilerici kazanımı hâlâ biçimsel düzeyde de olsa taşımasıdır. O kadar ki, Portekiz’in en güçlü sağcı partisinin adı bugün bile Sosyal Demokrat Parti’dir. Uzun diktatörlük yıllarından sonra sosyal demokrat parti ise Sosyalist Parti adını almıştır. Portekiz Sosyal Demokrat Parti adının sağın en büyük partisi tarafından kullanıldığı tek Avrupa ülkesidir.
Karanfil günleri yeniden gelecek!
Portekiz, Avrupa’nın en doğusunda bulunan Türkiye’ye karşıt olarak kıta Avrupası’nın en batısına yuvalanmış bir küçük ülke. Hep bir denizciler ülkesi olmuş. Atlas Okyanusu’na kıyısı olan bu ülke aslında sosyo-kültürel bakımdan bir Akdeniz ülkesi. İberik yarımadasını ispanya ile paylaşıyor. Komşusu ile çok yakın bir kültürel ilişki içinde. Ayrı diller konuşuyorlar, ama özel bir eğitim görmeksizin birbirlerini anlıyorlar. Avrupa’nın Latin kültürüne sahip ülkelerinden biri.Yani denize Atlas Okyanusu’nda açılıyor, ama kültürel olarak bir Akdeniz ülkesi. Son yıllarda Avrupa’nın Akdeniz’e kıyısı olan bir dizi başka ülkesi (Yunanistan, İtalya, İspanya gibi) bir dizi ülkesi ile birlikte ağır bir borç krizine girdi, AB – Avrupa merkez Bankası – İMF’den oluşan Troyka tarafından ağır bir kemer sıkma programına maruz bırakıldı.
Akdeniz biraz da bu gelişmelerin etkisi altında 2011’de bir devrimci havza haline geldi. Arap ülkelerinde devrim, Avrupa Akdeniz ülkelerinde, özellikle Yunanistan ve İspanya’da sınıf mücadelesi, Akdeniz ülkelerinde büyük altüst oluşları yine gündeme yerleştirdi. Önümüzdeki dönemde Portekiz 1974 devriminin geleneklerine yeniden dönme ihtiyacını hissedecek. O zaman hem Portekiz işçi sınıfı, hem de Akdeniz’in bütün emekçileri Karanfil Devrimi’nin deneyiminden zafer yolunda yararlanmayı bilecek.