İsveç ve Finlandiya konusunda büyük yalan: (1) Dünyanın çatısında kılıç şakırtıları

İsveç ve Finlandiya konusunda büyük yalan: (1) Dünyanın çatısında kılıç şakırtıları

Dünya medyası yalan söylüyor. Türkiye medyası onun kuyruğuna yapışmış, peşinden gidiyor. Biraz emperyalist propagandanın gönüllü savunucusu olduğu için, biraz AKP hükümetinin politikasını kolay savunmak için.

Bakın, İngiliz finans kapitalinin en önemli iki sözcüsünden biri, The Economist dergisi, başyazısında İsveç ile Finlandiya’yı “uzun askerî tarafsızlık tarihlerinden gurur duyan iki ülke” olarak tanıttıktan sonra, NATO üyeliği için ne diyor: “Bu, Putin’in görünüşte NATO’nun genişlemesini durdurmak için başlattığı Ukrayna’nın işgalinin dolaysız sonucudur.” Yalan.

Fransa’nın en ciddi günlük gazetesi sosyal demokrat Le Monde’un yalanı bu konudaki haberinin başlığından okunuyor: “NATO’ya üyelik: Finlandiya ve İsveç için Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı büyük bir sarsıntı yarattı.” Yalan.

İsveç ve Finlandiya devletleri, NATO’ya Putin’in Ukrayna’ya saldırmasından gözleri korktuğu için katılmadı. Her iki ülkenin de NATO ile işbirliği Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hemen sonra başladı, 2010’lu yıllarda ise hızla gelişti. Merak eden NATO’nun resmî sitesine girer ve İsveç’in ve Finlandiya’nın bu ittifakın askerî yapısına 1994’ten itibaren nasıl adım adım entegre olduğunu görür. (Her iki ülkenin de tıpatıp aynı yıllarda aynı yollardan geçerek NATO ile bütünleşme yaşadıklarını görmek, bütün bunların tam anlamıyla planlı olduğunun da resmî kanıtıdır.)

Ayrıntıya girmeden bu iki ülkenin NATO’nun Bosna, Kosova, Afganistan, Libya ve Irak’ta operasyonlarına katıldığının altını çizelim. Ayrıca, her iki ülke de aynı yıl (2014, yani Ukrayna’da Maydan karşı devriminin yaşandığı yıl!) NATO’nun Partnership Interoperability Intitiative (Ortaklık Birlikte Operasyon Yapabilirlik Girişimi) programına katılmış olduğunu ve NATO ile veya zaten NATO üyesi olan Norveç’in merkezinde bulunduğu bir süreç içinde “Nordic” olarak anılan Kuzey ülkeleri olarak ortak manevralara katıldığını da not edelim.

“Ama bütün bunlar İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olma niyetini göstermez” diyebilene de şöyle bir olay anlatalım: 7 Kasım 2021 tarihinde, yani daha bırakın savaşı, Ukrayna üzerine Aralık’ta başlayan ABD-Rusya söz düellosu bile başlamamışken, İsveç’in sosyal demokrat partisi SAP’ın kongresinde Savunma Bakanı Peter Hultqvist şöyle diyor: “Sosyal demokrasi iktidarda olduğu sürece NATO üyeliğine başvurmayacağız. Ben Savunma Bakanı olduğum sürece böyle bir işin içine katiyen girmeyeceğim. Bu konuda hepinize güvence veriyorum.” Ukrayna savaşından çok önce İsveç’te NATO üyeliği tartışılmaya başlanmış olmasa adam yemin billah “biz oldukça girmeyecek İsveç” der mi? Tabii, bütün sosyal demokrat politikacılar gibi yemin ederken kürsünün arkasında tek ayağını kaldırmış olmalı. Zannetmeyin ki o gitti de İsveç NATO üyeliğine başvurdu. Yok, adam keçe suratıyla hâlâ Savunma Bakanlığı koltuğunda oturuyor!

Yalan teşhir edilmiştir. Peki, Ukrayna savaşı hiçbir şey değiştirmedi mi? Elbette değiştirdi. Geçmişte İsveç’te Napolyon döneminden beri yani iki yüzyıldır devam eden, Finlandiya’da ise İkinci Dünya Savaşı’ndan beri, yani üç çeyrek asırdır süregiden tarafsızlığa çok bağlı olan halkların korkmasına ve NATO’cuların yanına geçmesine yol açtı. Bu kadarı doğru. Ama bu, bir yandan İsveç ve Finlandiya’nın hâkim sınıflarının ve başta silahlı kuvvetleri olmak üzere devlet aygıtlarının yıllardır, hatta onyıllardır NATO üyeliğini gözlemekte olmasından ve NATO’da birleşmiş emperyalist devletlerin bu iki ülkeyi NATO’ya katma konusunda kararlı olmasından farklı bir şey. İşte emperyalist medya bunu saklıyor! Düpedüz yalan söylüyor.

Böylece sadece Putin’in Ukrayna işgalinin kendi amaçlarına dahi ters düştüğünü ileri sürerek Rusya’yı gülünç duruma sokma fırsatı yaratmıyor emperyalist medya. Aynı zamanda biri yüzlerce, biri onlarca yıldır tarafsızlık statüsünü benimsemiş olan bu iki ülkenin NATO denen militarist aygıta neden alındığını ve neden katıldığını da gözlerden gizliyor.

Yüksek Kuzey

Şayet gizlememiş olsaydı, bütün uluslararası medyanın ve elbette onun kuyruğundan gitmeye meraklı Türkiye medyasının izleyicilerinin şimdiye kadar “Yüksek Kuzey”, “Kuzey Denizi Yolu”, “Arktik Okyanusu”, “Arktik ekonomisi” gibi terimlerle çoktan tanışmış olması gerekirdi. Şayet gizlememiş olsaydı, Trump’ın neden Danimarka’ya ait, neredeyse el değmemiş dev ada Grönland’ı satın almaya kalkıştığı tartışılmış olurdu. Şayet gizlememiş olsa, dünya ekonomisinin ancak üç-dört yüzyılda bir yaşanan türden bir ticaret yolu devriminin eşiğinde olma ihtimali, biraz da olsa emperyalist ülke askerî, siyasi ve ekonomi uzmanlarının arasında tartışmanın ötesine taşar, biz fanilerin de bilgi alanına girmeye başlamış olurdu. Bu konuyu ne zamandır yazmayı planlıyoruz. Başka sorumluluklarımız bugüne kadar izin vermedi. Ama artık zamanıdır.

Dünya çapında ekonomik hayatta devasa değişiklikler getirebilecek bir yeni ekonomik bölge ufukta görünmüştür. Kuzey Kutup Bölgesi’nde yani Arktik bölgesinde iklim değişikliğinin (ya da “küresel ısınma”nın) sonucunda buzulların gittikçe daha fazla erimesi, ortaya yepyeni kaynakların kullanılması ve yepyeni bir uluslararası ticaret yolunun açılması ihtimalini çıkarıyor. İhtimal diyoruz zira en azından işin yeni uluslararası ticaret yolu (yani “Kuzey Denizi Yolu”) yanı henüz kesinlik kazanmış değil. Ama toplamda bakıldığında bütün eğilimler bunun gerçekçi bir ihtimal olduğunu ortaya koyuyor. Üstelik Arktik bölgesine kıyıdaş veya komşu (bu ayrıma birazdan döneceğiz) olan ülkeler hazırlıklarını çoktan yapmaya başladılar.

Kuzey Kutbu Bölgesi her şeyden önce fosil yakıtlar bakımından çok zengin. Çok ironik bir durumla karşı karşıyayız: Fosil yakıtların kullanımının mahvettiği buzulların erimesi, daha da fazla fosil yakıt üretiminin önünü açıyor. Suudi Arabistan’la fosil yakıt kaynakları bakımından dünya birinciliği için yarışan Rusya’nın ve ABD’nin Alaska eyaletinin üretim miktarları birlikte ele alındığı takdirde, şimdi bile dünya petrol üretiminin yaklaşık yüzde 10’undan fazlası, doğal gaz üretiminin ise yaklaşık 25’inden fazlası Kuzey Kutup Bölgesi’nde yapılıyor. Buzların daha da fazla çözülmesiyle ortaya çıkacak kaynaklar göz önüne alınırsa dünyanın henüz keşfedilmemiş toplam petrol yataklarının dörtte birinin bu bölgede yoğunlaşması bekleniyor.

İkincisi, bölgenin mineral yatakları bakımından da çok zengin olduğu hesaplanıyor. Dünyanın en verimli çinko madeni Alaska’da, en verimli nikel madeni ise Rusya’nın kuzeyinde. Kuzey Kutup Bölgesi, dünya çapında paladyumun yüzde 40’ını, elmasın yüzde 20’sini, platinin yüzde 15’ini, kobaltın, nikelin, tungstenin ve çinkonun yaklaşık yüzde 10’unu üretiyor. Ve bütün bunlar esas olarak Rusya’da yoğunlaşıyor. Hem Alaska’da (ABD) hem Sibirya’da (Rusya) hem de Grönland’da (Danimarka) çok ciddi miktarda nadir toprak elementleri bulunduğu biliniyor. Bunun önemi yeni teknolojilerde çok önemli bir girdi olarak kullanılan bu elementlerin şu anda Çin’de ve kısmen Afrika’da yoğun olarak bulunması. Bu üç bölgenin ekonomik bakımdan açılması bu coğrafi dağılımı değiştirecek.

Üçüncüsü, Arktik bölgesi balıkçılık bakımından da büyük bir gelecek vadediyor. Daha şimdiden, Arktik Okyanusu dünya balıkçılık ve deniz ürünlerinin yüzde 10’unu sağlıyor. Ayrıca, su kıtlığı çeken bir dünyada Alaska’nın buzullarının güney ülkelerine tankerlerle taşınabileceği de bir ihtimal olarak konuşuluyor.

Ama bizce bütün bunlardan daha önemlisi, dünya ticaretinin gelecekte Arktik Okyanusu’na kayması ihtimalidir. En azından yaz aylarında, şimdiki ana yollarından (Süveyş Kanalı, Panama Kanalı, Malaka Boğazı, Cebelitarık Boğazı) Arktik Okyanusu'na kayacaktır dünya ticareti. Dünya ticaretine konu malların yüzde 90’ı deniz yolundan konteyner gemileriyle taşındığına göre bu, Arktik Okyanusu kıyılarında büyük bir ekonomik canlanma anlamına gelecektir. Örneğin, 2013’te bir konteyner gemisi Çin’de Daliyan limanından Hollanda’da Roterdam limanına geleneksel yollar ile karşılaştırıldığında 13 gün daha kısa bir yolculukla 35 günde ulaşmış, 2400 deniz mili tasarrufu dolayısıyla her tür maliyeti daha düşük olmuştur. Bu yazının başındaki haritaya bir kez daha bakarsanız bu Kuzey Deniz Yolu’nun çok büyük bölümünün Rusya kıyılarından geçtiğini göreceksiniz. Rusya kendi kuzey bölgesinde yeni demiryolu ve nehir taşımacılığı sayesinde yepyeni bir ekonomik canlılık yaratmayı planlamaktadır. İç bölgelerin mineralleri, petrol ve doğal gazı, nadir toprak elemanları vb. buzulların erimesiyle inşası mümkün hale gelecek derin su limanlarından dünyaya ihraç edilecektir.

Kısacası, genel olarak Kuzey Kutup Bölgesi ekonomisinin öneminin yanı sıra Rusya önümüzdeki 20-30 yıl içinde bugünküne göre çok daha zengin bir ülke haline gelebilecektir. Bunun Sovyetler Birliği’nin dağılmasından beri Rusya’yı Avrupa’nın doğusunda, Karadeniz’de, Baltık Denizi bölgesinde kuşatarak dizleri üzerinde çökertmeyi genel stratejisinin belirleyici bir yanı haline getirmiş olan ABD, NATO ve diğer emperyalist ülkeler için tehlike çanları çalmaması mümkün müdür?

Arktik’te emperyalizmin askerî hazırlığı

Elbette değildir. Nitekim 2010’lu yıllardan itibaren Kuzey Kutup Bölgesi’nde Rusya’ya karşı askerî tedbirler arttırılmaya başlanmıştır. Bölgenin ekonomik önemi dolayısıyla (korsanlara karşı alınması gereken önlemler, buzulların yaratabileceği tehditlere karşı nükleer enerjiye dayanan buz kırma gemileri, yeni bir deniz yolunun doğurabileceği kaza riskleri ve elbette siyasi-askerî tehditler) kendi kıyılarını güvenli hale getirmesi ihtiyacı, Rusya’yı Kuzey Kutup Bölgesi’nde Pasifik Okyanusu’ndan Atlas Okyanusu’na kadar uzayan ve ülkenin kuzey bölgelerini de içine alan özel bir komutanlık kurmaya ve Alaska kıyılarında askerî uçuşlar başlatmaya sevk etmiştir. Rusya Sovyetler Birliği dağıldığında fena halde yoksullaştığı ve kaynakları “oligark” denen yeni kapitalistler tarafından yağmalandığı için ilk yıllarda askerî olarak çok zayıflamıştı. Şimdi yeni Kuzey Kutup Bölgesi komutanlığı altında çalışan birliklerin teçhizat ve personel olarak gücünün hâlâ Sovyet döneminin üçte birine denk düştüğü söylenmektedir.

Bu hazırlıkların karşı tarafında ABD’nin Alaska’dan düzenli olarak uçurduğu devriye uçaklarından NATO’nun hazırlıklarına kadar birçok önlem vardır. Bu askerî faaliyette en aktif olan Norveç olmuştur. Bunu Rusya’nın karşısında küçük bir ülke olarak kendisini zayıf hissetmesine atfetmemek gerekir. Norveç emperyalizmi çok habis bir güçtür. Kürt sorunu, Filistin sorunu, Sri Lanka’da Tamil sorunu gibi çok hassas sorunlarda oynadığı siyasi rol emperyalist kampa tek hizmeti değildir. Aynı zamanda NATO içinde en gelişkin bazı silah sistemlerine, özellikle keşif ve istihbarat alanında da en ileri teçhizata sahip birkaç ülkeden biridir. Petrol zenginliği dolayısıyla dünyanın kişi başına en yüksek gelirine sahip ülkelerden biri haline gelmiştir. Sözde çok medeni ve ilerici olan halkı fosil kaynaklardan hiç de vazgeçmeye niyetli görünmüyor! Şimdi bu ülke bir de Arktik Okyanus bölgesinin zenginliğine göz dikmiştir.

İşte bu Norveç hakkında Kuzey Kutbu Bölgesi’nin Amerikalı bir uzmanı 2015 yılında şu cümleyi yazmıştır: “Norveç, aynı zamanda, Arktik Bölgesi’nde NATO’nun daha fazla görev üstlenmesi konusunda basınç uygulamış, NATO üyelerinin yanı sıra İsveç ve Finlandiya’nın da katıldığı ilave manevralar konusunda öncülük yapmıştır.” Norveç’in bu tavrını öğrendikten sonra hâlâ İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya Ukrayna savaşından ürktükleri için katılmış olduğunu düşünecek biri var mıdır?

Rusya’nın Arktik Okyanusu’na kıyısı olan altı ülkeden (diğerleri ABD, Kanada, Norveç, Danimarka ve İzlanda) NATO üyesi olmayan tek ülke olduğu vurgulanmalıdır. Diğer Kuzey ülkeleri olan İsveç ve Finlandiya’nın Okyanus’a kıyısı yoktur. Ama bölge bir bütün olarak alındığında bu iki ülkenin NATO’ya katılmasının, yedi emperyalist ülkenin Rusya’ya karşı tek yumruk olmasının faydaları açıktır. Finlandiya’nın Rusya ile olan 1.200 kilometrelik kara sınırı dolayısıyla kendi nüfusuyla karşılaştırıldığında çok güçlü bir orduya sahip olması, İsveç’in ise 12 milyonluk bir ülkeden beklenmeyecek kadar emperyalist aşırı kârlara erişebilen bir sanayi ve teknoloji gücü olması, bu ülkelerin NATO üyeliğinin Rusya’ya karşı açıkça bir koz olacağını ortaya koyuyor. Yani korunan İsveç ve Finlandiya’nın güvenliği değil, NATO’nun güvenliğidir, emperyalizmin bütünsel güvenliğidir.

İtiraf!

Bu yazının girişinde dedik ki, şayet emperyalist medya İsveç ve Finlandiya konusunda yalan söylüyor olmasaydı bugün hepimiz Arktik Okyanusu, Kuzey Deniz Yolu, Yüksek Kuzey vb. türü terimleri çoktan duymuştuk.

NATO İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği konusu, Türkiye hükümetinin veto tehdidini kaldırması ile birlikte güvence altına alınmadan önce bu terimlerin hiçbirini kullanmadı. Ama ne zamanki bu ülkelerin üyeliği kesinleşti, o zaman bugüne kadar hiç konuşulmamış olan bu konu birdenbire strateji belgesinde yepyeni bir güvenlik tehdidi olarak yer aldı!

NATO’nun Madrid Zirvesi’nde kabul edilmiş olan Stratejik Konsept belgesinin 8. maddesi, Rusya’nın İttifak’ın karşısındaki “en önemli ve en dolaysız güvenlik tehdidi” olduğu görüşünü gerekçelendiriyor. Nüfuz alanını genişletme çabasından nükleer silahlarda modernleşmeye kadar birtakım faktörler sayılıyor. Sonra şu cümle: “Yüksek Kuzey’de Rusya’nın Müttefiklerin takviye faaliyetini ve Kuzey Atlantik bölgesinde seyrüsefer özgürlüğünü engelleme kapasitesi İttifaka karşı stratejik bir meydan okumadır.” (Vurgu bizim.)

Kuzey Atlantik ve Yüksek Kuzey’e ilişkin bu toplantıda alınan bir karar var mı? Elbette. İsveç ve Finlandiya’nın üye alınması. Demek ki, onun gerekçesi buymuş! Norveç’i yalnız bırakmamakmış!

Hakikat ortaya çıktı. Yalan teşhir oldu. Peki, Türkiye hükümetinin politikasını ilgilendiriyor mu bu?

İşin bu yanına da yazının ikinci bölümünde girelim.