İstibdadın eylem yasakları keyfidir, hukuksuzdur, geçersizdir!
Geçtiğimiz günlerde çay üreticilerinin artan üretim maliyetleri, kota ve kontenjan uygulaması ile özel şirketlerin palazlandırılmasına karşı Rize’de bulunan Çaykur Genel Müdürlüğü önünde gerçekleştirecekleri eylem valilik kararı ile yasaklandı. Kararda eylemin “suni gerekçeler” içereceği, istihbari duyumlar ve provokasyon ihtimali gerekçe gösterilerek il genelinde yapılacak tüm eylem ve etkinliklerin 5 gün süreyle yasaklandığı belirtildi. Yalnız Rize’de değil, aynı tarihlerde Adana ve Eskişehir valilikleri de aynı sebeplerle 15 gün süreyle tüm etkinlik ve eylemlerin yasaklanmasına karar verdiğini açıkladı. Yine bu yıl Şubat ayında Siirt’te, Mart sonunda Şanlıurfa’da valilikçe yasak kararları verildi. Van ve Hakkari’de ise Kasım 2016’dan beri her 15 günde bir yenilenen yasak kararlarıyla eylemler süresiz olarak yasaklanmış durumda.
Geçtiğimiz yıllarda benzer yasaklar salgın bahanesiyle getiriliyordu. Örneğin Ankara Valiliği 2020 yılı Temmuz ayında baroların Ankara’da yapacakları “büyük savunma mitingi”nden önce salgın bahanesiyle yasak kararı almış; Kasım ayında ise iktidar bir yanda İnsan Hakları Eylem Planı hazırlıkları ilan edilirken diğer yanda HSK, Özer Elektrik, Baldur işçilerinin Ankara yürüyüşü öncesinde Kocaeli Valiliği tarafından 30 gün süreyle eylem yasağı getirilmişti.
Valilik eylem yasaklayabilir mi?
Getirilen tüm yasaklara toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkındaki 2911 sayılı Kanun ve İl İdaresi Kanunu dayanarak gösteriliyor. Ancak getirilen yasaklar hukuksuzdur. 12 Eylül darbesinin ürünlerinden biri olan ve sokağa çıkan vatandaşı ürkütmek maksadıyla çıkarılmış 2911 sayılı yasaya göre dahi bu yasaklar kanuni dayanaktan yoksundur. Zira 2911 sayılı yasaya göre bir yasak kararının öncelikle belirli bir eyleme yönelik olması ve somut bir tehlikenin bulunması şartları vardır. Belirli bir eylemden bahsetme ihtiyacı hissedilmeden genel geçer şekilde getirilen yasaklar; konu ve sebep unsurları bakımından sakattır, uygulanamaz. İl İdaresi Kanunu ilgili maddesinde ise valinin alabileceği tedbirler sayılmakta olup bu yetki keyfi şekilde eylem yasağı getirme şeklinde genişletilemez. Dolayısıyla ortada kanuna uygun bir yasak yoktur, yasak yoksa cezası da olamaz.
Daha önce keyfi yasağa rağmen Avukatlar eylemler yapmış, Gebze’de de işçiler polis barikatlarının üzerine yürümüş, eylemlerini yapmış, gözaltılar olmasına rağmen ertesi gün Ankara’ya gitmek üzere yürüyüşlü eylem yaparak yasak kararını boşa çıkarmıştı. Aynı şekilde 1 Mayıs’ta Taksim için koyulan keyfi yasakların da hukuksuz olduğuna dair pek çok mahkeme kararı bulunmaktadır. Nitekim çay üreticileri de koyulan yasakları tanımamış, hakkını kullanana ceza verilemeyeceği bilinciyle çevre illerde gerçekleştirdikleri basın açıklamaları sonrası Rize’ye doğru yürüyüşe geçmiştir. Kaldı ki dayanak gösterilen yasa maddeleri şekli olarak doğru uygulansa bile anayasa ile koruma altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, o valinin şu kaymakamın yapılacak eylemi beğenip beğenmemesine göre keyfi olarak kısıtlanamaz. Rize Valiliğinin “suni gerekçe” olarak buyurduğu, işçinin, çiftçinin, emekçi halkın esas gündemidir. Valiliklerin yetkilerini ölçüsüz şekilde kullandıkları, getirilen yasakların meşru bir amaca dayanmadığı, Anayasa Mahkemesi, Bölge İdare Mahkemesi ve uluslararası mahkemelerin pek çok kararı ile sabittir.
İstibdad rejimi hakların talimatlarla gaspedildiği keyfi ve baskıcı yönetimdir
Keyfi ve baskıcı yönetim istibdad rejimi anlamına gelir. Yani sermaye sınıfının yasalarına göre bile valiliklerin bu seri yasak kararları “keyfi yasaklar”dır. Yalnız eylem yasakları ile de sınırlı değildir. Meclis zincire vurulmuştur yasama yetkisi fiilen iğdiş edilmiş durumdadır. Meclis bu şekilde etkisizleştirilirken yasama yetkisi iktidar tarafından ülkenin tüm idare makamlarına fiilen verilmiş durumdadır. Artık cumhurbaşkanı kararları, içişleri bakanlığı genelgeleri, valilik yasakları ve hatta hıfzıssıhha kurulu kararları ile ihtiyaç duyulduğu an anayasal hakların askıya alındığı duyuruluyor. En çok karşılaşılan durum ise polis şeflerinin hakkını arayan halkın karşısına “talimat var” diyerek çıkması ve kim tarafından hangi yasal ve meşru yetkiye dayanarak verildiği belli olmayan “talimatlar” ile halkın Anayasal ve yasal haklarını çiğnemesidir.
Kimi zaman sözlü, kimi zaman sosyal medya üzerinden yapılan açıklamalarla yasaklar buyruluyor. Kurumlar talimatlar ve ricalar ile işliyor. Gelinen aşamada normlar hiyerarşisi baş aşağı çevrilerek gerekçesiz, kanunsuz getirilen keyfi yasaklar ve hakkını arayanın başına çöken polisi ve jandarmasıyla, rekor kıran hakaret davaları ve gözdağı vermek üzere yapılan tutuklamalar ile bir baskı atmosferi oluşturuluyor. Tüm bunlar istibdad rejiminin emekçi halkı dizginlemek ve bastırmak üzere kullandığı araçlardır.
Düzenin normalleşmesini bekleme, istibdada karşı hürriyet mücadelesine omuz ver
2016 yılından bu yana git gide koyulaşan istibdad rejiminin böyle gitmeyeceği açıktır. Ancak sermaye düzeninin kendi içinden bir normalleşme, kurulacak seçim sandıkları ile hürriyetin geleceği düşünülmemelidir. Düzen güçlerinden normalleşme beklemek, türlü mücadelelerle yasalara sokulan haklarımızın her geçen gün daha da aşınmasına yol açmaktadır. Haklar mücadelelerle yasalaşır ve devlet tarafından tanınır, korunabilmesi da yine mücadelenin devamına bağlıdır. İlçe ilçe örgütlenerek yasakları tanımayıp yürüyüşe geçen çay üreticileri, üniversitede bir siyasi partinin masa açmasına müsaade edilmemesine karşı tüm siyasetlerin yan yana kurduğu masalar, fabrika havzalarında başına jandarma çökmesine rağmen kaldırılmayan grev çadırları kağıt üzerinde kalan yasa maddelerini yeniden yürürlüğe sokacaktır. Fabrikalardan tarlalara, üniversitelerden meslek örgütlerine tek seste birleşelim: Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!