Erdoğan’ın “kader planı”nın “tebligatı”
Yükseköğretim Kurumu (YÖK), bütün üniversitelere yolladığı bir genelge ile deprem faciasını yaşamış olan milyonların ruhi durumlarına destek olmak görüntüsü altında bu konuda yardımcı olabilecek uzmanların adlarının bildirilmesini talep ediyor. İnce ayrıntıları bir yana bırakacak olursak söz konusu “uzmanlıklar” iki tür: Biri kolayca tahmin edilebileceği gibi psikolojik danışmanlık; öteki ise “manevi rehberlik” olarak niteleniyor. İlki için akademik birimler olarak Eğitim, Psikoloji, Sosyal Hizmet ve benzerleri sayılıyor. İkincisi için ise İlahiyat ve İslami İlimler. Bu ikinci kategori çerçevesinde YÖK’ün bu faaliyet esnasında Diyanet İşleri Genel Müdürlüğü ile işbirliği içinde çalışmasının da bir ipucu bulmak mümkün.
İlkini anlamak kolay. Bu tür olaylar, tek bir yakını bile ölmemiş, hatta evinden yürüyerek çıkmış, yani yıkıntı ve enkazın şokunu yaşamamış insanlarda dahi dehşet verici bir travmaya yol açabilir. Dolayısıyla, psikolojik danışmanlık hizmetleri, hatta (listede neden yer almadığı anlaşılamayan) psikiyatrik terapi yöntemleri bu durumlarda bilimsel olarak gerekli hizmetlerdir. Böyle bir çaba elbette olumlu karşılanırdı, şayet psikolojik danışmanlık hizmeti, öteki “hizmet”i, yani “manevi rehberliği” perdeleme işlevi görmüyor olsaydı.
Biz insanların ruhi ya da ruhani âlemlerine karışacaklardan değiliz. Herkesin böyle travmalar, facialar, sarsıntılar karşısında istediği türden destek almak kendi seçişi olan bir şeydir. Destek bazı insanlar için de dinî olabilir. O da onların seçişidir. Bütün bunlar anlaşılır şeylerdir. Anlaşılamayacak olan bu işi devletin yapmasıdır.
Çünkü devlet bütün vatandaşlarına eşit uzaklıkta durmak zorundadır. Oysa bu kurumlar Sünni İslam’ın kurumlarıdır. Bu durumda Aleviler, başka din mensupları, herhangi bir dine mensup olmayanlar karşılarında kendi inanç dünyalarının dışından bir devlet organının onların inançlarına müdahale etmesi ile karşı karşıya kalacaklardır. Birçok Sünni Müslüman dahi bu durumda hocaları, vaizleri, ilahiyatçıları değil psikologları, danışmanları vb. dinlemeyi tercih edecektir, çünkü travma bu sonuncuların bilimsel olarak anladığı ve tedavisini bildikleri bir ruh durumudur. Dolayısıyla, “manevi rehberlik” Müslüman oldukları halde onların o andaki ihtiyaçlarına hiçbir şekilde cevap olmayacaktır.
Ayrıca, psikolojik danışmanlık ile “manevi rehberlik” olarak anılan faaliyet birlikte ele alınamaz. Çünkü biri bilimin yöntemlerine dayalı olarak geliştirilen bir bilgi türüne dayanır. Diğeri ise doğrudan doğruya imana. İkisini aynı çatı altında eşgüdümlü halde örgütlemek bu iki faaliyet tarzının benzer kaynaklardan türediği konusunda “hizmet”in hedefi olan halk kitlesinde bir yanılgı doğmasına sebep olur. Devlet halk kitlelerini aldatacak faaliyetler içine girmemelidir.
“Manevi rehberlik” olarak anılan faaliyet muhtemelen deprem dolayısıyla yaşadıkları can kayıpları ve yıkımın koruyup kollanan hırsız müteahhitlerin, denetimsizliğin ve yanlış politikaların sonucu değil de o bölgenin insanlarının “kader”i olduğu fikrini kendisine esas alacaktır. Bunun halkı aldatmanın en ileri biçimi olduğuna kuşku yoktur. Halk farklı siyasi partiler arasında seçimini kendisinin çıkar ve ihtiyaçlarına en çok hangi partinin yararlı olacağı sorusuna kafasında verdiği cevaba dayalı olarak yapar. Deprem kadar önemli ve toplum üzerinde çok ağır etkiler bırakan bir olay devletin yetkilileri tarafından halka “kader” olarak sunulursa, bunun anlamı aslında kimsenin ne yaparsa yapsın halkı bu tür facialardan kurtaramayacağını söylemektir. Yani halka “depremin yarattığı yıkımda baştaki hükümetin en ufak bir sorumluluğu yok” demektir. Halkı Tayyip Erdoğan’ın depremi kadere bağlamakla doğru söylediğine inandıracak bir din adamları ordusunu halkın arasına salmaktır. Bunun psikolojik danışmanlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Bu, din adamlarını politikaya sokmak ve halkı kandırmaları için görevlendirmektir.
Bu ülkenin dört bir köşesinden kopup gelen madenciler, itfaiyeciler, inşaat işçileri, belediye temizlik işçileri, sağlıkçılar, başka işkollarından işçiler bölgenin enkaz altında kalmış insanlarına dil, millet, memleket sormadan, fedakârca, hiçbir karşılık beklemeden, salt insani dayanışma duygularıyla, sadece hayat kurtarmak için yardım ettiler, nice çocuğu, yetişkini, yaşlıyı yer altından çıkardılar. Şimdi bütün bu farklılıkları içinde dayanışma ile mucizeler yaratan bu insanları neden bölüyorsunuz? İşçi sınıfı her dinden, mezhepten, dilden, memleketten insanları bağrına basıyor. Onu bölmenize izin vermeyeceğiz. Aldatmanıza da!