Cinsel şiddet pornografisi
Yaygın anlamıyla bir cinse yönelik ruhsal ve bedensel bütünlüğü tehdit eden eylem ve uygulamaların yani cinsel şiddetin özel bir görünümü olan kadına karşı şiddeti tartışmayı aydınlarımız pek seviyor. Fakat maalesef bu tartışmaların çoğu, şiddeti onu meydana getiren bütün şeylerden ve üzerinde cereyan ettiği zeminden yalıtarak, soyut bir “erkek” ve “kadın” imgesi üzerinden yapıldığı için, verimli olamıyor. Çünkü bireyi ve insanı ya da bir cinsi ele alırken dar açılı bir fotoğraf çekmek, onu oluşturan karşılıklı ilişkilerin ait olduğu tüm bir sistemi es geçmek anlamına geliyor.
Erkek ve kadın arasındaki ilişkinin, tarihsel olarak toplumsal ilişkiler bütününden bağımsız seyir izlediğini düşünmek tam bir yanılsamadır. Ya da cinsel şiddetin nedenlerini tartışırken sadece, bunu uygulayan erkeğin bir çeşit duygu durum veya kişilik bozukluğundan malül olduğu gibi psikolojik tahlillere dayanmak, ya da eğitimsizlikten dem vurmak güya tecavüzkâr erkeği dışlarken şiddet olgusunun gerçek koşul ve sonuçlarını perdeliyor. Ayrıca bu türden bir akıl yürütme, görünümlere ve şiddetin her türlüsünün pornografisine odaklanarak çıkarımlarını bu görünümler düzleminde kurduğu için beş duyumuzun ötesindeki şeyleri inceleme dışında bırakıyor. Böylece cinsel şiddet deyince aklımıza derhal yara ve çürükler içinde üstü başı yırtılmış bir kadın geliyor. Gerçeğin yerini görüntü alıyor. Çünkü salt bu kontrolsüz ve medyanın da yoğun olarak nemalandığı pornografik yani hem yasal ve ahlaki olandan kaçma fırsatı yaratan hem de içgüdüleri kışkırtan görsel malzemeye odaklanmak, cinsel şiddetin bir sonuç olarak ortaya çıktığı anı ön planda tutuyor. Böylece kadını o hale getiren vahşetin failine duyduğumuz kinle, bunu yapanın aklının başında olmayacağı ancak hasta ya da eğitimsiz olabileceği dolayısıyla rehabilite edilmesi ve erkeklerin de kadınların da eğitilmeleri gerektiği sonucuna varıyoruz. Eğitim şart yani.
Bu eksik anlayışa göre cehalet sorunu halledilebilir ve eylemler usulünce cezalandırılabilirse şiddet azalacaktır. Tüm bu beyhude çaba, kadını ve özgürleşme sorununu algılamaya çalışırken erkeğin, erkeği algılamaya çalışırken de kadının bir konumlanma noktası olarak belirlenmesi ve ele alınan çatışma alanının kapsamının daraltılması nedeniyle yapılan yaygın bir hatadan kaynaklanıyor. Biraz daha açalım:
Dünyayı algılarken belli genellik düzeylerinden hareket ederiz. Örneğin bir şeye,” insan” olması vasfıyla bakmak bir düzeyken, hayvanların da içine alındığı bir genellemede “canlı” olması vasfıyla bakmak başka bir düzeydir. İşte kadının uğradığı şiddeti tartışırken, şiddetin “insan olma” halinden kaynaklı bir problem olarak belirlenmesi, erkek ve kadın cinsi arasındaki farkların insanlık tarihinin her aşamasında çatışmaya yol açtığı ve açacağı sonucunun elde edilmesine neden oluyor. Oysa cinsel şiddet ve kadının ezilmişliğine, insanlar arasında asıl kaynağını kafa emeği ve kol emeği arasındaki işbölümünün yarattığı bir dizi ayrımın neden olduğunu vurgulamakla ve sınıf, ulus, ırk ya da cins temelinde ortaya çıkan tahakküm biçimlerinin genellik düzeyinden bakmakla, sorunun ne zaman ve nasıl başladığını anlamak imkân dâhilinde olabilir. Evet, kadın ve erkek arasında farklar vardır ama bu farklar ataerkil sistem çerçevesinde özel birer tahakküm alanı oluşturur. Çünkü üretenler ve üretimi yönlendirenler ayrışmışlardır. Ve bu baskıcı iktisadi düzenle kurulan ilişki cinsten cinse farklılaşma göstermiş, kadın bütün bir çalışan sınıfın üremesi ve çoğalmasında rolü bakımından erkekten farklılaşmıştır. Bu düzenin kadın bakımından akılcılaştırılmasının yolu da erkek cinsinin tahakkümünü türlü ideolojik araçlarla meşru kılmaktan geçmiştir.
Tam bu noktadan başka bir genellik düzeyine sıçramak ve bir sınıflı toplum biçimi olan modern kapitalist toplumda bu tahakküm ilişkisinin ve cinsel şiddet dâhil çatışmaların görünümlerini bulmak gerekir. Çünkü sınıflı tüm toplumlarda işbölümü sebebiyle görülen tahakküm biçimleri, kapitalist topluma özgü nitelikler taşıyacaktır. Ama bunu yaparken yine de altta yatan temel dayanağın sınıflı toplumlar olduğunu unutmamak gerekir.
Konuya bu yöntemle bakınca, kapitalizmin ortadan kaldırılmasının cinsel şiddeti ve kadın ezilmişliğini otomatik olarak ortadan kaldırmayacağı, bunların sadece kapitalizme özgü biçimlerinin yok olacağını da görmüş oluyoruz. Cinsel şiddetin her türlüsünün son bulması içinse genel olarak sınıflı toplumların ilgası, özel olarak da kadın ve erkek arasındaki cinsel farklılıkların bir tahakküm ilişkisine dönüşmesini besleyen ve sınıflı toplumlarda sömürülen emek gücünün çoğalımını sağlayan toplumsal birim olarak ataerkil ailenin sönümlenmesi gerekecektir.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2012 tarihli 38. sayısında yayınlanmıştır.