Adım adım gelen ırkçı katliam ve katil güruhu saklamaya çalışan yetkili güruh!
Burjuvazinin ve iktidarın ırkçı, göçmenleri dışlayan ve suçlayan, Kürtleri hedef gösteren söylemleri her aşamada zehirli meyvelerini vermeye devam ediyor. Son olarak Konya’nın Meram ilçesinde 30 Temmuz 2021 Cuma günü, Kars’tan Konya’ya göç etmiş bir Kürt aile olan Dedeoğlu ailesi katledildi. Gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucu aileden 7 kişi yaşamını yitirdi, ailenin bulunduğu ev ateşe verilerek yakıldı. Dedeoğlu ailesi, sadece iki buçuk ay önce 12 Mayıs 2021 tarihinde de kendilerini ülkücü olarak tanıtan ve o bölgede tek bir Kürt’ü barındırmayacaklarını haykıran bir grubun ırkçı saldırısına uğramış ve aileden 6 kişi vahşi bir şekilde bıçak ve demir çubuklarla yaralanmıştı. Bu olaydan hemen sonra saldırganlardan bir kısmı tutuklanmış ama daha sonra aşama aşama serbest bırakılmıştı. Bu son katliam ilkinin devamı niteliğindedir ve açıkça ailenin Kürt kimliğine yönelik ırkçı bir saldırıdır.
Gerek aile bireyleri gerekse avukatları defalarca devletin emniyet teşkilatından koruma istemiş ama cevap olarak koruma verilmediği gibi ilk saldırının failleri serbest bırakılmıştır. Olay sırasında kameraya geçmiş görüntüler ise saldırının birden fazla kişi tarafından ve son derece profesyonel bir biçimde gerçekleştirildiğini göstermektedir. 7 kurbanın vücutlarında 20 mermi bulunmuş, bu mermilerin 7’si ise kurbanların kafalarından çıkmıştır. Bu saldırının ardından yetkililer, daha ilk andan itibaren, adeta “ülkücü” katil ya da katilleri korumak istercesine meselenin kurbanların Kürt oluşları ile bir ilgisinin olmadığını söylediler. Önce Adalet Bakanı Abdülhamit Gül: “İlk bulgulara göre bu konunun etnik bir temele dayanmadığı konusunda tespitler var” dedi. Hangi bulgular ve hangi tespitler? Önceki saldırıda Dedeoğlu ailesinin ırkçı saldırıya işaret eden ifadelerini geçersiz kılan hangi delillere ulaşılmıştır? Boğazına kadar kirli ilişkiler batmış olan İçişleri Bakanı Soylu ise şöyle buyurdu: “Bunun Türk, Kürt meselesi tarafıyla bir ilgisi yoktur. Bunu, bu meseleye çekmek bu saldırı kadar tehlikelidir, bu saldırı kadar hem kınanacak alçak bir değerlendirmedir. Bu memleketin kardeşliğiyle kimse uğraşmasın.” Hangi “söz” hangi “değerlendirme” bir ailenin toplu şekilde katledilmesi kadar kınanacak nitelikte olabilir. Soylu’nun sözleri bir ailenin topluca katledilmesini önemsizleştirmek değil de nedir? Dedeoğlu ailesi Kürt olmasaydı Soylu yine bu şekilde mi konuşurdu? Hemen onun ardından koroya katılmış olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay da ekledi: "Ülkemizdeki birlik ve beraberliği baltalamak isteyen çevrelerin olayları başka bir yöne çekmeye çalışması şaşırtıcı değildir. Kardeşliğimiz üzerinden yapılacak provokasyonlara asla müsaade etmeyeceğiz." Kardeşlerimizin katledilmesini engelle(ye)meyenler, göz göre göre gelen katliama seyirci kalanların, kardeşliğimiz üzerinden yapılacak provokasyonları engelleme becerisi ve daha kötüsü böyle bir niyeti olduğuna güvenebilir miyiz?
Biz bu suçlu psikolojisini ve “ırkçı dayanışma”yı kardeşimiz/ahbariğimiz Hrant Dink’in katlinden sonra yine dönemin yetkililerin ağzından dökülen “olayın Ermeni meselesi ile ilgisi yok birkaç gencin işi” sözlerinden çok çok iyi hatırlıyoruz. Rastlantıya bakın ki; Konya Emniyet Müdürü Engin Dinç, Dink cinayetinin en önemli isimlerinden olan Erhan Tuncel’i "muhbir" yaptığı belirtilen kişi olarak gazeteci Dink’in öldürüleceğinden haberdar olan ilk isimler arasında yer alıyordu. Dink davası sonucunda, Dinç hakkında "ihmali davranışla kasten öldürmek" suçundan beraat, "Kamu görevlisinin görevi ihmal" ve "Kamu görevlisinin görevi kötüye kullanması" suçlarından ise zaman aşımı nedeniyle düşme kararı verilmişti. Dinç, Hrant Dink suikastının gerçekleşeceğinden haberdar olan ilk isim olmasına rağmen AKP tarafından ödüllendirilerek İstihbarat Daire Başkanlığına getirilmişti.
Irkçılık sadece iktidar partilerine has bir şey değil. Bizzat Kürtlerin oyları sayesinde İstanbul, Ankara, Mersin ve Adana başta olmak üzere birçok il ve ilçede yerel yönetimleri kazanan CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun görevlendirdiği heyet, Konya’da vali ve emniyet müdürü ziyaretlerinden sonra, olaydaki Kürt kimliği meselesine vurgu yapmaksızın, olası fail olan ülkücü gruplara, onları kollayan Soylu gibi yetkililere ilişkin tek bir kelime dahi etmeksizin şu açıklamayı yapmıştır: “İnanıyoruz ki bu menfur olay Konya’mızda yüzyıllardır var olan sevgi ortamını, Türk-Kürt kardeşliğini zedeleyemeyecektir”. Kardeş katillerine ve onların kollayıcılarına iki kelam edemeyen, o kollayıcılardan hem de Hrant Dink’in kanını üzerinde taşıyan şüpheli emniyet müdürü Engin Dinç’i ziyaret etmekle, ondan bilgi almakla övünen “kardeşlik” havarileri! Kürtlerin deyişi ile “Vay limin!”
Geçmişte Sivas, Gazi, Çorum, Dersim, Zilan’da örnekleri yaşanmış olan katliamların hesabının sorulamamış olması daha büyük katliam ve saldırıların habercisi olmuştur. İzmir’de HDP binasına yapılan saldırıda Deniz Poyraz’ın katledilmesinin ardından da devlet cinayetin üzerini kapattı. “Bu saldırı hepimize yapılmıştır” edebiyatı Kürtlerle bir dayanışma duygusunun değil, Kürtlere karşı ırkçı saldırıyı örtbas etme çabasının bir ifadesiydi. Deniz Poyraz’ın katiline gösterilen şefkat, cinayete yönelik protestolara yapılan polis saldırıları, MHP şefi Bahçeli’nin cinayetten sonra katili değil Deniz Poyraz’ı terörist olarak yaftalaması saldırıya uğrayan Kürtlere değil katliamcılara güven vermiştir. İçinde bulunduğumuz günlerde hiçbir somut delil ve bulgu olmadığı halde tüm toplumu derinden sarsan orman yangınlarının faturasını da Kürtlere çıkaran ırkçı bir kampanya sürmektedir. Konya katliamı bu ortam içinde gerçekleşmiştir.
Kürtlere, hele ki bu olayda olduğu gibi yoksul Kürtlere yapılan her saldırı, tıpkı geçmişte yapılanlar gibi Türkiye’nin işçi ve emekçi sınıflarına, yoksullarına da yapılmış sayılmalıdır. Bu yüzden bu katliam ile ilgili derhal ve zaman geçirmeksizin bağımsız, tarafsız ve etkin bir şekilde soruşturma yürütülmeli, sorumluları derhal yakalanmalı, en ağır biçimde cezalandırılmalıdır. Irkçı nefret saldırılarına hedef gösterilmiş olan tüm kişi ve topluluklar göstermelik olarak değil gerçekten hukuki ve fiili koruma altına alınmalıdır. Kürtlerin siyasi temsilcilerine yönelik hedef gösterme ve linç girişimleri hukuki ve cezai soruşturma ve yargılamalara konu olmalıdır.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2021 tarihli 143. sayısında yayınlanmıştır.