17 Nisan Ankara Mitingi: Eğitim emekçileri daha iyisine layık! (18-04-2010)
Uzun zaman sonra Eğitim-Sen ciddi sayılabilecek bir katılımla Ankara'daydı. Kortejler özellikle genç eğitim emekçileriyle, atanamayan ve güvencesiz çalışanlarla doluydu. Her haliyle canlı olan kitle pek çok kişiye "neden" sorusunu sordurdu? Eylem neden kalabalık olmuştu?
Eyleme katılanlar ve sınırlı oranda da olsa örgütlenme çalışmalarında yer alanlar çok daha az bir katılım beklemekteydi. Çünkü 17 Nisan mitinginin örgütlenme çalışmaları genel olarak tüm illerde, şubelere gönderilen bir afiş ve bildiriden ibaretti, ki bunların çoğu da şube binalarına kaldı. Bunun dışında eylemi kamuoyuna taşıyacak önemli bir ön hazırlık yoktu ve ya şubelerde bu doğrultuda bir takım etkinliklerin örgütlenmesi söz konusu değildi. En fazlasından bazı şubeler okullara mitingin amacını anlatmak için ziyaretler organize etmişti.
Eğitim-Sen'in içyapısını az çok tanıyanlar buradan hareketle sendika içindeki politik olma iddiasındaki grupların, bu eylemi sahiplenmediğini rahatlıkla söyleyebilir. Çünkü örgütlenmeye kendi kadrolarını veren bu gruplardır ve onların ittirmesiyle pek çok sendikalı da çalışmalarda aktif olarak yer almaktadır. Hadi genel merkez yönetiminde olan grupları anladık! Onlar "dostlar alışverişte görsün" mantığı ile yıllardır iş yapmaktalar. Onlar için böyle bir mitingin yapılması bile bir lütuftur. O yüzden eylemin amacına ulaşması ilk önceliği oluşturmamaktadır. Peki, daha önce genel merkez yönetiminde olup da şimdi muhalefette olan, yine de pek çok şubeyi elinde bulunduran gruplara ne demeli? Bu gruplar da "ben eyleme eylem demem eylem benim olmayınca" anlayışı ile hareket etmektedir. Çalışmalarda ya hiç yer almamakta, ya da gönülsüzce bulunmaktadırlar. Sanki eylem başarısız olursa bu genel merkez gruplarının başarısızlığı olacak! Daha militan bir çalışmanın yürütücüsü olan gruplar da, çok daha mühim(!) işlerle meşgul oldukları için bu eylemin örgütlenmesinde yeterince yer almayınca, sonuçta ortaya şöyle bir tablo çıktı: Bu grupların ağırlıklı olduğu illerden, özellikle büyük illerden sınırlı bir katılım, katılımların çoğunu eylemlerde yeterince deneyimli olmayan yeni bir kuşağın oluşturması, hareket, bekleme ve buluşma noktalarında ortaya çıkan ciddi eksiklikler, yetersiz sayıda görevli ve bunun sonucunda seri ve tek elden hareket şansının elde edilememesi, dahası bazı durumlarda ne yapılacağının kestirilememesi, eylem boyunca tam bir plan ve programdan yoksunluk, kitlenin yönlendirilememesi, eylemin adı dışında ortak bir mesajının bulunmaması, hatta kitlenin bile dağınık halde durması... Saydıklarımız elbette daha farklı ve dikkati gözlemlerle çoğaltılabilecektir; ancak bunlar eylemin bir plan ve programdan yoksunluğu ile disiplinsizliğini arttıracak nitelikte olacaktır.
Tüm bu sayılanlardan sonra "Eylem neden kalabalık olmuştu" sorusu daha da bir ilginç hale gelmektedir. Ama buna şu şekilde bir açıklama yapmak mümkündür: Son iki yıldır sermaye ve onun hükümeti AKP'nin uyguladığı politikalar özelde eğitim emekçileri olmak üzere tüm emekçileri ziyadesiyle mağdur ve mutsuz etmektedir. Örneğin atanamayan öğretmenlerin sayısı 400.000'e yaklaşırken, çalışan eğitim emekçilerinin çoğunluğunu ücretli ve sözleşmeli çalışanlar oluşturmaktadır. Bunlar ve kadrolu olsa dahi yeni atanan eğitim emekçileri en kötü çalışma koşullarına maruz bırakılmaktadır. İşte bu nedenle son yıllarda yapılan eylemlere eskiye göre daha fazla bir katılım göstermektedirler. 25 Kasım grevinin başarılı olmasının gerekçelerinden biri de budur. Bugün içinde bulunduğumuz ekonomik kriz koşullarında bu kitle çok daha yaygın ve ciddi örgütlenen eylem ve grevler aracılığıyla sermayeyi, onun hükümetini sarsmaya adaydır.
Ya başta Eğitim-Sen olmak üzere iktidarı ve muhalefetiyle sendikalar? Yukarıdaki tablo sanırız bir fikir sunacaktır; ama burada bırakılamaz! Bir iki çift söz daha edilmelidir. Özellikle Eğitim-Sen'de gruplar arası mücadele emekçilere kim daha iyi hizmet edebilir mücadelesi olmaktan çıkmış ve boş bir koltuk kavgasına dönüşmüştür. Gruplar kendi siyasi görüşlerini yönetimlerde var etmekten başka bir amaca hizmet edemez olmuştur. Örneğin Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç'ın da, KESK Genel Başkanı Sami Evren'in de 17 Nisan mitingine damga vuran konuşmaları sadece anayasa tartışmalarındaki görüşleri olmuştur, kendileri özgürlükçü ve demokratik anayasa istemiştir kürsüden, oysa miting güvenceli çalışma ile ilgili bir mitingdir.
Az önce bahsi geçen koltuk kavgası gittikçe saldırgan bir rekabete dönüşmekte ve bu rekabet karşısındakinin başarısız olması için her türlü taktiği kullanmaya da meyilli hale getirmektedir sendikadaki grupları. Hal böyle olunca sendikanın altı oyulmakta, eğitim emekçileri hareketi hızla güç kaybetmekte ve burjuvazinin yüzü gülmektedir. Çünkü şu an uyguladığı sömürü politikalarına, yenilerini ekleyebilecek ortam oluşmaktadır.
Buradan yola çıkarak, Sınıf İçin Sendika tüm sendikal anlayışları içinde bulunduğumuz ekonomik kriz koşullarının işçi sınıfı üzerindeki etkilerini daha doğru analiz etmeye ve koltuk kavgasını bırakarak işçi sınıfında oluşan tepkiyi örgütlemeye çağırmaktadır. 1 Mayıs ve 26 Mayıs grevi örgütlenmeyi beklemektedir.