Devrimci Marksizmin eşcinsellere bir vaadi var: Özgür bir dünya (Reyhan Kayışlı - 15-01-2010)
Bütün yaptıklarımdan ve bütün söylediklerimden
Kimse anlamaya çalışmasın kim olduğumu
Bir engel vardı, bir engel, bütün eylemlerimi
Ve baştan aşağı tutumumu değiştiren
Hep bir engel vardı tam konuşacağım sıra
Susturuverirdi beni
En göze çarpmamış davranışlarımdan
En kapalı sözlerimden, yazdıklarımdan
Yalnız onlardan anlaşılabilirim
Ama belki de değmez bunca çabaya
Bunca dikkate, gerçekte kim olduğumu bulmak için,
Daha güzel bir toplumda, ilerde
Bir başkası tıpkı bana benzeyen
Çıkar kuşkusuz, yaşar özgürce.
-Konstaninos Kavafis-(Çev.Herkül Milas)
Çeşitli devrimci örgütlerin içerisinde yer aldığı Hasta Tutsaklar Platformu'nda LGBTT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transseksüel Dayanışma Derneği) üzerine yaşanan tartışmalar, eşcinseller karşısında devrimcilerin tutumu konusunun gündeme gelmesine neden oldu. Halk Cephesi, platform bileşenleri arasında yer alan LGBTT'ye platformda söz hakkı tanınmasına karşı çıkınca eşcinsellerin kurduğu bu örgüt platformdan dışlanmış oldu. Ardından bir dizi sosyalist örgüt ve feminist kurum da bu durumu protesto ederek platformdan çekildi.
Tartışmaların ardından Halk Cephesi'nin çıkardığı Yürüyüş Dergisi'nin 201. sayısında yayımlanan bir yazıyla eşcinseller "tedavi edilmesi gereken cinsel sapıklar", onları destekleyen devrimciler de, devrimden umudunu kesmiş, yozlaşmış, çürümüş yapılar olarak ilan ediliyor. Devrimcilerin bu tutumu da "hasta tutsaklar ölebilir, bize göre cinsel sapıklığın söz hakkı daha önemlidir" şeklinde yorumlanarak duyuruluyor. Bu demagoji üzerinde çok fazla durmaya gerek bile yok. Sonuçta platformun amacı ne olursa olsun, böyle bir tartışma ortaya çıkmışsa elbette her siyasetin görüş bildirme ve tavır takınma hak ve sorumluluğu vardır. Bundan platformun asıl meselesi olan "hasta tutsakların yaşam hakkı önemli değildir tavrı sergilediler" gibi bir sonuç çıkarmak için mantık kurallarını epeyce bir zorlamak gerekir. Devrimci çevreler ve daha önemlisi LGBTT, bu platforma katılarak zaten hasta tutsakların yaşam hakkına verdikleri önemi göstermişlerdir.
Yürüyüş Dergisi'ndeki yazıda, eşcinsellik gibi "cinsel sapkınlıkların" kapitalizm tarafından teşvik edilip yaygınlaştırıldığı iddia ediliyor. Erkek egemen kapitalist sistemin en ağır baskıları uyguladığı bir toplumsal kesimi, bu sistemin teşvik ettiği iddiası oldukça ironik. Bu sistem, eşcinselliği teşvik ediyor, kanıksatıyor ise neden travesti ve transseksüeller ancak fuhuş batağında çalışabilme imkânı bulabiliyorlar? Bundan zevk aldıkları için mi? Buna direnip de başka işler yapmaya çalışanlar neden devletin polisinin onca baskı ve işkencesine maruz kalıyor? Neden bir hakem eşcinsel olduğunu açıkladığında sırf bu nedenle sertifikası iptal ediliyor? Bu baskı ve muamelelere yüzlerce ve çok daha vahim örnekler verilebilir. Ancak bu örnekler bile en azından sistemin teşviki bir yana, tam tersine bu kesimin hayatta kalabilmek ve hayatlarını idame ettirebilmek için bile sistemle nasıl bir mücadele vermek zorunda olduklarını ortaya koyuyor.
Heteroseksüelliğin ya da homoseksüelliğin biyolojik ve psikolojik kaynaklarını araştırmak ise devrimcilerin görevini aşan bir konudur ve asıl mesele de bu değildir zaten. Ancak en azından tüm canlı türlerinde ve tarihin her aşamasında var olduğu, bugün içinde yaşadığımız toplumda da eşcinsel yönelime sahip insanların azımsanmayacak sayıda olduğu bilinen bir gerçektir. Sistemin topluma empoze ettiği homofobik ve ayrımcı yaklaşımın yarattığı baskı nedeniyle birçok insan bu durumu gizleme gereği duyuyor. Mesele, cinsel yöneliminden dolayı bunca baskı ve şiddete maruz kalan ve buna karşı mücadele veren bu insanlara devrimcilerin ne söylediği, nasıl yaklaştığı ve ne vaat ettiğidir. Yani bu konunun politik yönüdür. Ancak, "bu insanların cinsel yönelimleri bizi ilgilendirmez, siyasi görüşleriyle var olsunlar" gibi kaba bir yaklaşım değil sözünü ettiğimiz politik yön. Devrimci bakış açısı, bu kesimin zaten cinsel yönelimleri nedeniyle ezilip dışlandığını ve siyasi görüşleri ne olursa olsun cinsel kimliklerinin tanınması mücadelesi verdiklerini göz ardı edemez. Bu nedenle elbette bu insanlar her yerde cinsel kimlikleriyle var olacaklardır. Hele de tam da bu mücadele için kurulmuş bir oluşumun bu tavrında anlaşılamayacak ya da yadırganacak bir taraf yoktur. Onları "cinsel kimliklerini ön plana çıkardıkları için dışlamak" değil, onların da mücadelelerinin ancak erkek egemen kapitalist sisteme karşı verilecek devrimci Marksist bir siyasi çizgiyle başarıya ulaşabileceğini göstermektir devrimci görev. Lenin, Ne Yapmalı? başlıklı eserinde, işçi sınıfının öncüsünün, işçi sınıfı dışındaki toplumun diğer ezilen kesimlerine de ulaşmak ve onlara öncülük etmek zorunda olduğunu vurgular.
Eşcinsellik konusuna nasıl bakıldığı, erkek egemen ve kapitalist sistemin çözümlenmesi ve bu toplum biçimi yerine devrimcilerin nasıl bir toplum biçimi öngördüğü sorununda da önemli bir yer tutuyor. Komünizm, son tahlilde tüm insanlara özgürlük vaat eder. İnsanların cinsel kimlikleri ve yönelimleri ile ilgili öngördüğü herhangi bir ideal model yoktur ve olamaz da. Zaten kim, hangi hakla, hele de devrimcilik adına, hangi cinsel yönelimin sağlıklı, hangisinin hastalıklı olduğunu iddia edebilir ki? Bu yaklaşımın en uç uygulamaları tarihte ancak faşizm dönemlerinde görülmüştür. Eşcinseller de böyle dönemlerde en ağır bedelleri ödeyen kesimlerden birisi olmuştur. Devrimcilerin yaklaşımı ve vaat ettikleri toplumsal yapı asla eşcinsellere, onları tedavi ettirmek, cinsel yönelimini değiştirmeye zorlamak, baskı altına almak gibi bedelleri ödetmek şeklinde olamaz. Halen ağır bedeller ödemeye devam eden ve cinsel kimlikleriyle var olmanın mücadelesini veren bu ve ezilen tüm toplumsal kesimlerin özgünlüklerini anlamayıp onların taleplerini devrimci Marksist çerçevede kucaklamayan hiçbir hareket gerçek bir proleter devriminin öncüsü olamaz.