“Türkiye’nin etkisi artıyor” diye sevinenlerden misiniz? “Eksen kayıyor” diye üzülenlerden mi? (28-10-2009)
"Türkiye büyük devlet oluyor, bölgede etkisi artıyor" diye sevinenlerden misiniz? Sevinin bakalım. Son ağlayan kötü ağlar!
Ekim başlarında Konya'da yapılacak olan uluslararası hava tatbikatı gündeme geldiğinde, "One minute bitti" diye Erdoğan'ı sıkıştırmaya çalışanları, İsrail bu uluslararası tatbikattan dışlanınca bir telaştır alıyor. Kökten Kemalist cephe, sanki kendisi İsrail'e ve Siyonizme karşıymış gibi eleştirme kozunu yitirince akşamdan sabaha birdenbire tam tersi yöne savrularak "Müslüman ve Arap dünyasına yanaşan hep başarısızlığa uğramıştır" türü sözde "nesnel" bir analizin ardına sığınarak İsrail yandaşlığına başlıyor. Sonra TRT'nin "Ayrılık" dizisi geliyor. Hürriyet gazetesi "Reyting % 0,8, kriz % 100" diye başlık atarak TRT'yi kontrol eden hükümete yükleniyor. Hürriyet gazetesinde "solcu" şair Özdemir İnce dayanamıyor, TRT'ye cepheden hücum ederek Siyonizm dostu olduğunu bir kez daha gösteriyor. (Siyonizm dostu ABD karşıtlığına ağzıyla kuş tutsa kimseyi inandıramaz!) Sonunda yeni bir terminoloji doğuyor: "Dış politikada eksen kayıyor." Yani, Türkiye Batı'dan, ABD'den, AB'den, İsrail'den kopuyor, İslam dünyasına yanaşıyor. TÜSİAD burjuvazisinin, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve taraftarlarının kâbusu!
"Eksen kayıyor" diye üzülenlerden misiniz? Üzülmeyin. Son gülen iyi güler!
Son haftaların dağdağalı gelişmelerini Türkiye burjuvazisinin ve devletinin son yirmi yıldaki gelişmesinin içine yerleştirerek anlamak gerekiyor.
1) Olan biteni Davutoğlu'nun dehasına atfetmek geçmişe ilişkin bir miyopluktur. Davutoğlu yüceltiliyor, "Türkiye'nin Kissinger'ı mıdır, değil midir?" diye tartışılıyor. (Vietnam'a karşı savaş suçlusu ve savaş mağlûbu Kissinger'a benzemek nasıl bir onursa!) Geçmişi unutmak had safhada. Daha birkaç yıl önce, Demokrat Parti başkanı iken Mehmet Ağar, Azerbaycan ve Gürcistan gibi ülkelerin yanı sıra Suriye ile entegrasyondan söz etmemiş miydi? Ağar gibi bir eski polis şefinin böyle büyük projeleri kendi başına hayal etmesi mümkün mü?
Mesele şu: Davutoğlu Türkiye burjuvazisinin bağrında yirmi yıldır gelişmekte olan bir eğilimin şimdilik son halkasıdır. Bu eğilim, Özal'da ifadesini "21. yüzyıl Türk yüzyılı olacak" vecizesiyle, Demirel'de ise "Adriyatik'ten Çin'e Türk dünyası" hülyasında bulmuştu. Balkanlar'dan başlayıp Ortadoğu ve Kafkasya'dan geçerek Çin'e, hatta Çin'in içinde Uygurların yaşadığı topraklara kadar uzanan devasa bölgeye şu ya da bu biçimde (yani ille fütuhat yoluyla değil, ne tür nüfuz olabilirse o biçimde) göz dikmekti bu. Kültürel ifadesini yeni bir Türkçülük ve Osmanlıcılıkta buluyordu. Davutoğlu'nun bugün yüceltilen "stratejik derinlik" tezinin temelleri burjuvazinin içindeki bu eğilimin sözde bilimsel kılıkta ifade edilmesinden ibarettir.
Bu gelişmenin temelinde dört büyük faktör yatıyor. Birincisi, Türkiye burjuvazisinin 1980 sonrasında ekonomik alanda emperyalist sermayenin küçük ortağı olarak ülke sınırlarının ötesine taşması. İkincisi, Doğu Avrupa'dan başlayıp Sovyetler Birliği'nden geçerek Çin'e uzanan coğrafyada bürokratik işçi devletlerinin farklı biçimlerde çöküntüye uğraması, kapitalizmin restorasyonunun başını alıp gitmesi. Son iki faktör, bu ikincisinin bir bakıma türevi. Üçüncü faktör, bu coğrafyada doğan boşluğun yeni emperyalist paylaşım dinamiklerini ve buna bağlı olarak ABD'nin sürekli savaş politikasını harekete geçirmiş olması. Dördüncüsü ise, Sovyetler Birliği'nin dağılması ile birlikte Türki devletler dünyasındaki petrol ve doğal gaz coğrafyasının kapitalist dünya ekonomisinin enerji konusundaki can damarı Ortadoğu ile adım adım bütünleşen bir coğrafyayı doğurması. Bu son iki nokta, başta ABD olmak üzere emperyalizm ile Türkiye'nin kaderlerini büyük ölçüde birbirlerine bağlıyor.
Türkiye burjuvazisi, örneğin Brezilya'nın Güney Amerika'da oynadığı rol gibi kendi bölgesinde bir "küçük şef" rolüne soyunuyor. Her iki durumda da "büyük şef" ABD'dir. (Brezilya ile Türkiye'nin birbirleriyle ilişkilerini son yıllarda hızla geliştirmesi de bu ülkelerin uluslararası ekonomi ve politikada oynamaya çalıştıkları daha iddialı rolün bir yansımasıdır.)
2) Son dönemde Avrupa Birliği faktörü Türkiye'nin kendi bölgesindeki nüfuz arayışını iki çelişik gelişme yoluyla ciddi biçimde hızlandırmıştır. Birincisi, 2004'ten itibaren AB'nin Türkiye ile müzakereleri başlatma kararı, Türkiye'yi İslam dünyası ve özellikle komşu ülkeler için kapitalizmle bütünleşmenin bir kanalı haline getirerek onların hakim sınıfları nezdinde itibarını arttırıyor. Tersinden bakıldığında, bu gelişme Türkiye'nin AB nezdinde prestijini arttırıyor. Ama öte yandan AB içinde bazı odakların, özellikle son yıllarda Fransa'nın ve Almanya'nın Türkiye'nin üyeliğine açıkça karşı çıkmasına yanıt olarak Türkiye burjuvazisi kendi elini güçlendirme ve AB'ye Türkiye'nin başka alternatiflerinin de olabileceğini gösterme ihtiyacını hissediyor. (Bu yaklaşım, 1999'da Türkiye'nin aday üyeliği reddedildiğinde de burjuvazinin bağrında özellikle Kafkasya ve Orta Asya için görülmüştü.)
3) AKP iktidarı ayrıca Körfez ülkelerinde biriken yatırım fonlarına da gözünü dikmiştir. "İslami" bankacılık ve finans, dünya çapında artan bir önem taşıyor. Londra finans çevreleri bu konuda büyük bir atağa kalkmıştır. İslamcı gelenekten geldiği için Arap dünyası ile başka hükümetlere göre çok daha rahat ilişki kurabilen ve aynı zamanda "faizsiz bankacılık" fideliğinde yetişen bir finans kapital fraksiyonunun temsilcisi olan AKP hükümeti bu konuda son yıllarda sessiz ve derinden hazırlıklar yapıyor. İstanbul, Londra'ya öykünüyor.
4) Son dönemin atağı aynı zamanda İran'ı yalıtma operasyonudur. Suriye ve Irak'la son dönemde yaşanan yakınlaşmanın "eksen kayması" anlamına geldiğini düşünenler iki noktayı hatırlasalar iyi ederler. Birincisi, Suriye düne kadar Ortadoğu'da İran'ın devlet düzeyindeki en yakın ve önemli müttefiki idi. Türkiye'nin ABD ile derin ve uzun soluklu ittifakı düşünüldüğünde, Suriye'nin Türkiye ile böylesine yakın bir ilişki içine girmesi, kaçınılmaz olarak İran'dan uzaklaşması anlamına gelir. Irak hükümeti ise bir işgal hükümetidir, ABD emperyalizminin/sömürgeciliğinin gözetiminde iş yapmaktadır. Irak'la yakınlaşmak nasıl olur da bir "eksen kayması" olarak yorumlanır? Afganistan ve Pakistan'daki (Af-Pak) savaş "tiyatrosu"nda başı belada olan ABD'nin Irak'ı İran tehlikesine karşı Türkiye'ye emanet etmek istemesinden daha doğal bir şey olabilir mi? Ayrıca Türkiye'nin ABD'nin taşeronu olarak Irak'ı himayesi altına alması, aynı zamanda Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölge Yönetimi'ni ayrı devlet kurma hülyaları bakımından kıskıvrak bağlama amacına hizmet etmez mi? Tersinden bakıldığında, yarın Irak Türkiye'den uzaklaşırsa, Türkiye'nin Barzani ve Talabani'ye vereceği himaye ile Irak Kürdistanı üzerinde hakimiyet sağlayabileceği bir ortam doğmamakta mıdır?
5) Kısacası, Türkiye Balkanlardan Orta Asya'ya uzanan bölgede bir hakim güç olma yolunda adımlarını ABD ile işbirliği içinde atmaktadır. Elbette, her büyük politika değişikliğinin maliyeti de olacaktır. İslam dünyasına yakınlaşmanın, özellikle Suriye ile "entegrasyon"un dahi dile gelmesinin, İsrail'le ilişkilere olumsuz etkiler yapacağı gün gibi açıktır. Aynı şekilde, Ermenistan ile yakınlaşmanın, Dağlık Karabağ sorunu dolayısıyla bu ülkeyle boğaz boğaza olan Azerbaycan'dan tepki çekeceği açıktır. Ama AKP hükümeti açısından bunlar yeni dengelerin bir sarsıntıdan sonra yerli yerine oturacağı umuduyla önemsenmemektedir. Yoksa Türkiye burjuvazisinin hiçbir kanadı ne İsrail ile ne de Azerbaycan ile ilişkileri bozmak niyetinde değildir. Zaten Ermenistan yakınlaşması/Azerbaycan'la çelişkiler "eksen"in İslam dünyası lehine kaymadığının bir başka kanıtıdır.
AKP hükümeti İsrail'in "Ayrılık" dizisine gösterdiği tepkiye karşı bir yandan "TRT özerktir" diyor, ama bir yandan da başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın ağzından "dizinin sonu İsraillileri sevindirecektir, merak etmesinler" diyor. (Özerk bir kurumun dizisinin sonunu Başbakan Yardımcısı nereden biliyorsa!) İsrail'in dostları üzülmesinler, mutlu son bir gün gelecektir! Unutulmasın, Obama da İsrail'i bazı tavizler vermek üzere yola getirmeye çalışıyor. Türkiye'nin tavrı onun için bir koz bile olabilir. ("Bak, İslam ülkeleri arasındaki en yakın müttefikin bile senden uzaklaşıyor!") Daha genel olarak, Obama'nın Bush'a karşıt olarak İslam dünyası ile ilişkileri onarmaya çalıştığını bilmeyen mi kaldı? AKP hükümetinin ekseni kaymıyor, dünya politikasının ekseninin kendisi yeniden düzenleniyor!
Özetleyelim: Türkiye burjuvazisi, dünya ve bölge politikasına eskisinden daha iddialı, daha hırslı bir biçimde girme çabası içindedir. Burada kerteriz noktası ABD ile ittifakıdır. Ama bölgesinde güçlü bir burjuvazi olarak zaman zaman özerk manevralar yapıyor. Hep son tahlilde ABD ile ittifakından kopmayacak sınırlar içinde.
"Türkiye büyük güç oluyor" diye seviniyor musunuz? Bekleyin, görün. Bütün bunlar Türkiye'nin başta ABD olmak üzere emperyalizmle ittifak içinde sürekli savaş yağmasından daha fazla pay alması içindir. Savaşa girmeyene savaştan pay verirler mi?