1 Eylül 2009’un ardından (02-09-2009)
Kürt açılımı diye ünlenen, ancak hükümetin tarafının adını demokratik açılıma çevirmeye çalıştığı sürecin etkisiyle, bu yılki 1 Eylül etkinlikleri günler öncesinden planlanmaya başlandı. Son derece kitlesel olması için çaba sarf edilen etkinlikler içerisinde, Abdullah Öcalan'ın yol haritasının da açıklanacağı ifade edilmekteydi. Bu nedenle özellikle Diyarbakır'daki miting Kürt tarafının sürece dönük bir yanıtı olarak gösteriliyordu.
Nitekim sabah saatlerinden itibaren Diyarbakır'daki miting alanına akan kitle yüz binin üzerinde bir kalabalığa ulaştı. Mitingde konuşma yapan DTP eş başkanları Ahmet Türk ve Emine Ayna ile Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Kürtlerin on yıllardır büyük acılar yaşadığını, bir yandan imha edilmeleri için uğraşılırken bir yandan da kimlik ve kültürlerinin yok sayıldığını ifade ettiler. Bu koşullara yönelik isyanın haklı olduğuna yapılan vurguları, yaşanan savaşın iki tarafa da kaybettirdiği ve bitmesi gerektiği vurguları izledi. Fakat konuşmalarda, son günlerde İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın ve Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'un sözleri nedeniyle demokratik açılım sürecine duyulan güvensizlik hâkim oldu. Yeniden tasfiye planları yapıldığının iddia edildiği konuşmalarda, bu durumun barış planlarını suya düşüreceği üzerine basılarak vurgulandı. Konuşmaların bir diğer boyutunu ise muhatap tartışmaları oluşturdu. Yapılan konuşmalarda Öcalan'ın muhatap alınması ve kendisiyle görüşülmesi gerektiği ifade edildi. Barış güvercinlerinin uçurulduğu mitingde polis gölge etmeyince herhangi bir sorun da yaşanmadı.
İstanbul'da 1 Eylül mitingi Kadıköy'de çok sayıda siyasi parti, sendika ve dernek tarafından gerçekleştirildi. Hafta içine denk gelmesi ve yağmurlu bir gün olmasına rağmen beklenenin üstünde bir kitle, yaklaşık 10 bin kişi, yürüyüşte ve alanda yerini aldı. Çok büyük bir çoğunluğunu DTP'lilerin oluşturduğu kortejde barış özlemlerini dile getiren pankartların yanında, sorunun çözümü için operasyonların durdurulması gerektiğini vurgulayan ve Öcalan ile PKK'nin muhatap alınmasını isteyen pankartlar taşınmaktaydı. Sloganlar da özellikle bu noktaya odaklanmıştı. Kitlenin son derece canlı ve özellikle demokratik açılım sürecinin içinde bulunduğu noktadan dolayı öfkeli olduğu görülebilmekteydi. Mitingde KESK dönem sözcüsü Hatun İldemir, DTP milletvekili Sebahat Tuncel ve yazar Haluk Gerger birer konuşma yaptı.
Diyarbakır ve İstanbul'un tüm olumlu havasına rağmen 2009 Newroz'unda her iki şehirdeki mahşerane kalabalıkları hatırlayınca akla bir takım soru işaretleri de takılabiliyor. Elbette Diyarbakır'da toplanan kalabalık azımsanamayacak kadar çoktur. Ancak bundan daha büyük bir katılımı ve daha etkili bir organizasyonu hedeflediğiniz miting ile karşılaştırdığınızda beklenen etkiyi yaratmadığı iddia edilebilir. Yine İstanbul mitingi için de aynı şeyler söylenebilecektir. Bir ay öncesinden başlayan hazırlık çalışmalarının son derece zayıf geçmesi, mitingin nasıl olabileceği konusunda fikir vermekteydi. Buna bir de mitingin hafta içi yapılacağının eklenmesi hedeflerin tutmayacağına dair işaretlerdi.
Peki bunun nedeni ne olabilir? Her şeyden önce bu açılım sürecinin başladığı günlerden beri afyon etkisi yaratan bir takım sözler ifade edilmekte. Başbakanın ağzından son derece duygusal bir tarzla dile getirilen bu sözler kitle üzerinde bir yumuşama etkisi yaratsa da siyasi kadrolar bu vaatlerden etkilenmemeliydi. Hakların sokaklarda mücadele ile kazanılacağı bilinciyle yaz ayları kitlesel eylemlerle doldurulmalıydı. Ancak görülebileceği üzere 1 Eylül'e kadar meydanlara sessizlik hakim oldu. Gözler televizyonlarda Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli ve Deniz Baykal'ın sözde tartışmaları izlendi. Bu tartışmalara bu partilerin alt kadrolarının da katılması ile süreç Kürtleri aşağılayan ve onurlarını kıran bir hale dönüştü. Böyle bir süreçte sessiz kalmak, sürece zarar vermemek adına ne söylediği tam olarak anlaşılmayan açıklamalar yapmak, ister istemez Kürt sorununa siyasi ve barışçıl çözüm isteyenleri "süt dökmüş kedi" ruh haline soktu. Yani suçluluk psikolojine iteledi...
Buna bir de Kürt harekenin öncü kadrolarının ciddi bir operasyon ile tutuklanmaları ve bu önemli dönemeçte cezaevinde olmaları eklenince içinde bulunulan durumun daha iyi bir portresi çizilebilir.
Ancak bugünden tezi yok, son açıklamalar ile neye benzediği daha iyi anlaşılan açılımın yarattığı sessizliğe son vermek gerekir. Kürt hareketi bugün açılımlara konu edilecek düzeye geldiyse masa başındaki görüşmelerle, televizyon tartışmaları ile gelmedi. Gün be gün mücadele ile sokaklara doldurduğu milyonlar ile geldi. Öyleyse bu güç yeninden sokakları doldurmalıdır ve Kürt sorununa barışçıl siyasi çözüm olmadan da evlerine dönmemelidir. Televizyon ekranlarındaki ırkçı sataşmalara, suçlayıcı, küçük düşürücü söylemlere sokaklarda cevap olunmalıdır. Yer yer MHP'li faşistlerin yaptığı kışkırtmalara, yaralama ve öldürmelere meydanlarda yüz binlerin katılacağı eylemlerle yanıt olunmalıdır.
Bu süreçte işçi hareketi ve sosyalist hareket de Kürt sorununa siyasi çözüm için Kürtlerin yanında yerlerini almalıdır. Bir yandan Türk işçi ve emekçileri içinde halkların kardeşliği propagandasını yaparken, bir yandan da Kürt hareketini tasfiye etmeye dönük girişimlerin karşısında yer almalıdır ve baskı altında olan Kürtlerin dile getiremedikleri talepleri de dile getirebilmelidir.