Obama’nın Türkiye ziyareti: Çuval geçen baş okşanınca (10-04-2009)
İşte böyleydi Türk burjuva medyasının Obama karşısında kapıldığı histerik, kompleksli, kölece heyecan. "Barack Hüseyin Obama Başbakan'ı öptü", "Barack Hüseyin Obama ezana saygı gösterdi", "Barack Hüseyin Obama kediyi sevdi" haberleriyle, mest olmuşluklarını halka da aksettirelim derken kendilerinden geçtiler. Bu arada Obama'nın İstanbul'dan sonra nereye gittiğine dikkat bile edemediler.
Oysa İstanbul hayal âleminde yüzmeye devam ederken, gerçeğin saati, Batılıların bir zamanlar çatılarının üzerinde halıların uçtuğunu sandığı şehir Bağdat'ta çaldı bu kez. Ankara'daki tören atışıyla yerinden sıçrayan nazik başkan, Bağdat sokaklarındaki bomba seslerini duysa kalpten giderdi kuşkusuz. Bu yüzden olacak, kentteki Amerikan üssünden dışarıya burnunu dahi çıkaramadı. Irak halkı tabii ki tam bir ilgisizlikle karşıladı Obama'nın ziyaretini. ABD işbirlikçileri Cumhurbaşkanı Talabani ve Başbakan Maliki bile isteksizce kabul ettiler bu sürpriz ziyaretinde Obama ile görüşmek için üsse gelmeyi. Bağdat ziyareti tam bir Bush klişesiydi. Amerikan medyası bile bu ziyarete ciddi bir ilgi göstermedi. Avrupa'da ve Türkiye'de sarf ettiği parlak ama boş sözlerden sonra Obama'nın Bağdat'ta Irak halkına söyleyebileceği tek laf, sunabileceği bir ümit kırıntısı bile yoktu. ABD askerlerine hitap ederken ise Bush'un her Bağdat ziyaretinde söylediklerinden farklı bir şey çıkmadı elbette ki ağzından. Türkiye'de medeniyet elçisi gibi karşılanan Obama'nın gerçekte kim olduğu Bağdat'ta anlaşıldı: Emperyalist, saldırgan bir devletin temsilcisi. Ama Türk medyası bunu görmedi, göstermedi.
Ayinesi iştir kişinin...
Ağzı pek bir laf yapan Obama Ankara'da mecliste yaptığı konuşmasında Bush dönemi politikalarını ılımlılaştıracağına işaret ederken "yangına körükle gidilmez" diyerek bir Türk özdeyişini kullandı. Ona, bir Tanzimat şairinin kaleminde çıkan bir başka özdeyişle cevap vermek gerekir: "Ayinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz."
Obama, ABD kapitalizminin en son pazarlama ve halkla ilişkiler tekniklerini kullanarak piyasaya sürdüğü bir pakettir sadece. Etkili konuşmaktadır, kibardır, zekidir; Bush'un patavatsızlıklarından, sakarlıklarından sonra bunların işe yarayacağı kuşkusuzdur. Ancak paketin içinde, her zamanki ürünün günün gereklerine uyarlanmış yeni bir versiyonundan başka bir şey bulamazsınız.
Başta Irak savaşı olmak üzere, özellikle izlediği dış politika taktikleriyle ABD'nin itibarını inanılmaz ölçüde düşüren, ülke içinde ise halkın sabrını zorlamaya başlayan Bush'un ardından, ortada şiddetli bir ekonomik kriz varken ve Rusya ve Çin hatta İran gibi yükselen güçlerin kolay lokmalar olmadıkları daha bir ortaya çıkmış, Irak'ın tam bir bataklığa dönüştüğü anlaşılmışken, ABD'nın politikalarında bir dizi yenilenmeye gitme ihtiyacı kaçınılmaz hale gelmişti ve Obama, malûm özellikleriyle bunu yapacak en güçlü aday durumundaydı. Ancak bütün bunlar ABD politikalarının özünde değişecekleri anlamına gelmiyor. Nitekim pek çok işaret bunu gösteriyor.
Dış politikada Obama'nın iki büyük açılımı gibi görülen Irak'tan asker çekme (hepsini değil, bir bölümünü) ve Afganistan'daki asker sayısını artırarak savaşı Pakistan'a yayma planları, zaten bir ölçüde Bush'un son döneminde hayata geçirmeye başladığı adımlardı. Şimdi Obama bunlara yeni bir ivme kazandırıyor ve biraz daha somutlaşmalarını sağlıyor. Ayrıca Obama, Bush'un Irak'ta uyguladığını Afganistan'a uyarlamaya çalışıyor. Bush El Kaide'nin merkeziyle Iraklı yerel direniş gruplarının aralarını açarak bu grupları satın almaya uğraşıyordu. Obama da Afganistan'da aynı şeyi Taliban'a yapmaya çalışacak. Ancak bu planı hayata geçirmek kolay değil. Taliban Irak'taki dağınık gruplardan daha güçlü ve Pakistan ordusu içinde dahi desteğe sahip. Obama'nın Afganistan'a ve Pakistan'a vermeyi düşündüğü mali yardım sonunda Taliban'ın eline gidebilir. Sonuç olarak bu bölgenin ABD'nin yeni bataklığına dönüşmesi hiç de düşük bir ihtimal değildir.
Öte yandan Obama'nın İsrail-Filistin için de orijinal bir çözümü yok. Meclis konuşmasında gönderme yaptığı Annapolis zirvesi ve yol haritası, Bush döneminde atılmış adımlardı. İki-devletli çözüm şimdilik Obama tarafından daha vurgulu bir biçimde ifade edilse de ABD politikasında bir değişiklik anlamına gelmiyor. Ne var ki İsrail'de başa geçen, eskisine göre daha sağcı hükümet iki devletli çözüme karşı olduğunu açıkça ifade ediyor ve İran'ın güçlenmesi karşısında daha sabırsız adımlar atmaya aday görünüyor. Bu hükümete karşı Obama yönetiminin açığa çıkmış bir planı yok.
Kısacası Obama ABD politikalarını kökünden değiştirmiyor. Sadece gerekli hale gelmiş düzeltmeleri yapıyor. Bir de bu politikaları uygularken ABD'nin daha az kötü görünmesinin, daha az nefret uyandırmasının koşullarını hazırlıyor.
Halka İlişkiler operasyonu
ABD'nin İran, Suriye, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden istediği, bu ülkelerin kendi içlerindeki veya ülke dışında destekledikleri radikal İslami hareketlerin ağırlığını bir şekilde ortadan kaldırarak hem ekonomik hem de siyasi olarak Batı'nın tam hegemonyası altına girmeleri ve böylece ABD, İsrail ve Avrupa için birer tehdit unsuru olmaktan çıkmaları. Bu bağlamda ABD'nin, hâkim sınıfları Batılı değerleri benimsemek için çırpınan Türkiye'yi bir model olarak parlatmasında şaşılacak bir yan yok. Bu, ABD'nin zaten yapageldiği bir şey.
Obama yönetiminin getirdiği yenilik, Bush döneminin yarattığı tahribattan sonra İslam ülkelerine daha tatlı dille, diplomatik incelikleri daha fazla kullanarak yaklaşmaya çalışmak olacak. Özellikle bu ülkelerde geniş kitlelerin gönlünü bu yöntemlerle kazanmayı deneyecekler. İran gibi güçlü bir ülkeyi çok açıkça tehdit ederek İran halkının kendi yönetimine desteğini daha da artırmak yerine, yönetime daha ılımlı bir dille yaklaşırken halkın Batılı yaşam tarzına özlem duymasını kışkırtmanın daha akılcı olacağı ortada. Bu ise daha iyi niyetli bir dış politikaya değil, daha kurnazca bir dış politikaya geçiş anlamına geliyor. Bu arada bu kurnazlık tutmazsa, ABD'nin İran'a saldırması elbette ki yeniden gündeme gelecek.
İslam ülkelerine yönelik bu kurnazlık politikasının başlama vuruşunu yapacağı mekân olarak Türkiye'yi seçtiğinde ABD başkanı burada, planladığı gibi büyük bir sempatiyle karşılandı. En başta da Türkiye burjuvazisinin buna ihtiyacı vardı. Avrupa Birliği Türkiye'yi aday üyeliğe kabul ettiğinde aylarca bayram eden ve emekçi kitlelerin umutlarını AB'ye bağlamasında büyük bir rol oynayan burjuvazinin ve onun sözde aydınlarının AB üyeliğinin suya düşmesinin ve ABD ile ilişkilerin bozulmasının ardından, böyle bir ziyaretle büyük bir motivasyon içine girecekleri aşikârdı ve öyle de oldu. Böylece ABD, bir yandan da Türkiye iç politikasında yeniden ağırlığını koymuş oldu.
"Ilımlı İslam Projesi" bitti mi?
Fakat ABD bunu yaparken "Ilımlı İslam" projesini bir kenara atmış olmadı. Çünkü ABD'nin böyle bir projesi zaten yoktu. Bu, Türkiye burjuvazisinin Batıcı-laik kanadına dahil siyasi odakların, AKP hükümetinin ABD'nin bir ürünü olduğunu kanıtlamak için uydurdukları sahte bir iddiadır. Askeri güç kullandığı halde Irak'ta dahi hiçbir modeli oturtamayan ABD'nin Türkiye'nin iç rejimini bu kadar kolayca manipüle edeceğini düşünmesi zaten söz konusu değildir. Öte yandan, güçlü bir Sünni İslam damarına sahipken ve bu damar bugün iktidarda temsil ediliyorken, bir yandan da geleneksel olarak Batılı değerleri benimsemeye çalışan, bu haliyle de bir "Ilımlı İslam" ülkesi portresi, istemese bile çizen, Türkiye'nin kendisidir. AKP esas olarak Türkiye'nin iç dinamiklerinin bir ürünüdür. Varlığından söz edilebilecek dış etki İslami hareketin birçok ülkede bu arada Avrupa'nın bağrında dahi güç kazanıyor olduğudur ve bu ise ABD'nin zaten istemediği, durdurmaya çalıştığı bir gelişmedir.
Bu bağlamda Obama'nın Türkiye'nin laik demokrasisine vurgu yapması ABD'nin Türkiye politikasında bir yenilik değil. Ancak bu vurgunun yapılış biçimi ve bu döneme denk getirilmesi tam da, ABD'nin Türkiye'deki Batıcı-laik kanada yeni bir motivasyon kazandırmayı amaçlamak istemesinden kaynaklanıyor olabilir. Eğer böyleyse, Obama'nın sadece hükümet kanadıyla değil, muhalefet partileriyle görüşmesi de bu bağlamda muhtemelen AKP'ye örtülü bir mesaj niteliği taşımaktadır. Gerçi, başbakan da cumhurbaşkanı da İslamcı kökenli olunca, ABD başkanının bir ilki gerçekleştirerek muhalefet liderleriyle görüşmek durumunda kalmasına o kadar şaşırmamak gerek.
Sonuç olarak Obama ve getireceği yenilikler üzerine burjuva medyasında çıkarılan bütün o abartılı iddialar yalandır. Peki burjuvazi bu yalana nasıl kanıyor? Kanmıyor ki! Türkiye burjuvazisi ABD'nin her türlü emperyalist politikasına destek vermeye zaten her zaman hazır ve nâzırdır. Irak savaşı başlamadan önce 1 Mart 2003'te ABD askerlerini Türkiye'den geçirecek tezkere reddedildiğinde burjuvazinin sözcülerinin AKP'ye nasıl hırçınca saldırdığını unuttunuz mu? Üstelik en azından AKP hükümetinin hiçbir suçu yoktu, çünkü tezkereyi hazırlayan kendisiydi.
O olaydan üç ay sonra Irak'ta ABD Türk askerlerinin başına çuval geçirince muhalefet bu olayı AKP aleyhine kullandı. "Ilımlı İslam" iddiaları da bu dönemde ortaya atıldı. Çuval olayı AKP'siyle muhalefetiyle burjuvazinin gururunu bir hayli kırdı evet ama onlar, küçük bir olumlu jestle bile kamuoyu önünde resmen barışmaya hazırdı. Bush'un şahinleri varken bu mümkün olmadı. Ama işte Obama, tıpkı Ayasofya'daki kediyi okşadığı gibi, kırgın, küçük çocuğun başını okşadı ya, o çocuk sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendisini zor tuttu.
Türkiye işçi sınıfının kanını emen burjuva sınıfı, işte böyle bir sınıftır!