29 Mart ve ötesi: Seçimlerden sonra da BİZ VARIZ! (İşçi Mücadelesi #40 - 11-03-2009)
Bu kozu AKP'nin elinden alarak Kürt hareketini yalıtma çabalarının önüne geçmek kuşkusuz, 29 Mart seçimlerinin Türkiye solu ve Kürt hareketinin önüne koyduğu görevlerin en önemlilerinden birisi. Bu ise, burjuvazinin iç savaş halindeki iki kanadından bağımsız bir üçüncü cephenin, ezilenlerin cephesinin yaratılması göreviyle el ele gidiyor. Türkiye ölçeğinde kurulan ve yerel seçimlerde sol ile Kürt hareketini bir araya getiren ve burjuva partilerinden bağımsız bir duruşu temel ilke olarak benimseyen "Biz Varız" platformu bu doğrultuda önemli bir kazanım niteliğinde. Ancak ilk başta platformun içinde yer alan TKP, ÖDP, EMEP ve Halkevleri gibi yapıların, sonraki aşamalarda ya platformdan tamamen ayrılarak ya da desteklerini sembolik düzeye çekerek bu olumlu girişimi zayıflatmaları, bugün ezilenlerin en acil ihtiyacı olan üçüncü cephenin yaratılması görevini göğüslemekten uzak bir tutum içerisinde olduklarını ve işçi sınıfı ve Kürt hareketinin seçimler sonrasının zorlu mücadelelerine güçlü bir birlikle girişme şansını azalttıklarını görmek gerekiyor.
Öte yandan platformun ezilenlerin ve emekçilerin karşısına Batı'da işçi adaylarla çıkamamış olması da önemli bir kayıp olarak değerlendirilmeli. Tabii bu durumun istisnaları yok değil. Örneğin mücadeleci tersane işçilerinin öncülerinden Kamber Saygılı'nın İstanbul-Tuzla'daki adaylığı önemli bir kazanım. Ayrıca, başta İstanbul'da Akın Birdal, Ankara'da Kamile Öncel olmak üzere, sosyalist kimlikleriyle bilinen isimlerin adaylıkları da platformun başarıları arasında görülmeli. Nihayet sanayi ve tarım işçilerinin kenti, Türk, Kürt ve Arap nüfusun iç içe yaşadığı Adana'da, DİP Girişimi üyesi Şiar Rişvanoğlu'nun büyükşehir belediye başkan adaylığı, gelecekte işçiler ile Kürtlerin mücadelesinin birleşik bir kanala aktarılması yönünde önemli bir deney niteliği taşıyor.
Güncel siyasi görevlerin büyüklüğüyle karşılaştırıldığında önemli eksiklikler içermesine rağmen geçmişe nazaran kayda değer bir ileri adım niteliği taşıyan "Biz Varız" platformunun adaylarının emekçilerin ve ezilenlerin desteğini kazanabilmesi için çaba harcamak gerekiyor. DİP Girişimi olarak 29 Mart seçimlerinde işçi sınıfını, solun ve Kürt hareketinin adaylarına oy vermeye çağırıyoruz.
Seçimlerden sonra ise bizi önemli mücadeleler bekliyor. Kitlelerin desteğini kazanabilmek için şovenizmi kışkırtmak, Türkiye hâkim sınıflarının en birincil yöntemlerinden olageldi. Bu seçimlerde taktik nedenlerle Kürt halkına karşı şoven propagandanın dozunu düşük tutmak zorunda kalan ve diğer partileri de bunu yapmaya mecbur bırakan AKP, bunun yerini yeni-Osmanlı hayalleri yayarak doldurmaya çalışıyor. Erdoğan'ın Davos çıkışını büyük bir seçim yatırımına dönüştürmeyi başaran hükümetin burada kalmayarak, başta Ortadoğu'da olmak üzere bölge çapında saldırgan politikalar izlemeye yönelme ihtimali beliriyor. Her ne kadar ilk aşamada bu adımlar, İsrail ve ABD'yi Hamas'ı Filistin sorununun "çözüm" sürecine katmaya ikna etmek, Suriye ve İran ile emperyalistlerin ve İsrail'in arasını yapmak gibi görünüşte "barışçı" girişimler biçiminde gerçekleşse de, son tahlilde emperyalizmin taşeronluğundan öte bir nitelik taşımıyor ve bölgeye ilişkin emperyalist politikaların sopa yerine havuç taktiğiyle yürütülmesini savunmak anlamına geliyor. Bölge sorunları bakımından Türkiye'nin son dönemdeki "aktif" girişimlerine müsamaha gösterme karşılığında ABD emperyalizmi taleplerini şimdiden sıraladı bile. Afganistan'daki savaşı Pakistan'a taşımaya yönelen Obama hükümeti Türkiye'nin Afganistan'a daha fazla asker göndermesini isteyecek. Ayrıca Irak'tan çekilecek askerlerin transit ülke olarak Türkiye'yi kullanmasını talep edecek. Emperyalizmin bu taleplerinin karşılanmasını engellemek önümüzdeki dönemin önemli görevlerinden birisi olacak.
Öte yandan ABD'nin de desteğiyle ve Güney'den Barzani-Talabani'nin sıkıştırması ile Kürt hareketini basınç altında tutan hükümetin, seçimlerden sonra emperyalizmle ilişkilerini kullanarak bu politikayı nasıl sürdüreceği bir ölçüde netlik kazanacak ve TSK'nın da desteğiyle yürütülen bu sıkıştırma politikası muhtemelen yeni bir evreye girecek.
Seçimler sonrasının en büyük mücadele alanı elbette ki ekonomik kriz olacak. Hükümetin, hele bir de seçimlerden başarıyla çıkarsa, toparladığı gücünü, ekonomik krizin burjuvazi üzerindeki olumsuz etkisini azaltmaya harcayacağını ve İMF ile de anlaşarak işçi sınıfına saldırıya geçeceğini kestirmek zor değil.
Bu yaklaşan saldırı karşısında işçi sınıfının güçlerini toparlamasına hizmet etmesi gereken 15 Şubat Kadıköy mitinginin, miting sonrası yeniden durgunluk çizgisi izlemeye başlayan sendika hareketi tarafından, işçi sınıfının biriken öfkesini boşaltmak için kullanıldığı görülüyor. Solun ve Kürt hareketinin seçim ittifakını zayıflatan siyasi yapılar gibi, sendika hareketinin de seçimler sonrasının zorlu mücadelelerine hazırlanma kapasitesini göstermekten uzakta olduğu anlaşılıyor.
Seçimler sonrasının görevleri büyük. Solun ve sendikal hareketin bugün çizdiği tablo ise bu görevleri karşılamaktan uzakta olduklarına önemli bir işaret. Geçen ay Ön Konferansını gerçekleştirerek parti inşası yolunda önemli bir aşamayı daha geride bırakan DİP Girişimi bu tabloyu tersine çevirerek seçimler sonrasının önemli görevlerini göğüsleyebilmek için var gücüyle hazırlıklarını sürdürüyor.