EEK Merkez Komitesi’nin Yeni Yıl Deklarasyonu (EEK Merkez Komitesi (Yunanistan) - 31-12-2008)
15 yaşındaki Aleksis Grigoropulos’un polis tarafından öldürülmesinin ardından yaşanan isyan, Yunanistan İç Savaşı’ndan ve askeri diktatörlüğe karşı 1973 Politeknik Üniversitesi ayaklanmasından beri ülke tarihinin en büyük isyanıdır. Bu, sadece bir gençlik başkaldırısı değil, başını gençliğin çektiği bir halk isyanıdır. Halk desteği olmasa bu kadar süremezdi. Her geçen gün, her geçen hafta, ülke çapında, kuzeyden güneye, şehirlerden köylere, ön saflarında gençliğin yer aldığı binlerce insan, hepsinden önemlisi de okul çağındaki küçük çocuklar, öğrenciler, gittikçe önem kazanan güvencesiz bir proletaryanın gençliği ve hızla proleterleşen küçük burjuvazi, işçiler ve kent yoksullarının desteği, göçmen işçilerin ve Romanlar gibi diğer ezilen grupların da katılımıyla, tonlarca göz yaşartıcı gaz ile gerçek bir kimyasal savaş açan baskıcı burjuva devlet aygıtına, “Altın Şafak” isimli paramiliter faşist grubu arkasına alan çevik kuvvet polisine karşı geliyor. Polis merkezlerine, polis araçlarına, bankalara vb. saldıran, boğucu göz yaşartıcı gaz bulutunu dağıtmak için her yeri ateşe veren, okulları, üniversiteleri, kamu binalarını, Genel İşçi Konfederasyonu’nun (GSEE) sendika bürokratlarının merkez bürolarını, TV ve radyo istasyonlarını, kültür merkezlerini işgal ederek, onları eylemin ve yeni aşağıdan yukarı karar alma organlarının merkezlerine, genel meclislere dönüştüren isyancıların hiç durmayan doğrudan bir eylemidir bu.
Yunanistan’dan dünyaya gönderilen mesaj, Paris Komünü’nün ve Enternasyonal’in ölümsüz sözlerinin bir yankısıdır: Bizi hiçe sayanlar bilsin, bundan sonra her şey biziz!
2. Bu büyük olay yerel ve ulusal çapla sınırlı bir istisna değildir. Eşi görülmemiş tarihsel bir sistemik kriz dolayısıyla ciddi biçimde değişen dünya durumunda, politik bir atılımdır: dünya kapitalizminin tarihindeki en derin kriz olan mevcut küresel kapitalist kriz tarafından yaratılan, Avrupa’da ve uluslararası çapta ortaya çıkan ilk politik sosyal patlamadır.
Avrupa Birliği’nin ve dünyanın hakim sınıfları, bunu açıkça teslim ettiler. Sarkozy, Fransa’da kitlesel gençlik hareketinin “Yunan yolu”nu tutması tehdidi karşısında gerici eğitim reformunu geri çekmek zorunda kaldı. İMF Başkanı Strauss-Kahn, Yunanistan’ın, küresel krizin etkisi altında diğer ülkelerde neler yaşanabileceğini gösterdiği şeklinde uyarıda bulundu. Çin’de bile, resmi bir sözcü, Çin Bilimler Akademisi Ekonomi Enstitüsü’nden Jang Şiaocing, “Yunanistan’da devam eden ayaklanmayı doğrudan küresel ekonomik krize bağladı ve Pekin’in Çin’de benzer bir durumun patlak vermesine karşı gözünü açık tuttuğunu söyledi.” (Financial Times, 21 Aralık 2008)
Solda bir dizi şüpheci kuşku duyadursun, hakim sınıflar ekonomik kriz ve kitlelerin radikalleşmesi arasındaki bağlantının gayet iyi farkındalar; Stalinist KKE [Yunanistan Komünist Partisi] gibi sözde komünist bürokratlar gerçeği inkâr ederken, bir isyan olduğunu reddederken (KKE genel sekreteri Aleka Papariga parlamentoda “gerçek bir halk isyanı olduğunda, iyi örgütlenmiş olacak, tek bir dükkâna dokunulmayacak, tek bir cam kırılmayacaktır!” dedi), isyanı “yerli ve yabancı istihbarat servislerinin gizli bir planı”nın ürünü olarak karalamaya çalışırken, kapitalistler gerçek bir devrimci olayı tanıyabiliyorlar! Maoist-Stalinist KKE-ml ve ML-KKE aynı görüşü paylaşıyorlar: “ayaklanmalar ABD ve Rus emperyalizmlerinin çekişmesinin ürünüdür” ve “CIA Putin’in arkadaşı Karamanlis’i devirmeye çalışıyor”. Stalinizm, beyinsiz kokuşmuş bir ceset olmasına rağmen, istikrarsızlaşmış mevcut kapitalist düzenin istikrarını savunmaya devam ediyor. KKE ve Papariga’nın ayaklanmaların karşısındaki duruşları için burjuvaziden, Karamanlis hükümetinden, hatta aşırı sağ bir parti olan LAOS’tan övgüler alması boşuna değil.
Ama Yunan olayları soldaki kuşkuculara acı bir ders öğretti. Bunlar daha önce dünya krizi konusundaki Marksist analizi “felâket tellâllığı” olarak niteledikten sonra şimdi, özellikle Eylül 2008’den sonra ardı ardına gelen iflasların ertesinde dünya kapitalizminin malum ekonomik krizini kabullenerek krizin ciddiyetine rüşveti kelâm ödemekle birlikte, hâlâ kapitalist krizin sınıf mücadelesi açısından devrimci sonuçlarını inatla reddediyorlar.
Yunan kapitalizmi, büyük kamu ve özel borçları ile, muazzam açıkları ile Avrupa Birliği emperyalist zincirinin en zayıf ekonomik halkasıdır; şimdi de, kriz ve radikalleşme arasındaki nedensellik bağını inkâr edenlerin tüm itirazlarına rağmen, aynı zamanda en zayıf politik halkası olduğu ortaya çıkmıştır. Tabii ki bu ilişki, ne mekanik, ne de doğrusaldır; diyalektik bir ilişkidir. Yunanistan örneğinde, dünya çapındaki çelişkiler ile iç içe geçen ve alevlenen Yunan sosyo-ekonomik yapısının tüm iç çelişkileri ve dengesizlikleri, kendi zayıf maddi temelini paramparça ederken askeri diktatörlüğün yıkılışının ardından oluşturulan politik üstyapılar meşruluğunu kaybetmekte ve çözülmektedir. Son on yılda, dönüşümlü olarak hükümet olan iki burjuva partisi, sağcı Yeni Demokrasi ve eski popülist sonradan sosyal-liberale dönen PASOK, kredilerini tüketiyor. Yıllarca halk karşıtı ve neo-liberal politikaları uygulamanın, emperyalizme boyun eğmenin, adam kayırmanın ve—sonuncusu, hem önceki PASOK ve şimdiki Yeni Demokrasi hükümetlerinin hem de kilisenin karıştığı Atos Dağı’ndaki Vatopedi Manastırı ile bağlantılı olan—büyük yolsuzluk skandallarının ardından kitle desteğini kaybediyorlar. Tüm araştırmaların bir çöküşü ve Yunanistan’daki bütün kurumların meşruiyet krizini göstermesi şaşırtıcı değil.
Aşırı sömürü, kitlesel işsizlik, özellikle yozlaşmış bir politik rejim ve sürekli polis tacizi altında, geleceği olmaksızın berbat bir hayat süren eğitimli ve eğitimsiz gençliğin arasında yaygın olan düşük ücretli, güvencesiz, “esnek” çalışma, biriken ve çözülmeyen sosyal sorunlardır. Gençliğin ve halkın hoşnutsuzluğunun her türlü dışavurumu en ağır şekilde cezalandırılacak bir suç gibi ele alınır ve vahşice bastırılırken, büyük burjuvazinin, burjuva siyasetçilerinin, kilisenin inanılmaz suçları cezasız kalmaktadır.
Ancak, yalnızca eskiden biriken sorunları ateşlemekle kalmayıp bunlara tümüyle yeni sorunlar da ekleyen, dünya kapitalist krizindeki nitel sıçrama ve bunun Yunanistan’da, hükümetin 2008 sonbaharından beri çaresizce gizlemeye çalıştığı, zaten kriz içindeki kapitalist ekonominin üzerindeki etkisidir. İnsanlar, hükümetin ve parlamento içi muhalefetin, krizi ve yükseliş temposunu yönetme kapasitesine sahip olmadığına inanıyor.
Bütün analistler 2009’un dünyada eş zamanlı bir resesyon yılı olacağı ya da daha da kötüsü resesyonun şimdiden başlamış olduğu konusunda anlaşıyorlar. 2008 Kasım ortasında yapılan ve Sarkozy ve Brown tarafından “yeni bir Bretton Woods” olarak şişirilen G20 zirvesi, (ciddi analistler ve DEYK tarafından) tahmin edildiği gibi sefilce başarısız oldu. Zirvenin korumacılığın engellenmesi çağrısı, Rusya’nın otomobillere uygulanan gümrük vergisini açıklaması ile 48 saat bile yaşayamadı. Doha görüşmeleri için tüm umutlar Bush tarafından derhal bir kenara atıldı. Birçok ülke ardı ardına korumacı bir tavır benimsedi. Dünya sermayesinin bazı sektörleri için dünya ekonomisinin lokomotifi olması için umut bağlanan Çin, çoktan krizin içine daldı. Petrol ve eşya fiyatlarının devam eden düşüşü, sadece ruble’nin istikrarının değil, aynı zamanda Putin rejiminin kendisinin istikrarının da zeminini yok ediyor.
Yunanistan’daki olaylar dünyadaki hakim sınıflar için tehlikenin işaretleri.
Yunanistan’ın kendisi 2009 yılında resmi bir borç ödeme krizi olasılığıyla karşı karşıyadır. Üç senaryo var: ya resmen dış borcun ödenemeyeceğinin açıklanması ya tüm dayatmalarını kabul ederek IMF’ye dönüş ya da Yunanistan’a borçlarını ödeyerek “yardım etmek” üzere isyan halindeki bir halka IMF’yle aynı kemer sıkma tedbirlerini dayatacak olan Avrupa Merkez Bankası’na başvurmak.
Hakim sınıf içinde, özellikle de küresel finans kapitale bağlı olan kesimleri ile sanayi burjuvazisi arasında bir yarılma sözkonusu. Ülkedeki en büyük finansal grup olan Marfin’in geleneksel Sanayiciler ve Girişimciler Birliği’nden (SEV) ayrılması, bunun en açık işaretidir. SEV Başkanı, mevcut kriz ortamında teknokratların yardımı ve resmi Solun desteği ile Yeni Demokrasi ve PASOK’un Ulusal Birlik hükümetine “ülke ekonomisini kurtarma” çağrısı yaptı. Bu çağrı burjuva partilerinin bazı kesimlerinde olumlu bir yankı buldu, ama aynı zamanda, halkın yaklaşımı bu bakış açısına karşı olumsuz olduğu için, kendi iç krizini daha da derinleştirdi. Sağ ile aşırı sağ bir Yeni Demokrasi-LAOS (“Avusturya modeli”) ya da merkez sol bir PASOK/SYRIZA gibi alternetif koalisyon hükümeti senaryoları ortalıkta dolaşıyor ama hâlâ yeterli halk desteğinin sağlanamaması, bu yönde bir beklentiden ziyade, daha fazla sorun ve bölünme yaratıyor. Büyük olasılıkla bu senaryolardan bir ya da birkaçı denenecek, muhtemelen de ülke, hiçbir çözüm getirmeyecek bir erken seçime gidecektir.
Yönetici sınıf, onun siyasi temsilcileri ve elitleri kendi içlerinde bölünmüş haldeler, ama daha önemlisi, halkla aralarındaki boşluğun giderek artması. Yunanistan’daki bazı radikal sol güçlerin iddia ettiği gibi, tek vücut halinde bir “birleşik burjuva iktidarı bloku” yok; aksine giderek derinleşen bir rejim krizi, yönetim krizi, ağırlaşan bir siyasi iktidar krizi var.
3. Burjuva medyasının ve Stalinist KKE’nin iddia ettiği gibi hem tepeden, kapitalist devletten, hem de tabandan, gençlikten, halk katmanlarından şiddetin yükselmesi, “birkaç polisin aşırı tepkisi” sonucu olmadığı gibi “yüzlerini örten anarşistlerin, bela arayanların ve ajan provokatörlerin” yaptığı bir şey de değildir. Kriz içindeki gerileyen bir kapitalist toplumun istikrarsızlaşmasının belirtisidir. Hem tepeden hem tabandan yükselen şiddet, ya sermayenin eski sosyal düzeninin yeniden inşası ya da toplumun yeni bir sosyal temel üzerinde, yani sosyalist temeller üzerinde, yeniden örgütlenmesi yoluyla yeni bir istikrar ekseninin sağlanması ihtiyacının dışavurumlarıdır. İşte bu nedenle, biz bütün burjuva, Stalinist, yeni-Stalinist, reformist ve merkezci güçlerin yaptığı gibi, ezilenlerin şiddetini mahkûm ederek, “şiddetin bütün biçimleri” karşısında “eşit mesafe”de duramayız.
Sağdan ve soldan yapılan bu ikiyüzlü suçlama 2005’te Paris’in banliyölerinde ve Fransa’nın göçmenlerin yaşadığı diğer varoşlarındaki isyan sırasında da açığa çıkmıştı. Bugün de, Gazze’deki ileri tekonoloji ürünü soykırımvari Siyonist saldırganlık ile Hamas’ın el yapımı Kassem füzelerinin kullanıldığı Filistin direnişi arasında, aynı iğrenç “eşit mesafe” tavrı, sadece ABD ve AB emperyalizmleri ile Birleşmiş Milletler ve Arap burjuva hükümetleri gibi saldırganlığın diğer suç ortakları tarafından değil, ama aynı zamanda uluslararası sol ve radikal sol tarafından da benimseniyor.
EEK ve DEYK tarafsız değildir. Bugün biz, ikirciksiz biçimde Filistin halkının yanındayız. 2005’te de Paris varoşlarındaki isyanı destekledik ve şimdi Yunanistan’daki ayaklanmada da aynısını yapıyoruz. Kamu malını utanmazca çalan burjuva siyasetçilerinin ve rahiplerin, işçilerin artı-değerini daima çalan kapitalistlerin “kırılan dükkân camlarından” ve “holiganlıktan” bahsetmeye hakları yok.
Küçük burjuva darkafalılığına ve “terbiyesi”ne ödün, burjuva ikiyüzlülüğüne tahammül yok! Haydutların ve çocuk katillerinin ahlâkı, onların ahlâkı karşısında, biz, kendi devrimci ahlâkımızı savunuyoruz.
4. Aralık isyanı, daha önceki isyanların, özellikle de Albaylar Cuntası’na karşı 1973 Politeknik ayaklanmasının, 80’ler ve 90’larda cunta sonrası burjuva demokrasisi tarafından gençlerin ve militanların öldürülmesini (Kumis ve Kanelopoulou’nun, 16 yaşındaki Kaltezas’ın, öğretmen Teboneras’ın öldürülmesi) takip eden ayaklanmaların, devlet üniversitelerinin özelleştirilmesine karşı 2006-2007’de öğrencilerin isyanının anılarını ve canlı deneyimlerini de içeriyordu.
İşgaller, sanatçıların (özellikle oyuncular atölyesi öğrencilerinin) yaratıcı eylemleri ve genç bir çocuğun öldürülmesinin acısına rağmen (ya da belki bu yüzden) mizah dolu sloganlar ile duvar yazıları ve resimleri, Yunan isyanının Fransa’daki 2005 isyanı ve hatta 68 Mayıs’ının ruhunun yansıması olan bazı boyutları olduğunu da gösteriyor.
Ama isyanın sloganının kendisinin söylediği gibi “Bu isyan gelecekten geliyor!” Bu isyan kapitalist dünyayı, özellikle de aşırı sömürülen güvencesiz işçilerin, geleceğinden yoksun kalmış gençlerin, milyonlarca işsizin, sosyal hayattan dışlanan milyonların, milyonlarca göçmenin ve ırkçı devletin sürekli tacizlerine maruz kalan Romanlar gibi diğer ezilen topluluklarının yaşadığı, büyük Avrupa kentlerini neyin beklediği gösteriyor. Yunan isyanında da tüm bu faktörlerin bileşimini bulmak mümkün.
İsyanı, cehennem gibi bir yer olan Yunan hapishanelerindeki tutsakların ilk kez net siyasi hedeflerle ve insanca koşullar için mücadele doğrultusunda ülke çapında bir isyanının izlemesi tesadüf değildir. Tüm sosyal doku, kendi çözülemeyen iç çelişkileri ile paramparça olmuştur.
İşgal edilmiş olan Atina Üniversitesi Hukuk Fakültesinden bir gencin genel mecliste söylediği gibi: “Bir gün bu isyanın duracağını ve daha öne var olana benzer bir toplum içine döneceğimizi hayal edemiyorum!”
5. İsyan boyunca çelişkili siyasi eğilimler ortaya çıktı
Karamanlis’in burjuva düzeninin Stalinist muhafızları KKE ve onun gençlik örgütü KNE’nin, kendi içlerinde şimdiden kriz şartları yaratan açık karşı-devrimci rolünü zaten belirtmiş ve eleştirmiştik. İsyan karşısındaki bu gerici duruşun, KKE önderliğinin yaklaşan 18. Parti Kongresi için kaleme aldığı ve Stalin’in, Stalinizmin, Moskova duruşmalarının ve 1930’lardaki kitlesel temizliğin “itibarlarını iade edip” bunları övdüğü resmi tezleri ile örtüştüğünü hatırlatmak önemlidir. Şimdi yeni, genç nesil, bu siyasi tutumlarla isyan karşısında aldıkları aynı derecede utanç verici tavır arasındaki bağlantıyı görebilir ve böylece Stalinizmin İspanya iç savaşındaki ya da 1941-49 Yunan Devrimi’ne ihanetteki rolünü anlayabilir.
KKE tarafından en şiddetli basınç, Synaspismos’lu eski Avro-komünistlerle parlamento dışı radikal solun (KOE’li Maocular, BirSek’in sempatizan örgütü “Kokkino” grubu ve ABD’deki ISO’nun DEA’lı taraftarları vs.) ittifakı olan SYRIZA’lı hasımlarına karşı uygulandı. Bunun açık sebebi, KKE’nin 1968’deki bölünmesinden beri Avro-komünistlerin ilk defa, Kremlin yanlısı olan ve partinin adını devam ettiren bugünkü KKE’yi, 2007’den sonraki bütün seçim araştırmalarında geride bırakıyor oluşudur. Bu, bir yandan PASOK’un parçalanmasından, diğer yandan da Synaspismos’un çoğunluğunun radikal sol güçlere, özellikle de kapitalist küreselleşme karşıtı hareketler içinde yer alanlara yüzünü dönmesinden kaynaklanıyor. Bu güçlerin SYRIZA’nın muazzam büyümesindeki payı belirleyicidir. Bundan dolayı KKE Synaspismos/SYRIZA’yı eski sağ pozisyonuna itmek, onu isyanı açıkça kınamaya mecbur bırakmak ve seçim araştırmalarında kendisini geride bırakmasına yardım eden radikal sol müttefiklerini kaybetmesini sağlamak için, “holiganları ve kör şiddeti örtbas etmekle” itham ediyor.
Synaspismos/SYRIZA’lı reformistler ise artan popülerliklerinin tehlikede olduğunu gördüler ve orta yolcu bir pozisyon tutturmaya çalıştılar: her tür şiddeti kınadılar ama isyanı değil; Karamanlis’in isteğine uyarak 10 Aralık’taki Genel Grev günü düzenlenecek yürüyüşe katılmaktan vazgeçtiler, ancak kendi sollarıyla olan köprüleri muhafaza ettiler. Synaspismos/SYRIZA’nın oyununu oynayan radikal solcular onun, kapitalizmin sınırını aşmayan “15 talebine” ya da hakim sınıfların hizmetindeki cani doğasını gözler önüne sermiş bir baskı aygıtı olan polisin “demokratikleştirilmesi” çağrısına sessiz kaldılar.
Resmi bürokratik solun bütün suçlarına ve günahlarına bakınca, aralarında çok büyük farklar bulunan çeşitli anarşist grup ve kolektiflerin polisle çatışmaların en ön saflarına neden itildiği tümüyle anlaşılırdır. Ancak, bütün bir isyanı anarşist faaliyetlerle özdeşleştirmek ve böylece içini boşaltmak hatalı, yanlış ve kasıtlı bir sahtekârlıktır. Anarşistler doğrudan eylem içinde gerçekten çok önemli bir rol oynadılar; ancak isyan, anarşizmle veya herhangi bir başka radikal sol grupla evvelden ya da halihazırda ilişkisi olmayan daha geniş gençlik katmanlarının, özellikle de orta okul ve lise öğrencilerinin yanı sıra çeşitli toplumsal kesimleri kapsıyordu.
İsyan kimsenin malı değildir ve herkes için zorlu bir sınavdır. Her grup ve kolektif içinde ayrışmalar ve hatta kutuplaşmalar ortaya çıktı. Anarşistlerin siyasi sınırlılıkları mücadeleciliklerinde değil herhangi bir alternatif perspektif ya da bir sosyal devrim programı ileri sürmekten aciz oluşlarında açığa çıktı. Daha ziyade ara bir fenomen durumundalar; devrimci doğrultuya girmeleri de mümkün, bireyciliğe ve anarko-reformizme geri dönmeleri de.
Sözde radikal ve devrimci sol örgütlerin çoğu isyanda yer aldılar, ancak bunların büyük bir bölümü militan reformizmde ve devletin baskı güçleriyle doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçınma pozisyonunda takılıp kaldılar. Çoğu durumda anarşistlere güvensizliğin ve hatta bir tür anarko-fobinin altında yatan, “karışıklıklara” bir son vermeye ve alışılmış protesto ve seçim politikasına geri dönmeye can atmalarıydı.
SEK/SWP ise (Uluslararası Sosyalizm Akımı), ne zaman polisle ciddi bir çatışma çıksa ortadan kaybolmasına neden olan pasifistliğiyle ün kazandı. GSEE (içinde PASOK’un ağırlığı oluşturduğu, SEK’in de geleneksel bağlara sahip olduğu, bürokratikleşmiş Genel İşçi Konfederasyonu) Genel Merkezi’nin mücadeleci sendikacılar tarafından işgal edilmesini şiddetle kınadılar. “ENANTIA ile MERA arasında bir anti-kapitalist koalisyon” kurarak mevcut radikalleşmeyi yaklaşan seçimlerde kazanca dönüştürmeye istekli olduklarını gizlemiyorlar.
Bu eğilim, “hareketliliği” 1999’da Seattle’daki ve 2001’de Cenova’daki hareketlerin doğrusal bir devamı olarak görüyor ve buna, anti-kapitalist solun özellikle de yaklaşan seçimlerde ve Avrupa seçimlerinde sözde birliğine ulaşmak için bir fırsat gözüyle bakıyor. “Anti-kapitalist sola, PASOK’un sınırları ötesinden, devrimci bir perspektifi henüz kabul etmeye hazır olmayan mücadele içindeki güçlere kadar” göğün altında yaşayıp da kapitalizme karşı çıkan her şeyin dahil olması gerektiğini söylüyorlar. “Respect”in Britanya’daki feci tecrübesinden ve Fransa’daki (LCR’nin de içinde tasfiye olduğu) “Yeni Anti-Kapitalist Parti”nin benzer bir muhtemel felakete uğramasından sonra SEK ve merkezci müttefikleri böyle uğursuz bir oluşumu Yunanistan’da da kurmak ve böylece reformla devrim arasındaki ayrım çizgisini –hem de tam şimdi, devrimci bir içerikle, isyan adına- anti-kapitalist bir çorbada eritmek istiyorlar!
EEK böylesine felaketli bir perspektife kesin olarak karşıdır ve karşı olmayı sürdürecektir. Bataklığa girmeyi reddediyoruz; işçi sınıfının devrimci mücadelesinin gerçek kutbunu, bir birleşik sınıf cephesini ve proletaryanın zaruri silahını –devrimci işçi partisini ve Enternasyonal’i- inşa etmek zorundayız!
6. İsyan henüz bitmiş değil. Tek tük eylemlerle geçen Noel-Yılbaşı tatilleri süresince bir yavaşlama vardı. Bu eylemlerden en önemlileri, protesto amacıyla ISAP’ın (Atina-Pire demiryolu şirketi) işgal edilmesi ve gangsterlerin başkentte yüzüne sülfürik asit atarak katletmeye çalıştığı Bulgar göçmeni, sınıf mücadeleci işçi Kostadina Kuneva için yapılan dayanışma eylemi oldu.
Gazze’nin kahraman ve şehit edilen Filistinli halkı ile dayanışma için yapılan gösteriler, yürüyüşler ve çatışmalar da Siyonistlerin esaslı müttefiki Yunan burjuva hükümetine karşı isyanımızın bir parçası olarak görülmeli.
Mücadele takvimimiz karşımızda duruyor: 5 Ocak’ta fakültelerde öğrenciler yeni işgal dalgası konusunda karara varmak üzere genel meclis toplantıları yapacaklar. 9 Ocak’ta orta okul ve lise öğrencileri, üniversite öğrencileri, öğretmenler ve işçiler yeni bir büyük gösteri yapacaklar. ADEDY (Ulusal Kamu Çalışanları Federasyonu) de o gün için kamu sektöründe yeni bir grev eylemi çağrısı yaptı.
Bu krizi acil önlemlerle göğüsleme, Karamanlis hükümetini devirme ve işçi iktidarı yolunda, işçilerin taleplerinden oluşan bir program temelinde, ADEDY’nin bir günlük genel grevini kamu sektörünün ve özel sektörün süresiz Genel Grevi’ne çevirmek için Sağlık ve Eğitim işkollarındaki seferberlik ve yeni işgal dalgası içinde mücadele vermeliyiz.
Radikal siyasi hedeflere, radikal mücadele biçimlerine ve devrimci örgütlenme biçimlerine ihtiyacımız var.
Dünya kapitalist krizini dayanak olarak almalıyız. Muhtemelen 2009 başlarında AB Yunanistan ekonomisini denetleyecek ve İMF şartlarıyla yönetilmenin alternatifi niteliğinde gaddarca önlemler dayatacak. Genel Grev militan bir lüks değil acil bir gereksinimdir.
• Uluslararası tefecilere olan dış borçlar iptal edilsin. İMF-AB dışarı!
• Yunanistan NATO, AB ve ABD ile bağlarını koparsın! ABD/NATO’nun Filistin ve Ortadoğu’daki askeri üsleri, savaş karargâhları kapatılsın! Kahrolsun Avrupa Birliği, yaşasın Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri!
• Bankalar işçi denetiminde, tazminatsız kamulaştırılsın!
• İşçi çıkartma yasaklansın. İşçi çıkartan ya da kapatılan fabrikalar işçi denetiminde, tazminatsız kamulaştırılsın!
• Özelleştirilen bütün kamu işletmeleri (Olimpik Havayolları, OTE-Telekomünikasyon, DEH-Elektrik, limanlar vs.) yeniden kamulaştırılsın. Dünya kapitalist krizinin basıncına karşı durabilmek için ekonominin bütün kilit sektörleri işçi denetiminde kamulaştırılsın!
• Herkese parasız eğitim!
• Çevik kuvvet, özel tim ve burjuva devletinin baskı aygıtlarının hepsi dağıtılsın! Kahrolsun Karamanlis hükümeti ve diğer bütün burjuva hükümetleri! Merkez sol senaryolara hayır!
• Kapitalizmin krizinden tek çıkış yolu olarak İşçi hükümeti ve Sosyalizmi kurmak için bir İşçi Konseyleri Cumhuriyeti!
7. Yunan isyanı kaynağı, dinamikleri ve özü itibariyle uluslararası bir olaydır. Geleceğimiz uluslararası devrimci sarmalın genişlemesine bağlıdır. Avrupa’nın ve dünyanın hâkim sınıfları “Yunan virüsünün bulaşmasından” korkuyor. En kötü kâbuslarını gerçeğe çevirelim! İşte başladık; şimdi Fransa’nın, İtalya’nın, Almanya’nın, bütün bir Yaşlı Kıta’nın, ama aynı zamanda Kuzey ve Latin Amerika’nın, Asya’nın, Afrika’nın ve ateşler içindeki Ortadoğu’nun gençliği ve işçi sınıfı, bütün ezilenleri, insanlığın evrensel kurtuluşu uğruna, dünya komünizmi uğruna mücadelede bize katılmalı!
• Ekim Sosyalist Devrimi’nin devamı ve 21. yüzyılın yenilenmiş devrimci Enternasyonali olarak Dördüncü Enternasyonal’i yeniden kurmak için ileri!
• Sosyalist dünya devrimi için ileri!
EEK (Devrimci İşçi Partisi) Merkez Komitesi, 1 Ocak 2009