Kristiyan Rakovski Balkan Sosyalist Merkezi’nin Bildirisi (İşçi Mücadelesi - 20-09-2008)

1. Kafkasya’da Gürcistan’ın emperyalizm yanlısı Saakaşvili rejimi ile Rusya arasında beş gün süren savaş yalnızca bölgesel ve yerel bakımdan değil tüm dünya için büyük önem taşıyor.

Bu savaşın görmezden gelinemeyecek yerel ve bölgesel nedenleri elbette mevcuttur: Gürcistan’ın 1992’den beri fiilen ve isteyerek bağımsız olan Abhazya ve Güney Osetya’yı zor kullanarak topraklarına katmak istemesi ve Gürcü milliyetçiliği ile Büyük Rus şovenizmi arasında asırlardır devam eden çatışma bu nedenlerin arasında sayılabilir. Ancak tüm bu ulusal sorunları kendi somut tarihsel bağlamlarına yerleştirmek zorunludur. Günümüzün uluslararası boyutu diğer faktörleri gölgede bırakmakta ve onları belirlemektedir. Kafkasya’da yakınlarda yaşanan savaş, Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasının ardından yaşanan şiddetli çatışmalar zincirinin (en sonuncusu olmasa da) en yeni halkasıdır. Soğuk Savaş sonrası dönemde Yugoslavya’dan Afganistan ve Irak’a kadar ardarda gerçekleşen kanlı emperyalist savaşlara eklenen yeni bir halkadır. Eski Sovyet coğrafyasının dünya kapitalizmine entegrasyonunun doğrusal ve barışçıl bir süreç olmadığı ortaya çıkmış, ani krizlerle ve (dünya hegemonyasını yeni tarihsel koşullar altında yeniden tesis etmeye çalışan ABD emperyalizminin başını çektiği) emperyalist savaşlarla dolu, dolambaçlı bir yeni dönemin açıldığı kanıtlanmıştır.

Aylardır yükselen gerginliğin ardından, Kafkasya’daki savaş 7 Ağustos’ta Gürcü birliklerinin Güney Osetya’yı işgali, başkent Tshkinvali’yi barbarca tahrip etmesi ve kaçmaya ve yeraltı sığınaklarına girmeye çalışan sivil halkı katletmesiyle başladı. Ancak birkaç saat sonra, 8 Ağustos sabahı Rus birliklerinin (ABD emperyalizmi ve İsrail tarafından ağır silahlarla donatılan ve eğitilen) Gürcü ordusunu, donanmasını ve hava kuvvetlerini tamamen yok eden karşı-saldırısı ile birlikte durum dramatik biçimde değişti. Rus birlikleri çok geçmeden Gürcistan’ı istila etti ve ülkeyi üç parçaya ayırdı, başkent Tiflis’in 40 kilometre yakınına kadar ilerleyerek kenti kuşattı ve kentin Karadeniz’le bağlantısını kesti. Saakaşvili, Güney Osetya’yı ve ardından Abhazya’yı ele geçirerek durumu oldu bittiye getirmek istiyor ve “uluslararası topluluğun” (yani ABD ve Avrupa emperyalizmlerinin) anında müdahalesi sayesinde bu kazanımlarını konsolide etmeyi umuyordu. Saakaşvili’nin sürpriz saldırısı umduğu gibi başarılı olmadı. Aynı anda hem Gürcistan’ın devlet başkanı hem de emperyalizmin ajan-provokatörü rolünü oynayan bu Gürcü-Amerikalı avukatın maceracılığı geri teperek yıkıcı bir yenilgiye uğramakla kalmadı, Washington’daki efendilerinin durumunu da ciddi biçimde zora soktu.

AB emperyalistleri ise, Rus petrolüne ve doğal gazına olan bağımlılıklarından ötürü ABD ile aralarına mesafe koymak zorunda kaldılar. Görünür zayıf konumları çerçevesinde ve Sarkozy-Kouchner türünden kaba ve içi boş Fransız retoriği ile “arabuluculuk” yapmaya ve bu stratejik bölgedeki çıkarlarını arttırmaya çalıştılar.

Sarkozy’nin Moskova’ya varmasından önce ilan edilen fakat sonradan Fransız ve Rus devlet başkanları Sarkozy ve Medvedev tarafından üzerinde alelacele uzlaşılan ateşkes antlaşması, bizzat Condoleezza Rice tarafından antlaşmayı imzalamaktan başka seçeneği olmayan Gürcü kuklasına sunuldu. Ancak, ne ateşkes ne de 19 Ağustos’taki NATO bakanlar toplantısında devam eden ve Doğu Avrupa’nın emperyalizm yanlısı yönetici elitleri arasında yükselen Rus karşıtı histeri bu çevrelerin çıkarlarının büyük bir darbe aldığı ve güç dengelerinin Avrasya bölgesinde ve dolayısıyla uluslararası ölçekte değiştiği gerçeğini ortadan kaldırabilir.

ABD istihbaratı, Devleti ve özel kurumları dahi bu belirgin değişimin farkındalar. Özel istihbarat şirketi Stratfor’dan George Friedman 12 Ağustos 2008’de şöyle yazdı: “Rusya’nın Gürcistan’ı işgali Avrasya’daki güç dengesini değiştirmedi. Güç dengesinin zaten değişmiş olduğunu yalın biçimde ortaya koydu. ABD, Irak ve Afganistan’daki savaşların, İran’la olan potansiyel çatışmanın ve Pakistan’daki istikrarsız durumun içine gömülmüş durumda. Herhangi bir stratejik yedek kara gücü yok ve Rusya’nın çevresine müdahale edebilecek bir konumda değil.” (The Russian Georgian War and the Balance of Power [Rus Gürcü Savaşı ve Güç Dengesi], 12/8/08, www.stratfor.com).

ABD ve dünya emperyalizminin savunucuları ciddi bir geri düşüşle karşılaştıklarını açıkça söylüyorlar. Uluslararası çatışmalarla ve patlamalarla dolu yeni bir döneme girildi ve bu durum Soğuk Savaş sonrası Yeni Dünya Düzensizliği’ni daha da kaotik hale getiriyor.

2. Kafkasya’daki savaşın sonucu ABD ve dünya emperyalizmi için sürpriz olsa da, savaşa giden yol önceki yıllar ve aylar boyunca dikkatli biçimde açıldı ve hazırlandı. Giderek saldırganlaşan ve Sovyetler-sonrası Rusya’yı kuşatmayı ve boğmayı açıkça hedefleyen bir dizi emperyalist eylem bu çerçevede devreye sokuldu.

ABD’nin Yeltsin yönetimiyle güya iyi ilişkiler içinde olduğu ve Strobe Talbott’un dostluk siyasetinin revaçta olduğu 1990’lı yıllarda bile ABD Rusya’yı “yakın çevre”sindeki bölgede kurduğu ittifaklar ağı aracılığıyla kuşatmaya çalışıyordu. NATO’ya girmeyi hedefleyen ülkeler için bekleme odası işlevini gören “Barış için Ortaklık” ittifakının kurulması ve ardından NATO’nun eski Sovyet cumhuriyetlerine ve Rusya ile sınırı olan Doğu Avrupa ülkelerine doğru genişlemesi bunun en açık örneğiydi.

GUUAM, ABD’nin Rusya’nın güney ve doğu sınırında kurduğu, Gürcistan, Ukrayna, (artık bu ağın parçası olmayan) Özbekistan, Azerbaycan ve Moldova’yı kapsayan gevşek ittifaklar ağının kısa adıydı. Afganistan savaşı, tüm “Teröre karşı savaş” retoriğine karşın, eskiden Sovyet coğrafyasının parçası olan Orta Asya’ya girmek için tasarlanmıştı. Bu savaş sayesinde, ABD modern tarihte bu bölgede askeri üsler kurabilen ilk Batılı güç oldu. Putin’in Çeçenistan’da yürüttüğü kirli savaşın üstünü örtmek amacıyla Bush’un 11 Eylül sonrası politikalarına sessiz kalışı, Stalin’in Sovyetler Birliği’ni Nazi saldırısından korumak için Molotof-Ribbentrop paktına bel bağlaması kadar aptalcaydı.

Doğu Avrupa ve Baltık bölgelerindeki bir dizi ülkenin NATO’ya ve AB’ye üye yapılması ve kitlelerin hoşnutsuzluğundan kaynaklanan seferberliklerin açıkça Batı emperyalizmi yanlısı ve Rusya karşıtı bir doğrultuda manipüle edilmesinin ürünü olan “renkli (sözde) devrimler”in gerçekleştirilmesi Rusya’nın kuşatılmasını amaçlıyordu. Saakaşvili rejiminin bizzat kendisi, daha az Batı yanlısı olan Şevardnadze hükümetine karşı gerçekleşen sözüm ona “Gül devrimi” aracılığıyla kurulmuştu. Otpor gibi STK’lardan ve (PASOK’un bugünkü lideri Yorgo Papandreu Kosova Savaşı sırasında Yunanistan Dışişleri bakanıyken ona danışmanlık yapan, Belgrad’daki “rejim değişikliği”nin mimarı ve Kostunitsa’nın danışmanı olan ve son iki yıldır Saakaşvili’nin baş danışmanlığı görevini yürüten) Yunanistan kökenli Amerikalı Alex Rondos gibi CIA görevlilerinden oluşan emperyalizmin aynı karşıdevrimci güçleri, Sırbistan ve Gürcistan’ın ardından Ukrayna’daki “Turuncu (karşı)devrimi”ne de karıştılar.

Batının sevgilisi Saakaşvili Gürcistan’ı ABD emperyalizminin gurkası haline getirdi. Bazı ülkelerin Irak’taki askerlerini geri çekmesinden Rus-Gürcü savaşına değin geçen zaman zarfında Gürcistan ABD ve Britanya’nın ardından Irak’ta en çok askeri bulunan üçüncü ülkeydi. Nüfusu 5 milyondan az olan, halkı işsizlik ve yoksulluktan kıvranan bir ülke Irak’ta iki binden fazla asker bulunduruyor! Saakaşvili Güney Osetya’yı istila ederken, ABD nakliye uçakları da Irak’ta bulunan Gürcü askerlerini çatışmalara katılmaları için Tiflis’e götürüyordu. Gürcü halkını utandırması gereken şey Rusya karşısında uğranılan yenilgi değil, kendi ülkelerinin ABD emperyalizminin Irak ve Kafkasya’daki fedailiğini yapmasıdır! Bu rejimin halk düşmanı niteliği Tshkinvali’deki masum sivillerin ayrım yapılmadan katledilmesinden aylar önce, Kasım 2007’de Saakaşvili Gürcistan’daki muhaliflerini katlederken açıkça görülmüştü.

Hem Osetya’da hem de Gürcistan’da binlerce masum insana büyük ıstıraplar çektiren Kafkasya’daki savaş, yaklaşmakta olduğu önceden belli olan bir felaketti.

2008’de Rusya’ya açıkça düşmanlık güden ABD eylemlerinde bir tırmanma görüldü: Kosova’nın “bağımsızlığı”nın tek taraflı olarak tanınması ve AB/NATO güçlerinin askeri kontrolü altındaki bir ABD protektorasına dönüştürülmesi kararı Rusya’yı dikkate almamakla kalmıyor, aynı zamanda Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ulusal sınırların değişmezliğindeki ısrarını da kabaca reddediyordu. Bunun ardından, sıra “füzesavar sistemleri”nin önce Çek Cumhuriyeti’ne, şimdilerde de Polonya’ya yerleştirilmesine geldi. Almanya ve Fransa’nın itirazlarına ve Rusya’nın uzlaşmaz muhalefetine rağmen ABD, Ukrayna ve Gürcistan’ın üye kabul edilmesi için NATO’ya baskı yapmaya başladı. ABD’li sivil danışmaların, sözleşmeliler güruhunun, ABD’nin kullandığı askeri eğitim tesislerinin ve üslerinin yanı sıra 130 ABD’li askeri danışmanın da bulunduğu bu “bağımsız” ülkenin NATO üyeliğinin resmiyet kazanmasından çok daha önce Kafkasya ve Orta Asya petrollerinin geçiş güzergahında ve Rusya’nın kalbine çok yakında bulunan bu en stratejik bölgede ABD emperyalizminin protektorası, bir öncü üssü ve CIA’nin istasyonu işlevini gördüğüne kuşku yoktur.

3. Eski Sovyet cumhuriyetlerindeki “renkli” karşıdevrimci seferberlikler ABD’nin Irak’ta başının gerçekten belada olduğunun açıkça anlaşılmasından sonra başladı. Şimdi ise, ABD’nin Ortadoğu ve Orta Asya’daki politikalarının onu içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarmayı başaramadığı bir anda Saakaşvili’nin provokasyonu geldi. Bu bölgeler bir yandan eski Sovyetler Birliği’nin yumuşak karnını oluşturuyorlar, bir yandan da Çin sınırına kadar uzanıyorlar; bu nedenle emperyalizmin genel stratejik hesapları çerçevesinde birbirleriyle bağlantılı durumdalar.

ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki petrol ve doğal gaza ilişkin emelleri ile Ortadoğu’ya ilişkin hedefleri ABD ile Rusya arasındaki şiddetli rekabetin ekonomik temelini oluşturuyor. ABD, Rusya’yı bu bölgesel kaynakların nimetlerinden mahrum bırakmaya çalışıyor. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattı bu siyasetin simgesidir. ABD’nin Asya’daki karşıtlarının, özellikle de Rusya ve Çin’in yükselişini önleme çabası ise bu kavganın siyasi temelini oluşturuyor. Petrol ve doğal gaz uğruna verilen bu hararetli mücadelenin kendisi, bu devlerin ABD’nin Asya’daki (ve uzun vadede dünya çapındaki) hakimiyetini tehdit eden yükselişlerini durdurmaya yönelik bir araçtır.

Dünya kapitalizminin krizi doruk noktasına doğru ilerlerken, (Ortadoğu, Kafkasya, Venezüella, Bolivya gibi) petrol ve doğal gaz üretilen bölgelerin stratejik değeri ile BTC gibi boru hatlarının önemi de olağanüstü ölçüde artıyor.

Yeni-muhafazakâr çılgınlığın ertesinde ABD’nin savaş stratejisinin ve önceliklerinin “yeniden yapılandırılması” acil bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor. ABD’de bu yıl yapılacak başkanlık seçimleri kampanyası, bu gerçeğin Amerikan hakim sınıfının önemli çevreleri tarafından da iyi anlaşıldığını gösteriyor. Saakaşvili’nin utanç verici yenilgisi bugünkü ABD stratejisinin hatalarını ve körlemesine, “önünü arkasını düşünmeden” giriştiği eylemlerin yarattığı tahribatı bir kez daha ortaya sermiştir. Rusya’nın Kosova’nın “bağımsızlık” ilanının ardından etkisiz kalışından cesaret alan ABD, diğer pek çok şeyin yanı sıra Rusya’nın Kafkasya’daki yanıtını ve yenilenmiş askeri kapasitesini de hesap edemedi. Rusya’nın hâlâ 1990’lı yıllarda olduğu gibi enkaz halinde olduğu zannedildi.

Devasa kaynaklara, yığınla istihbarata ve yüksek teknolojiye sahip olmalarına rağmen, dünya emperyalizminin stratejistlerinin savaş sanatının en temel prensibi olan “Düşmanını tanı!” ilkesini görmezden gelmesi onları bugünkü yenilgiye götürdü. Şimdilerdeki Rus karşıtı histerileri ve kullandıkları Soğuk Savaş retoriği yalnızca perişanlıklarını açığa vuruyor.

4. Kafkasya’daki savaşın tarihsel ve sınıfsal doğası nedir? En başta Marksizmin soruyu bu şekilde sorması gerekir. Bu soruya ilişkin kafa karışıklığı yalnızca tarihdışı bakış açılarının tutsağı olan burjuva analistleri üzerinde değil, kendisine hâlâ “Trotskist” diyen kesimler (ki bunların bir bölümü daha sonradan “anti-kapitalist” reformist bataklığa savruldular) de dahil olmak üzere uluslararası Solun büyük bölümüne de hakimdir.

Bu bağlamda iki hakim yaklaşım mevcuttur. İlk olarak, önceki Yugoslavya Savaşı sırasında da görüldüğü gibi ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını metafizik bir ilke derecesine yükselten bir yaklaşım vardır. İkinci yaklaşım ise Kafkasya üzerinde çatışan güçlerin ve rejimlerin soyut kimliklerini şu veya bu biçimde vurgulamaktadır.

A. Abhazya ve Osetya halklarının gerçekten de meşru ulusal hakları vardır. “Gürcistan Krallığı”nın “Asrı Saadeti”ne eriştiği Orta Çağ’ın bir bölümü ile Lavrenti Beria’nın Abhaz ulusal önderlerini ortadan kaldırıp bu küçük ülkeyi zorla Gürcistan’a bağladığı 1936-1992 yılları hariç tutulduğunda, Abhazya’nın Gürcistan’dan bağımsız bir tarihsel varlığa sahip olduğu görülür. Stalin, Osetya’yı Kuzey ve Güney olarak suni biçimde iki parçaya ayırmış, birinci parçayı Rusya Federasyonu’na bağlarken ikincisini kendi memleketi olan Gürcistan’a “hediye” etmiştir. Büyük Rus şovenizmi tarafından uzun müddet boyunca ezilmişliğin ürünü olan Gürcistan ulusal sorunu Stalin ve Stalinizm tarafından çözülmek bir yana daha da ağırlaştırılmıştır. Lenin’in ölümünden önce yükselen Sovyet bürokrasisine ve bizzat Stalin’e karşı verdiği en büyük ve en son mücadelelerinden birisinin Gürcistan sorunu hakkında olması bir tesadüf değildir. Bunlar yalnızca tarihçileri ilgilendiren konular değil, sosyalist devrimin çözmesi gereken çözüme kavuşmamış tarihsel çelişkilerdir. Stalinizm 1989-91 yıllarında çökünce, bu çözülmemiş sorunlar (sermayenin oldukça geniş bir coğrafyada mülksüzleştirildiği uzun Sovyet döneminin ardından gelen) yeni bir tarihsel bağlamda yeniden depreşti. Sovyetler Birliği’nin dağılmasına neden olan koşullar merkezkaç güçleri tahrik etti ve aynı zamanda eski Sovyet cumhuriyetlerinin gerçek anlamda bağımsız ulusal gelişimini engelledi; bu ülkelerin çoğunluğu Mafya tarafından yönetilen devletlere veya uydulara dönüştüler ve güçlü bir komşu devletin veya doğrudan emperyalizmin korumasına sığındılar. .

Yalnızca bürokratik deformasyona uğramamış bir sosyalist devrim Kafkasya Halklarının Sosyalist Federasyonu aracılığıyla Kafkas halkları ve onların ulusal hakları için bir yol açabilir.

B. Güney Osetya için verilen Rus-Gürcü savaşını tarihsel olarak hakim bir ulus (Ruslar) ile tarihsel olarak ezilen bir ulus (Gürcüler) arasındaki bir savaş olarak görmek bu savaşın gerçek önemini yanlış yorumlamaktır. Kafkasya’daki çatışmanın taraflarını soyut biçimde tanımlayarak onlara eşit mesafede konumlanmak da yalnızca siyasi miyopluğu ve pasifist, reformist bir anlayışı ortaya seriyor.

Daha geniş, yeni bir “Anti-kapitalist Parti” yönelimiyle Trotskist bir örgüt olarak likidasyonunu hazırlayan Fransa’daki Devrimci Komünist Birlik’in (LCR) 12 Ağustos 2008 tarihli açıklaması bu pasifist tutumun klasik bir örneğidir. Pasifist niteliği başlığından (“Kafkasya: Çatışmalar derhal durmalı!”) belli olan bu açıklama, (“her ikisi de ultra-milliyetçi, otoriter ve militarist” diyerek) Rus ve Gürcü rejimlerinin benzerliklerine vurgu yapıyor. Metinde Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü koruma isteğinden ve Rusya’nın “birinci sınıf bir emperyalist güç olarak geri dönüşünü ABD ve AB’ye gösterme” arzusundan söz ediliyor. Metin, oldukça alçak bir tonda ve belli belirsiz biçimde “Batılıların sorumlulukları”na ve petrol zengini olan bu stratejik bölgedeki çıkarlarına değiniyor ve açıklamanın başlığıyla eşit ölçüde pasifist olan “halklar arasında uluslararası dayanışma hareketi inşa etme” çağrısıyla sona eriyor.

Ancak Batı emperyalizmi Kafkasya üzerindeki savaşta çarpışan iki yarı-Asyatik “ultra-milliyetçi, otoriter ve militarist rejim”in çatışmasından kendisine bazı avantajlar sağlamaya çalışan bir seyirci değil, bu savaşın baş oyuncusudur. Devrimcilerin –özellikle de Fransa gibi emperyalist ülkelerdeki devrimcilerin- enternasyonalist görevi “kendi ülkelerindeki sınıf düşmanı”na yüksek sesle ve açıkça karşı çıkmak ve işçileri onu alaşağı etmeye çağırmaktır.

Stalinizmin çöküşü ve belirgin şekilde kapitalist restorasyona doğru yöneliş, eski Sovyet coğrafyasının kapılarını uluslararası sermayenin “Altın Ordu”suna açtı. Rusya’da Ekim Devrimi’nin bir karşıdevrimle alaşağı edilmesini izleyen bir kapitalist restorasyon olasılığından daha 1929’da söz eden Lev Trotskiy, yeniden tesis edilmiş bir Rus kapitalizminin Bonapartist bir siyasi rejim altındaki bir yarı-sömürge niteliğine sahip olacağını isabetle tahmin etmişti: “Ama Rus kapitalizmi bu ikinci döneminde neye benzeyecektir? Son on beş yıl içinde dünya haritası tamamen değişti. Güçlüler sınırsız ölçüde güçlendiler, zayıflar benzersiz biçimde zayıfladılar. Dünya hakimiyeti için mücadele devasa boyutlara ulaştı. Bu mücadelenin evreleri, zayıf ve geri kalmış ulusların kemiklerinin üzerine basarak yaşandı. Kapitalist bir Rusya, dünya savaşı sırasında Çarlık Rusyası’nın savrulduğu üçüncü sınıf ülke konumuna bile sahip olamaz. Günümüzdeki Rus kapitalizmi hiçbir geleceği olmayan, bağımlı bir yarı-sömürge kapitalizmi olabilir. Rusya versiyon iki ancak Rusya versiyon bir ile Hindistan arasında bir konuma sahip olabilir.” (“Parlamenter Demokrasi Sovyetlerin Yerini Alabilir Mi?”, 25 Şubat 1929, Lev Trotskiy’in Yazıları 1929, Pathfinder, 1975, s. 55).

Rusya’ya Kafkasya’da eski emperyalizmler ile çatışan bir “yeni emperyalizm” demek tarihsel bakımdan yanlıştır. Terimin kaba burjuva tanımının aksine, emperyalizm yalnızca militarist yayılmacı siyaset demek değildir; Lenin’in söylediği gibi kapitalist gelişimin tarihsel bir evresidir, kapitalizmin en yüksek ve en son aşamasıdır. Rusya’nın yönetici eliti son 17 yılda kapitalizme geçiş sorununu çözmekle kalmayıp, çağımızın hakim eğilimleri olan kapitalist gerileme ve emperyalist çürümeye rağmen bu kapitalizmi en yüksek aşamasına yükseltmeyi başarabildi mi?

1991 sonrasındaki gelişmeler Trotskiy’in tahminini doğruladı: yalnızca eski SSCB değil Rusya da dağıldı ve rakip Batılı emperyalist yağmacılara yem oldu. Kapitalizme geri dönüş, emperyalist gerilemenin ve dünya kapitalizminin krizinin geç bir aşamasında yaşandı. Restorasyoncu güçlerin Rusya’yı entegre etmek istedikleri dünya sisteminin hastalıkları restorasyon sürecinin kendisini de etkiledi. İMF’nin “şok terapi”siyle ve tarih boyunca görülmüş en büyük kamu malı yağmasıyla başlayan restorasyon süreci, yeni zenginlerin kontrolünde bir Mafya-Devlet bürokrasisi ve yolsuzluk ağı yaratmakla kalmadı, üretimde ve kitlelerin yaşam standardında devasa felaketler de yarattı. Ancak kriz halindeki geçiş sürecinin çelişkileri çözüme kavuşmadı ve restorasyonun birinci aşamasının başarısızlığı dünya kapitalizminin krizinin patlak vermesiyle birlikte kesinleşti. 1997’de Asya-Pasifik bölgesi merkezli olarak başlayan uluslararası finansal girdap, giderek hızlanarak Rusya’nın Ağustos 1998’de borçlarını ödeyemeyeceğini açıklamasına ve Yeltsin’in komprador rejiminin sona ermesine neden oldu. Putin’in Bonapartizmi, ekonominin kilit sektörlerini yeniden millileştirerek ve “siloviki”yi (eski KGB, bugünkü FSB) kullanıp ülkeyi Batının hammadde kaynağı yarı-sömürgesi haline getiren oligarkların gücünü kırarak ülkenin çöküşünü önlemeyi amaçlıyordu. Petrol ve doğal gaz fiyatlarının 2000-2008 arasında olağanüstü yükselmesine bağlı olarak yaşanan gelir artışı da Devletin güçlendirilmesi için kullanıldı. Devletin büyümesi, çözüme kavuşmamış iç çelişkilerin ve mali küreselleşmenin tükenişinin ilk işaretleriyle yüz yüze gelen dünya kapitalist ortamının artan baskılarının dağıtıcı etkilerinin ürünü olduğu kadar, bu etkilere direnme çabasının da sonucudur. Putin, Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasını “jeopolitik bir felaket” olarak niteledi ve aynı zamanda Sovyet devletine geri dönüşe karşı olduğunu da vurguladı. Yeni “yurtsever” Rus Bonapartizmi, Devlet kontrolü aracılığıyla liberallerin önceki hatasını telafi ederek kapitalizme geçişi güvence altına almaya çalışıyor. Bu durum yeni bir çözümsüz çelişkiyi yaratıyor: bir yandan Putin’in dağılma tehlikesine karşı güçlendirmeye çalıştığı Sovyet sonrası Rus devleti kapitalist üretim ilişkilerini geliştiriyor ve savunuyor. Bu noktada, eski işçi Devleti istikrarlı bir kapitalist toplumsal temelden yoksun bir burjuva Devleti haline geliyor. Diğer yandan, aynı kapitalist eğilimler gelişirken parçalanmaya/dağılmaya neden olan güçleri de kaçınılmaz olarak kuvvetlendiriyor. Tarihsel gelişimin belirli bir noktasında, özel olarak da dünya çapındaki depresyonun petrol fiyatlarını aşağıya çektiği ve dolayısıyla Devletin bekası ve savunması için harcanan kaynakların tükendiği koşullarda, tarihsel gelişimin önünde bir engel olan bu Bonapartizm ya dünya emperyalizminin basıncıyla ya da ikinci bir Ekim sosyalist devrimiyle yıkılacaktır.

Emperyalizm Kafkasya’da Putin’in Bonapartist Rusya’sına karşı vekilleri aracılığıyla savaş yürütüyor. Kapitalizmin şafağında İberya Yarımadası’ndaki Yeniden Fetih savaşı yeni bir dünya sosyal sisteminin temelini hazırlamıştı. Artık köhnemiş olan kapitalist sistemin bugünkü tarihsel çöküş evresinde, sermayenin 1917’den sonra mülksüzleştirildiği oldukça geniş bir alanda yeni bir Yeniden Fetih Savaşı zinciri başlamış durumda.

Rus Ordusu’nun taktik zaferi kuşkusuz Moskova’daki Bonapartist-restorasyonist rejimi güçlendirmiştir. Siyasi bir rejim, desteklediği ve savunduğu ekonomik süreçler ile karşılıklı olarak bağlantılıdır; ancak siyasi olan ekonomik olana indirgenemez (ve tersi de doğrudur; yani ekonomik olan siyasi olan tarafından ikame edilemez): siyasi olarak restorasyoncu bir rejimin güçlenmesi, ekonomik bir süreç olarak kapitalist restorasyonun çelişkilerinin otomatik olarak çözülmesi anlamına gelmez. Bazı durumlarda ve muhtemelen Putin örneğinde de, görünürde güçlü bir siyasi rejim ile onun çelişkilerden muzdarip, toplumsal bakımdan istikrarsız ekonomik temeli arasındaki çelişki daha da keskinleşebilir ve beklenmeyen patlamalara yol açabilir.

Rusya’daki kapitalist dönüşümü ilerletmeyi amaçlayan Putin’in Bonapartizmi emperyalizme karşı mücadelenin bir aracı değildir; emperyalizmin yardakçısıdır. Moskova’nın Kafkasya’daki krizi çözmek için NATO/Rusya ortak zirvesi önermesi ve Afganistan’da ABD/NATO emperyalizmine destek vermeye devam etmesi Kremlin’deki “yurtseverler”in oynadığı rolü gösteriyor...Yalnızca işçi sınıfının ve onun partisinin önderliğinde gerçekleşecek, gerçek bir devrimci Marksist programa dayanan, enternasyonalist bir perspektife sahip İkinci bir Ekim sosyalist Devrimi Rusya’yı parçalanmaktan ve emperyalizmin sömürgesi olmaktan kurtarabilir, tüm saldırıları, provokasyonları, kuşatmayı püskürtebilir, “siloviki” klanlarını, yoz “Yeni Rusya”nın yeni zenginlerini, dünya sermayesinin kompradorlarını ve her türden restorasyonisti, Yanki emperyalizminin ve NATO’nun gerçek beşinci kolunu devirebilir.

5. Kristiyan Rakovski Balkan Sosyalist Merkezi, Balkanlar’ın, Kafkasya’nın, Rusya’nın, Avrupa’nın ve tüm bölgenin emekçi ve ezilen kitlelerini emperyalizmin savaşlarına karşı uluslararası ölçekte seferber olmaya ve savaşlara, toplumsal felaketlere ve halkların sefaletine neden olan rejimleri ve sistemi yıkmaya çağırıyor.

ABD/AB/NATO emperyalizmleri Kafkasya’dan, Ortadoğu’dan ve Afganistan’dan defolsun!

Kafkas Halklarının Sosyalist Federasyonu için ileri!

Kahrolsun kapitalist restorasyon ve burjuva Bonapartizmi! Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni sosyalist, anti-bürokratik ve enternasyonalist temellerde yeniden kuracak bir sosyalist devrim için ileri!

Kristiyan Rakovski Balkan Sosyalist Merkezi

24 Ağustos 2008