Sivas'ın acısı dinmedi! (01-07-2008)
Anne babaların yaşadıkları tedirginliğe gözyaşları karıştıkça onlar da küsüyor dünyaya, asılıyor gülen yüzleri, yaşlanıyor çocuk gözleri ve bir anda büyüyor çocuk bedenleri. Büyük insanlar gibi, yılların cefasını çekmiş gibi oturuyor çocuklar. “Anne yangın mı çıkmış orda?”, “O adamlar niye bağırıyor?”, “O adam niye düştü merdivenden?” Ses yok! Sadece belli belirsiz hıçkırıklar duyuluyor ev halkından ve anlıyor çocuklar kötü bir şeyler olduğunu. Televizyondaki ses birer birer sayarken isimleri, büyüyor hıçkırıklar. “Hasret Gültekin”, “Asım Bezirci”, “Muhlis Akarsu”, “Nesimi Çimen” İsimler ile birlikte resimler beliriyor televizyon ekranlarında… “Anne onlara ne olmuş?”
O gün bugündür, o çocukça sorunun cevabı aranıyor. Evet, o gün, yani 2 Temmuz günü 35 sanatçı, aydın, bilim insanı, devrimci; bir Alevi ozanı ve din adamı olarak, ama çok daha fazla da bir yoksul köylü olarak 400 yıl önce Osmanlı'nın zalim uygulamalarına isyan ederek halkın sevgilisi haline gelen, yazdığı ve söylediği halk türküleriyle bugün dahi sevilerek hatırlanan Pir Sultan Abdal'ı anmak amacıyla Sivas'ta yapılan etkinliklerin son gününde, toplanan faşist ve yobazlarca yakılarak öldürüldü. Ancak sondan başlayacak olursak bu vahşi katliam Türkiye'nin tam ortasında yüz yılların şehri olan Sivas'ın merkezinde tam anlamıyla 8 saat sürdü. 2 saat içinde Suriye'nin bir ucundan girip diğerinden çıkabilecek askeri güce sahip olmasıyla övünen, 1 saat içinde Kuzey Irak'ı alabilecek iddiada olan ve istediği zaman her türlü hak arayışını 5 dakikada dağıtabilen, sadece zevk için bu tür hak arama eylemlerinde silah kullanan devlet acaba o gün neden 8 saat boyunca olan biteni izlemişti? Olayın değişik aşamalarında müdahale şansı varken bunu neden yapmamıştı? Müdahale etmek isteyen bazı yetkililer neden ve kimler tarafından engellenmişti? Dahası Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri tarafından gerçekleştirilecek olan anma etkinlikleri henüz başlamadan dağıtılan ve “Müslümanları göreve çağıran” bildirileri kimler yazmış ve dağıtmıştı? Bu bildiriler ve yaşanabilecek olaylar ile ilgili yetkilileri önceden uyaran yerel unsurlar neden dinlenmemişti? İşte tüm bu sorular bir araya geldiğinde 2 Temmuz günü Sivas'ta yaşanan acının sadece “acı bir olay” olmadığı, aynı zamanda önceden adım adım hazırlanmış, planlanmış ve devlet tarafından da desteklenmiş bir kontrgerilla eylemi olduğu ortaya çıkmaktadır. 12 Eylül'den önce Maraş'ta, Çorum'da, Malatya'da ve yine Sivas'ta darbeye zemin hazırlamak amacıyla devreye giren ve Alevi-Sünni çatışması yaratmaya dönük eylemler örgütleyen, bu eylemleri bir Alevi ve devrimci katliamına dönüştüren kontrgerilla yeniden göreve gelmişti. Bu kez cevap açıktı: Öncelikle yükselmekte olan kamu emekçileri hareketi hizaya getirilmeye çalışılıyordu. Daha ileri gittikleri halde bu tarz katliamların artabileceği mesajı veriliyordu. İkincisi Kürt halkının yükselen mücadelesi hedef alınıyor, deyim yerindeyse “Buraya kadar” deniyordu, yoksa kitle katliamları ile cevap verileceği gösteriliyordu. Son olarak 12 Eylül'den sonra bir canlanma yaşayan ve güçlü bir şekilde örgütlenen Alevi hareketine kanlı geçmiş hatırlatılıyor, düzen içinde kalmadıkları sürece, hele hele Kürt hareketi ve işçi-emekçi mücadelesiyle bütünleştikleri takdirde başlarına daha çok “Sivas katliamları” geleceği kanıtlanmaya çalışılıyordu.
Şimdi Sivas'ın acısı daha yerli yerinde dururken, ölülerimizin dumanı henüz tüterken Alevilere yönelik “açılım” yapan hükümet kaç yazar? Alevileri sözde bir laiklik anlayışının bekçisi haline getirerek, darbeye ve batıcı burjuvaziye payanda haline getirmek isteyenler kaç yazar? Aleviler bu iki kanlı odağa da prim vermemeli ve kendilerini kullanmaya çalışan bu iki odağa karşı öncelikle Sivas katliamının tüm yönleriyle açığa çıkarılmasını ve tüm suçluların yargılanmasını talep etmeliler. Sivas'ta 35 canın yakıldığı Madımak otelinin bir et lokantası olmasına müsaade edilemez! Bu otelin bir müzeye dönüştürülmesi mücadelesi büyütülmelidir. Ancak çok daha önemlisi Aleviler kendilerine gerek AKP'den gerekse Batıcı burjuvaziden, onlar 8 saat boyunca yakılırken seyreden ordudan fısıldanan çağrılara itibar etmemeli, tüm işçi-emekçiler ile birlikte, tüm ezilen halklar, inançlarla ve cinslerle birlikte bir üçüncü cepheyi yaratmaya çalışmalıdırlar. Sivas'ın ve tüm katliamların hesabını ancak böyle bir odak bozabilir… Üçüncü bir cephe için ileri!